Название: İki Şehrin Hikâyesi
Автор: Чарльз Диккенс
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-999-8
isbn:
Böylece şarap dükkânından çıkan Bay Jarvis Lorry ve Bayan Manette, biraz önce dükkân sahibinin arkadaşlarını yönlendirdiği antrede Mösyö Defarge ile buluştu. Antre, küçük, karanlık ve pis bir avluya açılıyordu. Burası, çok sayıda kişinin yaşadığı bir yığın evin ortak girişiydi. Karolarla döşenmiş kasvetli merdivenin karolarla döşenmiş kasvetli girişinde, Mösyö Defarge, eski patronunun çocuğu önünde bir dizini yere koyup eğildi ve kızın elini dudaklarına götürdü. Bu nazik bir davranıştı fakat pek nazikçe yapıldığı söylenemezdi. Birkaç saniye içinde dikkate değer bir değişim göstermişti. Yüzündeki iyi huylu adam ifadesi ya da açık görünümü kaybolmuş; gizemli, asabi ve tehlikeli bir adama dönüşmüştü.
“Çok yüksekte, çıkması biraz zor. En iyisi yavaş yavaş başlamak.” dedi Mösyö Defarge sert bir sesle merdivenleri çıkmaya başladıklarında.
“Yalnız mı?” diye arkadaki fısıldadı.
“Yalnız. Tanrı ona yardım etsin, yanında kim olabilir ki!” dedi diğeri aynı kısık sesle.
“O hâlde her zaman yalnız mı?
“Evet.”
“Bu kendi dileği mi?”
“Mecburen. Tıpkı beni bulup onu almam ve kendi güvenliğim için ağzımı sıkı tutmam istendiğinde olduğu gibi. O gün de yalnızdı, bugün de.”
“Çok değişti mi?”
“Değişmek mi!”
Şarap dükkânının sahibi durup duvara bir yumruk indirdi ve okkalı bir küfür homurdandı. Hiçbir cevap bu kadar etkili olamazdı. Bay Lorry, beraberindeki iki kişiyle merdivenleri çıktıkça ruhu daha da ağırlaşıyordu.
Kendine has aksesuarlarıyla böyle bir merdiven, Paris’in eski ve kalabalık yerleri için bile yeterince kötüydü; ama bu şartlara alışmamış ve zorluklarla karşılaşmamış kişiler için gerçekten de berbattı. Tek bir yüksek binadan oluşan bu kokuşmuş kuş yuvasındaki her oda aynı umumi merdivene açılıyor ve her ev çöp yığınlarını kendi sahanlığına bırakıyordu. Hava, yoksulluk ve mahrumiyetin elle tutulamayan pisliğiyle yüklü olmasa bile, bu kontrol edilemez ve çaresizce oluşan çöp yığınları, onu kirletebilirdi; ama bu faktörlerin tümü bir araya gelince soludukları hava gerçekten dayanılmaz olmuştu. Böyle bir atmosferde önlerindeki yol dik ve pis bir hâlde uzanıyordu. Zihnindeki karmaşa ve genç refakatçisinin her an artan heyecanı yüzünden Bay Jarvis Lorry iki kez dinlenmek için durdu. Bu duraklamaların ikisi de, bozulmadan kalmış az miktardaki temiz havanın kaçıp, pis ve hastalık yüklü buğunun içeri süzüldüğü kasvetli ızgaralarda yapılmıştı. Paslı demirlerden mahallenin karmakarışık yapısı görülebiliyordu. Notre Dame’ın iki harika kulesinin zirvesinden daha alçakta veya daha yakında sağlıklı bir yaşamdan ve de temiz bir nefesten eser yoktu.
En sonunda merdivenlerin tepesine ulaşıp üçüncü kez durdular. Ama önlerinde daha dik ve daha dar bir merdiven vardı ve ancak bunu da çıktıktan sonra tavan arasına ulaşabileceklerdi. Sürekli biraz önden giden genç kızdan yöneltilebilecek sorulardan çekindiği için Bay Lorry’nin tarafından yürüyen şarap dükkânının sahibi, o tarafa yöneldi. Bu arada omzunda taşıdığı paltosunun ceplerinde dikkatle aradığı anahtarı bulup çıkardı.
“Kapı kilitli mi yoksa dostum?” diye sordu Bay Lorry şaşkınlıkla.
“Evet.” dedi sertçe Mösyö Defarge.
“Bu talihsiz beyefendiyi gözden ırak tutmanın gerekli olduğunu düşünüyorsunuz, öyle mi?”
“Bence kapı daima kilitli olmalı.” diye adamın kulağına fısıldadı Mösyö Defarge somurtarak.
“Neden?”
“Neden mi? Çünkü çok uzun bir süre kilit altında yaşadı, işte bu yüzden kapısı açık bırakılırsa korkup deliye dönebilir ve kendine zarar verebilir hatta ölebilir. Ne olacağını Tanrı bilir.”
“Bu mümkün mü?” diye şaşırdı Bay Lorry.
“Mümkün mü!” diye tekrarladı Defarge sertçe. “Evet. Ve içinde yaşadığımız bu güzel dünyada bunun yanı sıra pek çok şey de mümkün. Sadece mümkün de değil, oluyor da. Anladınız mı? Bu gök kubbede her gün bunlar oluyor. Yaşasın şeytan! Neyse, işimize bakalım.”
Bu konuşma öyle kısık bir sesle yapılmıştı ki, tek bir kelimesi bile genç bayanın kulaklarına gitmemişti. Fakat bu arada yoğun duyguların etkisiyle titremekte olan kızın yüzünü derin bir endişe kaplamıştı. Öyle bir korku ve dehşet içindeydi ki Bay Lorry, onun içini rahatlatmak için bir iki kelime etmeye kendini mecbur hissetti.
“Cesaret sevgili bayan! Cesaret! Bu bir iş! Bir dakika içinde en kötü kısmı tamamlanmış olacak. Şu kapıyı da geçtikten sonra en kötü kısmı bitecek.”
Yavaşça ve sakince yukarı çıktılar. Bu ikinci merdivenler kısaydı ve az zamanda basamakların sonuna ulaştılar. Köşeyi döner dönmez, eğilip kafalarını birbirine yaklaştırmış, kapının yanında duvardaki çatlak ve deliklerden kapının ait olduğu odaya bakan üç adamla karşı karşıya geldiler. Ayak seslerini duyan üç adam dönüp ayağa kalktı. Şarap dükkânında içmekte olan aynı isimdeki üç adamdı bunlar.
“Sürpriz ziyaretinizle onları unutmuşum.” diye açıkladı Mösyö Defarge. “Bizi yalnız bırakın çocuklar, burada bir işimiz var.”
Üçü odadan çıkıp yavaşça aşağı indi.
Adamlar gitmiş, üçü yalnız kalmıştı.
Bu katta başka kapı yoktu. Şarap dükkânının sahibi de zaten bu kapıya yönelmişti. Bay Lorry, biraz da öfkeyle, fısıldayarak adama sordu:
“Mösyö Manette’i mi gösteriyordunuz?
“Gördüğünüz gibi sadece seçilmiş birkaç kişiye gösteriyorum.”
“Bu yerinde bir davranış mı?”
“Ben öyle olduğunu düşünüyorum.”
“Kim bunlar? Neye göre seçiyorsunuz?”
“Erkek adam olmalılar, isimleri de benimle aynı olmalı. Bu arada adım Jacques. Görmelerinin iyi olacağını düşündüğüm kişileri seçiyorum. Yeter, siz bir İngilizsiniz, bu başka bir konu. Lütfedip beni bir dakika burada bekler misiniz?”
Geride kalmaları yönünde yaptığı uyarının ardından eğilip duvardaki çatlaktan baktı. Sonra hemen başını kaldırıp, sadece gürültü olsun diye iki üç kez kapıya vurdu. Aynı maksatla anahtarı kilide sokmak için üç dört başarısız hamle yaptıktan sonra kilidi olabildiğince yavaş bir hareketle açtı.
Kapı СКАЧАТЬ