“Ağır konuşmuş olmalıyım, çok konuştum galiba. Artık kızmanın da faydası yok. Yaşamak gerekli. Bu çocuğu evlatlık alma konusunda ben de hiç azarlamadım, sadece boş konuşulur dedim. Zavallı kız babası öldükten sonra iyi gün görmedi. Ok üstüne dayanıp büyümüş tay gibi çocukluktan beri işe koşuldu. Evdeki bütün ağır işi, erkek işini kendisi yapıp yaşadı. Şu enstitüyü bitirince adam olur mu demiştim.”
İhtiyarın kırışmış yüzü boyunca gözyaşı damlaları şıpırdayarak indi. Salambi’nin annesi of çekti ve su içmek için başköşeye doğru yavaşça hareket etti, ancak ocağın önüne gelen kadın su kovasına ulaşmadan çocuğun önünde durdu.
Küçük Valerik ellerini ayaklarını yayıp sırtüstü yatmış ve mışıl mışıl uyuyordu.
Yaşlı kadın ona bakarak düşünceye daldı.
“Otuz beş yıl evli yaşadım da bir oğul doğurmak mümkün olmadı. Eskiden zaman zaman babası pazardan bir yerlerden çakırkeyif dönünce dertlenip konuşurdu, oğul doğuramadın deyip şaka yapardı. Tanrının vermediği nereden olsun? Tek çocuğu da kız oldu.”
Yaşlı kadın yere doğru uzanıp duran kolunu şefkatle alıp düzeltti ve Valerik’i şefkatle örttü, sonra yüreği yumuşadı, gözleri tekrar ıslandı. Titreyen eliyle çocuğu başından çok yumuşak bir şekilde okşadı, üstüne istavroz çıkardı.
“Şükür sana Tanrım! Oğul!” diye sessizce fısıldadı.
Yağmur durmuştu artık, evin önündeki kayınlar daha önceki gibi uğulduyordu. Salambi onların kasvetli sesini dinleyip düşünceye dalmıştı.
O tam eve gireyim derken komşudaki ot ambarının kapısından bir ses geldi, orada bir kızın kahkaha atarak güldüğü işitildi. Maruş gülüyormuş. Sevgililer akşam oturmasından şimdi çıkıyor olmalılar. Evinde lamba yanıyor, pencereden avlu çitine aydınlığı düşüyor. Maruş ne kadar mutlu! Birileri onu gıdıklıyormuş gibi zevkle gülüyor. Karanlıkta ot ambarı önünde, onun ak elbisesi biraz görülüyor sonra aynı bir ara konuştukları işitilmiyor…
Vihtır öğleyin sürekli çalışıyor, böylece akşamleyin Maruş’la buluşmak için fırsat buluyor. Bir defa sevdin mi işte böyle olur. Bir günde yirmi dört saat varsa da sevdiğinle buluşmak için yirmi beş saat bulman gerekir. İşte o da ancak şimdi çıktı…
Korkuluk direğine dayanıp duran Salambi merdiven basamaklarından koşarak indi ve bahçeye çıktı.
Yağmurdan sonra bahçedeki ağaçlar halsiz düşmüş ve razı olmuş bir şekilde duruyorlar, biraz sürtündüğünde elma ağacı dallarından şıpırt diye su dökülüyor. Bahçe de çırılçıplak kalmış. Tamamen çıplaklaşmış. Hüzün, yetim…
Salambi eski hamam önünde durdu. Yamuluyor o, ne zamandır yakmadık onu. Ne zamana kadar öyle kalacak acaba? Çocukluktan beri Salambi bu banyo önüne alışmıştı. İşte bulanık pencere altında şimdi de küçük bir bank var, onun önünde de yaşlı söğüt kütüğü. Kız çocuk onun oyuğuna kendi oyuncak bebeklerini saklardı. Ne zamandı o? Çok eskiden. Ondan beri iki ömür geçmiş gibi hissediliyor. Başka zaman Salambi bu banyo önünde çocukluk zamanlarını hatırlayıp kendi kendine gülerdi. Bu gece onun gülesi hiç gelmedi.
Çocukluk… Ne zamanlar geçti o! Salambi o zaman oyuncak bebekleriyle oynamayı çok severdi. Türlü türlü basma parçalarından şeritler yapardı da oyuncak bebeklerini gelinlik kız gibi de akşam oturmalarına giden kız gibi de giydirirdi. Küçük oyuncak bebekler de vardı değil mi? Salambi onlara özellikle ilgi duyardı, geniş dulavratotu yapraklarından yapılmış beşikte sallayarak uyuturdu. “Çocuğa, bebeğe… Çocuğa, bebeğe…”
Salambi bir yerde donup kalarak “Çocuğa… bebeğe” diye fısıldardı. Sonra aniden küçük Valerik’in biraz önce uyuklayarak ağladığını fark etti ve banyo kapısını durup dururken dürttü, paslanmış menteşe yüreğe dokunan sesiyle gıcırdadı, kapı haldır huldur ot ambarının zeminine düştü. Ah! O, tek menteşe ile duruyordu; üstteki menteşe savaş zamanında kopmuştu, o günden beri onu hiç kimse tamir etmedi. Tamir eden olmadığından her şey yıkılıp dökülüyor.
Salambi banyonun kapısını düzeltip kapattı ve harman yerine doğru gitti. Öğleyin oradan tarlaya doğru bakmak güzeldi. Uzaktaki dallı budaklı elma ağacının sadece gölgesi görülüyor. Köyde de satıcılar görünmüyor artık. Dur! Köyün sonunda, yukarı yolda bir pencerede ışık var. Kimin eviydi ki o? Valeriylerin! Kolya oturuyor olmalı, nedendir şimdiye kadar uyumaz, bir şeyler okuyordur. Bir ilginç roman bulmuş olmalı, belki de aşk hakkında?
Salambi bu gece akşam oturmasında Kolya ile karşılaştığını hatırladı. “Benim hakkımda ne düşündü acaba? O da beni başkaları gibi ayıpladı mı? Ne yapmalıyım ben? Valerik’i akşam oturmasında anlatmalı mıydım? Bakın ne kadar kahramanmış bizim Salambi derler miydi acaba?”
“Salambi, sen misin?” diye bir ses duyuldu yakından.
Düşünceye dalmış olan kız aniden sıçrayıverdi.
“Ay! Kim o?”
Örme kazak giymiş, kara başörtü bağlamış kız çitin yanına yaklaşarak “Ben, yoksa… Tanımadın mı?” dedi.
“Oy! Korkuttun ya beni Lena!”
İki kız ne için burada dolaştıklarını sormayı da akıllarına getirmediler.
“Ben dün kapınızı dürttüm ama kilitlenmişti, pencereden seslenmeye de çekindim. Sonra eve dönüp elbiselerimi değiştirdim. Şimdi de çiftliğe gidiyorum.” dedi Lena. Sonra da Salambi’ye dikkatle baktı. “Maşa ile Daşa bir şeyler mızıldandılar. İnanasım gelmedi.” diye sakince konuşmaya çalıştı Lena. Yine de sesinin titrediğini Salambi hemen fark etti. Bu konu hakkında konuşmanın başlamasını o çoktandır bekliyordu bu nedenle de hiç şaşırmadı. Maruş ile Taruş biliyorsa köyün de öğrenmesi çok sürmezdi.
“Onun hakkında bir şey sorma şimdi Lena. Başka zaman anlatırım… Şimdi sorma! Bu gece içim yanıyor hiçbir konu hakkında konuşmak istemiyorum.
“Af edersin Salambi, rahatsız ettiysem.”
“Önemli değil, ben alışmaya başladım artık, alışmak lazım.” şakaya vurmaya başladı kız. Ancak sesi titriyordu.
Lena “Neden onun çocuk hakkında konuşası gelmiyor ki? Neden dertleniyor? Onu sadece çocuğun olması değil başka bir şeyler de dertlendiriyor olmalı. Bunun içindir hiçbir şey konuşası gelmiyor.” diye düşündü.
“Okumayı bırakıp döndün mü? Yoksa bir süreliğine mi?”
“Annemin durumu iyice kötüleşti. Evde de ah vah edip zar zor geziyor. Belki bir aydan da fazla bir süre yatmıştır.”
“Eğer durumu ağır ise hastaneye gitmek lazım Salam-bi. Ne hastalığı var?”
“Hastalığı СКАЧАТЬ