Название: Benim Adım Koca
Автор: Berdibek Sokpakbayev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-40-9
isbn:
Karatay’ın çabucak gidişine, hem de üzülerek gidişine sevinmiştim. Bu gidişiyle birlikte umarım bizim evden ümidini tamamen keser.
Acaba annem gerçekten de Karatay ile evlenmek istiyor muydu? Mümkün değil. Yabancı biriyle… Diken sakallı, yapyaşlı Karatay ile… Yok yok, o onunla evlenmeyecek. Hiç olmazsa genç olsun, nasıl olursa olsun, anneme yabancı bir kocanın gereği ne? Biz, babaannem ile üçümüz, Allaha şükür, o olmadan da hiç fena yaşamıyoruz ki. Karnımız tok, sırtımız pek. Ben okulumu bitirip delikanlı olacağım ve üniversiteye gireceğim. Yazar olacağım. İşte o zaman ben anneme, eğer ecel gelip de vefat etmezse babaanneme de hayatın gerçek mutluluğunu tattıracağım.
Bu düşüncemi tekrardan gözden geçirip anneme söylemek istedim. Fakat nasıl anlatacağım, bu ayıptı. Yok, annemin böyle bir düşüncesinin olması imkânsız. O, Karatay’a öylesine saygı gösteriyor olmalı. Benim yetişkin oğlum var, ben evlenmeyeceğim diyerek mantıklı bir gerekçe gösterip durumu izah etmiş olmalı. Fakat Karatay bunu anlamak, kabul etmek istemiyor. Gölge gibi ardında dolaşıp annemin burnunun dibinden ayrılmıyor. Of! Böyle aç gözlü, üslupsuz erkekler yok mu…
Yok, annemin evlenmesi mümkün değil. O, bizi hiçbir zaman bırakmaz. O, akıllı ve terbiyeli bir insan. Köyde, büyüğünden küçüğüne herkesin onun önünden geçip gitmemesi, saygı gösterip hürmet etmesi de bu özelliğinden kaynaklanmıyor mu zaten. Böyle olmasaydı annemi iki defa seçimde ilçe meclisine vekil olarak seçerler miydi?
Bütün bunlar, biraz dinlenip karnımı doyurduktan sonra aklıma gelen düşüncelerdi. Ne de olsa aç ayı oynamaz diye bir söz var, açken benim de aklıma hiçbir şey gelmiyor.
Biraz yüzeyim diye nehir kıyısına geldim. Güneş yavaş yavaş ufuktan kaybolmaya başlasa da halen güneş ışıkları yakmaya devam ediyordu, omzum ve ensem yanmıştı. Aşağı taraftaki ekin ekili arazilere göz attım. Sobadan çıkan alevler gibi parlayarak, deniz gibi dalgalanarak uçsuz bucaksız serap dalgaları görünüyordu. Ekinin arasındaki cılga yoldan tozu dumana kattırarak hızla yürüyen, kesinlikle deminki Karatay’ın ta kendisiydi. Yürü bakalım aldığın bu cevapla anca gidersin! Ahh keşke, annemin yerinde ben olsaydım o zaman ona ne diyeceğimi bilirdim. O zaman Karatay yanıma yaklaşmak değil, uzaktan karaltımı bile göremezdi.
Güneş sıcağında su da çekilip azalıyordu. Genelde açık maviye dönüp gökyüzü ile aynı renk oluyordu. Bu arada, geçen defa burada kızlar yüzüyordu. İçlerinde Janar’ı tanıyordum. Biz onunla birlikte aynı okulda okuyoruz. Janar, evet, o olabilir. Janar, adın ne kadar da güzel! Sizin bu kızla tanışmanız gerekir. Janar, bu romanın başkahramanlarından biri olmaya layık. Çünkü ilk olarak o, sınıfın en akıllı kızı. İkinci olaraksa güzel bir kız. Özellikle de kırmızı beresini giydiğinde ayrı bir güzelleşiyor, âdeta parlıyor. Ah o nasıl ses? Şarkı söylerken bir dinleseniz! Sanatçı bir kız. Sınıfın en başarılı öğrencisi.
Haydi! Şimdi sen söyle söyleyebilirsen bakalım, bu meziyetlerle donanmış bir kızın romanın başkahramanı olamayacağını.
Janar’ı düşünmeye başladığımda içim kıpır kıpır oluyor.
Olsun, bizim sınıf öğretmenimiz Maykanova beni kötülemeye devam etsin, yaramaz diyerek azarlasın. Benim kutsal idealimi, kalbimin en derinliklerinde alev alev yanan sırrımı Janar’a bir denk getirip söyleyebilseydim! İşte o zaman o, benim kim olduğumu anlardı. “Aaa, Koca böyle biriymiş ha! Yetenek eninde sonunda bir şekilde ortaya çıkıyor demek ki…” derdi. Keşke şöyle olsa: İnsan önce büyük olarak yaratılsa. Hayatta kendi gönlüne göre olan meslek uzmanlığını alıp bu görevi yaptıktan sonra çocuğa dönüşse. O zaman Maykanova bana nasıl bakardı? “Büyüklük döneminde bu tanınmış bir yazarmış, onun ismi bütün dünyada biliniyor. Öyleyse ben ona karşı büyüklenmeyeyim, yazara saygı göstermek gerekli.” diyerek yaptıklarından geri adım atardı.
Fakat ne çare ki hayatta böyle bir şey olmuyor, olamaz. İlk önce itibarsız, bilgisiz bir bebek olarak doğuyorsun. Büyüdüğünde nasıl bir adam olacağınla hiç kimse ilgilenmiyor. Her iki kişiden biri sana akıl verip üstünlük taslamaya niyetleniyor. Akı karayı ayırıp yüreğinin içinde ne var ne yok buna kimse yoğunlaşmıyor.
“Koca tertipsiz!”
“Koca düzgün çocuk değil!”
Bu şekilde hep bir ağızdan konuşup gürültü patırtı koparıyorlar.
Su kıyısı derin değil ve kumlu. Benden başka tek bir çocuğun bile gelmeyişine bakar mısın! Yapayalnız yüzmek de zevksiz oluyor. Su kıyısındaki ıslak kumda birisinin çıplak ayak izi duruyor. Belki de bu ayak izi Janar’ın ayak izidir. Tanımaya çalışan bir adam misali eğilip dikkatle bakıyorum. Evet, Janar’ın ayak izi. Sonrasında dikkatlice ayağımı izin üzerine getirip ölçüyorum. İz birazcık küçük kaldı. Evet, bu Janar’ın ayak izi olabilir. Bedenimi hoş bir his kapladı ve o halde hiç kımıldamadan bir süre öylece kaldım.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kahvaltımı yaptıktan sonra yavaş yavaş yürüyerek okulun spor salonuna doğru geldim. Koltuğumun altında topum vardı. Bizim “Spartak” dün Kayrat takımına 7-5 yenilmişti. Bu gün onları mutlaka yenmemiz gerekli. Takımın kaptanı olarak bunun için çok hırslı bir şekilde büyük bir motivasyonla geliyordum.
Okulun yanında Jantas ile karşılaştım. Elinde mühür basılmış tek sayfalık bir yazı vardı. Onu sallayarak “Kara Köce, bunun ne olduğunu biliyor musun?” dedi.
“O ne?”
“Kampa gidiş belgesi. Biz kampa gideceğiz. Sen ise sokakta köpek taşlamak için köyde kalacaksın.”
Alaycı sözleri için Jantas’ı yumruklamak istedim ama öncesinde durup gidiş belgesi işini adamakıllı öğrenmeye karar verdim.
“Onu sana kim verdi?”
“Kim olabilir? Maykanova Hoca verdi. Fakat sen yoksun listede.”
“Neden yokum?” diye içimden geçirdim. Jantas’a Maykanova’nın nerede olduğunu sordum. Okulda olduğunu söyledi.
Bundan sonra birisiyle alay etmeden konuşmayı öğrenmesi için Jantas’ın burnuna bir yumruk attım ve koşarak uzaklaştım. Bu halde enerjik bir şekilde öğretmenler odasına soluk soluğa girdim. Maykanova bir şeyler yazıyordu, yalnızdı. Başını kaldırıp bana şaşkınlık içinde baktı:
“Ne oldu? Ne oldu, Kadırov?”
“Kampa gitmek için bana da belge verir misiniz?”
“Sana bu defa belge verilmiyor. Sonraki seferde gidersin.”
“Neden?”
“Neden olacak, öğrencilerin hepsine birden yetmiyor da ondan. Bir de biz СКАЧАТЬ
6
Piyoner: Sovyet dönemindeki komünist çocuk teşkilatı. Ortaokul ve lise çağındaki çocuklar bu teşkilata üyedirler.