Kardeş Sesler 2020. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kardeş Sesler 2020 - Анонимный автор страница 11

Название: Kardeş Sesler 2020

Автор: Анонимный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6852-46-4

isbn:

СКАЧАТЬ kalabalıksa onun daha çok yığını var herhalde!” diye düşündüm. Akşam yemeğinden sonra dedem:

      –Hadi yatın siz artık, yorgunsunuz. Hem yarın erken kalkmak gerekiyor, köye harman makinesi gelecek, komşunun yığınlarının buğdayla samanı ayırma işi var, dedi.

      İlk defa gördüklerimiz ve gezdiğimiz yerler bizi bayağı yormuştu. Kardeşimle hiç itiraz etmeden yatmaya gittik. Gece yarısı ara ara komşumuz Bayram Dayı’nın köpeği Çomar’ın sesini duydum. Sanki kendi evleri ile bizim evin bekçiliğini yapıyor gibiydi. Kafamı kaldırıp, yatağın yanındaki pencereden dışarıya baktım. Her yer karanlıktı. Daha bizim köye elektrik gelmemişti o zamanlar… Sadece ay ışığı aydınlatıyordu ortalığı. Uykuya ne zaman yenik düştüm, bilmiyorum. Saat kavramı yoktu bizim köyde. Güneş doğarken kalkılır, güneş batarken, evlerin yolu tutulurdu.

      Uykumuzun belki de en derin yerinde, odamızın kapısı kırılır gibi büyük bir gürültü ile açıldı. Dedem elinde bir tüfekle, paldır küldür içeri daldı. Neredeyse üstümüzden atlayarak camı açtı ve iki el ateş etti. Bir yandan da tüm gücü ile “Yangın var, yangın var!” diye bağırıyordu. Oradan diğer cama atladı. Yine iki el tüfek sesi, arkasından aynı bağırmalar… Ne olduğunu anlayamadık. Korkumuzdan ayağa fırladık. Yangın neredeydi? Yanıyor muyduk? Yansak alevler olmaz mıydı? En azından dumanı, kokusunu hissetmez miydik? Her yer neden karanlıktı? Dedem, o anda bizi nasıl korkuttuğunu düşünecek halde değildi.

      –Çabuk hazırlanın, gidiyoruz, dedi.

      –Dede yangın nerde? Nereye gidiyoruz, dedim.

      –Yığınlar yanıyor kızım! Köylünün buğday yığınları yanıyor, dedi.

      Başka bir şey soramadım. Dedem önümüzde yürümüyor, koşuyordu sanki. O önde, babaannem ve biz arkada harman yerine ulaştık. Sanki bütün köy oradaydı. Bu kadar insan, elektriğin, telefonun olmadığı bir yerde dedemin gayretiyle yangından haberdar olmuş kısacık bir sürede burada toplanmıştı. Anlaşılır gibi değildi. Her yer karanlıkken, harman yerleri alevlerin ışığı ile aydınlanıyordu. Herkes panik halinde koşturuyordu. Kimi su getiriyor, kimi yangının henüz ulaşmadığı buğdaylarını kurtarmaya çalışıyordu. O arada kenarda oturmuş, ağlayan birkaç kadın dikkatimi çekti. Elleriyle dizlerini dövüyorlardı. Yandaki büyük taşın üstünde yaşlı bir adam, sıkıca kavradığı kasketini kaybetmekten korkar gibi göğsüne yapıştırmış, sonuna kadar açılmış gözleriyle kurtaramadığı buğday yığınına bakıyordu. “Gitti!” diyordu. “Onca emeklerimiz boşa gitti.” O sırada yavaşça dedeme yaklaşan Bayram Dayı ilişti gözüme. “Muhtar!” dedi. “Sen bizi uyandırmasaydın hiç haberimiz olmayacaktı.”

      O gece sabaha kadar hiç kimse uyumadı.

      Güneş yavaş yavaş tepede yükselirken felâketin boyutu çıktı ortaya. Daha dün akşam burası, sapsarı başaklı buğday yığınları ile dolu iken, yüzlerin mutlulukla ışıldadığı bir yerdi. Bir gecede her şey yanmış, kapkara bulutlar tüm yürekleri sarmış, hayâller, umutlar yıkılmıştı.

      (Avrasya Akademi Online Kuray Hikâye Atölyesi, Mart 2020)

      UMUDA ÇEVİR YÜZÜNÜ

      Bugün Pazar. Dün akşam, “Yarın erken kalkmam gerekmiyor.” diye düşünüyordum. Ama gel de sen bunu kurulmuş saat gibi kapımın önünde bekleyen iki kedime ve yatağın ayak ucunda kalkmam için homurdanan köpeğime anlat. Her ne kadar duymazlıktan gelsem de bu defa patileri ile kolumu, bacağımı tırmaladığı için mecburen kalkmam gerekti…

      Balkona çıktım. “Oh! Mis gibi hava” diyerek temiz havayı ciğerlerime çekip yaşadığımıza bir kez daha şükrettim. Bahçedeki erik ağacımın çiçek açtığını “Bugüne kadar nasıl fark etmedim?” diye kendime şaştım. Kuş sesleri daha mı fazlaydı bugün, yoksa bana mı öyle gelmişti? Önce kapıda sabırsızlıkla bekleyen kedilerin mamalarını verdim. Merdivenlerden aşağıya inerek köpeğim Kira ile kısa bir gezintiye çıktım. Korona salgını yaşamı tehdit ettiği günden beri hayatımıza dair bir sürü yasaklar gelirken, Allah’tan henüz kısa yürüyüşlere çıkabilme imkânımız vardı.

      Bizden üç ev ilerde, tam dondurmacının karşısında, iki katlı evin önündeki kırmızı boyalı banka oturmuş, dalgın dalgın düşünürken gördüm Ayşe Teyze’yi. Eşini seneler önce bir trafik kazasında kaybetmişti. İki oğlunu da evlendirince yalnız yaşamaya başlayan Ayşe Teyze, güler yüzlü ve hoş sohbet birisi olduğundan herkes gibi ben de severdim. Her karşılaştığımız da ayak üstü de olsa konuşurduk, onun da beni sevdiğini bilirdim. Öyle dalgın oturduğunu görüp te “Yanına uğramadan, geçip gitmek olmaz!” diyerek yanına yaklaştım.

      –Hayırlı sabahlar Ayşe Teyze! Nasılsın, diye seslendim.

      –Hayırlı sabahlar kızım, çok şükür bu günümüze! Ben iyiyim de canım çok sıkılıyor be kızım.

      – Kötü bir şey yoktur inşallah!

      –Yok, yavrum yok! Ama çocukları, torunları çok özledim. Şu Korona mı, her neyse yavrularıma hasret kaldım.

      –Haklısın teyze, ama bu kötü günleri atlatabilmek için hep birlikte sabretmemiz lâzım, onlar senin iyiliğini düşündükleri için gelemiyorlardır. Bir şeye ihtiyacın olursa ben yine uğrarım, sen üzme kendini, dedim ve oradan ayrıldım.

      Ayşe Teyze’ye öyle derken, aslında o ara benim yüreğimde de fırtınalar kopuyordu. Hasta babam her ne kadar biraz iyileşmeye başlamış olsa da aklım hep ondaydı. Gümrükler kapandığı için ziyaretine gidemiyordum. İspanya’da, salgının en yoğun olduğu şehirlerden birinde yaşayan büyük oğluma, ne “Gel!” diyebiliyordum ne de ben yanına gidebiliyordum. Diğer oğlum bizden yirmi kilometre uzaklıkta olmasına rağmen, o da bize bir zararı olur diye sık gelmek istemiyordu. Geldiğinde sıkıca sarılamıyordum, öpüp koklayamıyordum, kokusunu içime çekemiyordum doyasıya. Kızım, bir taraftan jimnastik dersi verdiği öğrencileri ile internet bağlantısı kurup sporlarını yaptırırken, diğer taraftan kendi tezini hazırlamaya uğraşıyordu. Onunla bazen kahvaltıda, bazen akşamları izlediğimiz filmlerle unutmaya çalışıyorduk yalnızlığımızı. Ara ara duygulandığım zamanlar ağlamak istiyordum ama buna da boğazımda takılıp kalan yumrular engel oluyordu. Sevdiklerime ulaşamayıp, onlara sarılamadıktan ve hatta duygulandığımda ağlayamadıktan sonra özgür olmanın ne anlamı vardı ki? Açık hava hapishanesinde gibi hissediyordum kendimi. Hep tedirgin ve bendeki beni tamamlayamayan eksik bir yanım vardı. Yarın ne olacaktı? Acaba sonraki günler de bizi daha neler bekliyordu?

      Aslında evcimen biriydim, evimde olmak beni o kadar rahatsız etmiyordu. Ama dışarı her çıkışımda kapanan kepenklerin, çoğu boş geçen belediye otobüslerinin, ıssız yol ve çocuk bahçelerinin, eczane önündeki aralıklı sıralanmaların daha da arttığını gördüm. Felâketin soğuk nefesini her gün ensemde hisseder oldum. Evet, korkuyordum. Babamı, sevdiklerimi bir daha görememekten, yavrularıma bir daha sıkıca sarılamamaktan, onları doyasıya öpüp koklayamamaktan korkuyordum. Boşa geçirdiğim her dakikanın hesaplaşmasını yapıyordum kendimle. Üzdüğümden çok üzüldüğüm, kırdığımdan çok kırıldığım, ağlattığımdan çok ağladığım o zamanları keşke geri getirebilseydim. Ya da ileriyi daha iyi görebilseydim…

СКАЧАТЬ