Ali Akbaş Armağanı. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ali Akbaş Armağanı - Анонимный автор страница 32

Название: Ali Akbaş Armağanı

Автор: Анонимный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6981-43-0

isbn:

СКАЧАТЬ döneminde bu iki nehir pamuk tarlalarının sulanması için kullanılmaya başlandığında bu iki damardan mahrum kalan Aral âdeta küsmüş, yüzde doksanı kuruyup çöle dönüşmüştü. Aral Gölü çevresi beş bin senelik bir devrede Türkler için mühim bir yerleşim merkezi olmuştur. Akbaş, bir zamanlar teknelerin yüzdüğü yerde şimdi çorak toprağın ortasında paslanmış gemi kalıntılarıyla karşılaşınca şair yüreği Aral’a şu ağıtı yakıyor:

      “Rüyamda gördüm Aral’ı

      Aral derinden yaralı

      Mağcan gibi Çolpan gibi

      Onun da bahtı karalı

      Karada kalan kayıklar

      Eski günleri sayıklar

      İnci mercan saçan Aral

      Nerede o şakayıklar.

      Aral’ın suyu kan gibi

      Yaralı bir ceylan gibi

      Meğer göller de ölürmüş

      Kuğu gibi, insan gibi.

      Ural’dan inen marallar

      Aral’da saçın tararlar

      Yıkanacak göl mü kalmış

      Bilmem ki neyi ararlar.

      Sağım Hazar solum İtil

      Benim göbek bağım itil

      Hani senin altın çağın

      Tükendi yağ, kaldı fitil

      Göl değil kımızdı Aral

      Bir iffetli kızdı Aral

      Kalınca küffar elinde

      Yer altına sızdı Aral.

      Devran geçmiş, kervan göçmüş

      Aral’ı bir evran içmiş

      Ah neden sonra anladım

      Buraları sevmek suçmuş.”

      “Kalınca küffar elinde/ Yer altına sızdı Aral” diyen Akbaş, yaşadığımız coğrafyanın bize ait olma şuurunu bugünkü nesle ulaştırmaya çalışan bir fikir sahibidir, önemli bir davanın temsilcisi olarak haykırmaktadır aynı zamanda. Bizim derdimiz, bizim sesimiz, bizim çığlık ve feryadımızdır Ali Akbaş. Günlük telaşların içinde, içinden çıkıp geldiği topluma karşı sorumluğunu hakkıyla yerine getirememesinin pişmanlığı içerisinde, zaruretin bağıyla bağlandığının iç geçirmesidir Elif’e verilen sözün yerine getirilemeyişi:

      “Köy dağların ardında kaldı

      Bir gün çıktım yel-yapalak

      Köy dağların ardında kaldı

      Türküleri unuttum

      Gitgide ıradı kağnı sesleri

      Bir daha uğramadım

      Hâlbuki Elif’e sözüm vardı

      Hiç varmadım

      Kız dağların ardında kaldı

      Sanırım;

      Özlemiş, özlemiş alışmış Elif

      Artık çoluk çocuğa karışmış Elif

      Bilirim ardımdan atıyorlar

      ‘İnsanoğlu çiğ süt içmiş emmioğlu

      Sözü savı mı olur?

      Mümkünü yok

      Dönmez artık

      Dönmez o…”

      Millî duruşun yanı sıra, insani olan her kavram Akbaş’ın şiirlerinde kendine yer bulur. Bize bizi hatırlatır.

      “Çanakkale bir velvele

      Bu velvele gelmez dile

      Direndik yedi düvele

      Taş üstünde taş kalmadı”

      diyerek o dönemi bu döneme taşıyan “şuurun” sese bürünüşüdür. Ali Akbaş, sağ-sol mücadelesinin getirdiği kargaşadan geçmiş, gönül coğrafyasına destanlar yazarak Türk illerine şiir güvercini uçuran ak saçlı Ulu Bey’dir. Yazdığı şiir ve yazılarıyla Türk Dünyası tarafından kabul gören söz süvarisi, söz dünyasından ses ipine dizdiği şiirlerle gönül dünyamıza ışık tutan, bize bizi hissettiren derviş gönüllü bir alperendir. Onun şiirlerini “Türkçe’min ses bayrağı” gibi gönlümde dalgalandırıyorum.

      Ali Akbaş Hocam, Elbistan’da doğup, bâd-ı sabâ ile söz deryasının ufuklarına yelken açarak, duygu çiçeklerinin açıldığı “Gönül Coğrafyamızın Ak-saçlı Akbaş”’ıdır.

      “Bin yılda yoğurduk her mısraını,

      Yüzüğe kaş ettik Ağrı Dağını,

      Dünyaya değişmem bir aksağını,

      Gönlüme göredir bizim türküler.

      …

      …

      Veysel susar, Davut Sularî söyler

      Kırımdan gelirken serdarı söyler

      Köylüsü-kentlisi, hünkârı söyler

      Fermanda tuğradır bizim türküler.

      …

      …

      Bağlama dediğin üç tel bir tahta,

      Ne şaha baş eğmiş, ne taca tahta,

      Tüm dertleri özetlemiş bir ‘ah’ta,

      Bozkırda naradır bizim türküler.”

      diyen, acıyı-tatlıyı, hüznü-sevinci, elemi-kederi, toyu-düğünü, özlemi, gurbeti, ölümü-hayatı, zulmü-haksızlığı velhasıl bizi biz eden değerlerin formüle edildiği Türkülerimize gösterdiği hassasiyeti hissiyata döken şair, toplumun ortak vicdanıdır.

      “Ey şiir kanayan yaramsın benim

      Göğsümde taşırım, gören gül sanır.

      Feryadım, figanım, naramsın benim

      Uzaktan duyanlar, bir bülbül sanır

      Söz düşmüş payıma Bezm-i Elest’te

      Bir vefasız yâre oldum dilbeste.

      Çırpınıp dururum hep bu kafeste

      Söylemem derdimi, tahammül sanır.”

      Akbaş; ruhunun melâl burcunu mesken tutan hüzünlerini, heyecanlarını, hayâllerini, sevinçlerini ve ima yoluyla en mahrem sırlarını gönül teriyle mayalayarak, gönül dilinin tercümanı diye nitelendirdiğimiz, edebiyat dünyasının hakanı, nazım ve nesir ülkesinin sultanı şiir diye anlamını bulan duygu çiçeklerinin elvan elvan açtığı efsunkâr gülistanda bizlere meramını anlatmaktadır.

      Ezcümle; Ali Akbaş, insanı insan eden değerleri şahsında toplamış, büyük bir şairdir.

      Daha lise öğrencisiyken katıldığı yarışmada birincilik kazanan şiiri, Maraş Lisesi Marşı olarak kabul edilen Akbaş, 1991 yılında, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Kuş Sofrası” adlı kitabıyla çocuk edebiyatı dalında yılın şairi seçilmiş ve 1993 yılında, Kazakistan’ın başkenti Almatı’da gerçekleştirilen “II. Türk Dünyası СКАЧАТЬ