Peltek biraz güldü.
– Vadim, belki onun da içesi geliyordur?..
– Hey, moruk, hepsini de o satıcıyla bir tutma. Hi-hi!… Ya, sizin aşkınız vahim oldu! Kaç gece uyutmadınız, ha-ha-ha!..
– Tamam, öyle ağzını ayı-masana. Çok tatlı bir kadındı o.
– O zamanlar, zor kurtardın kendini. Bir deri bir kemik kalmıştın…
Vadim deneni karanlıkta yine Gülşan’ın göğsünü yokladı, kız sessizce o haşerenin elini kenara itti, bunu kendince anlayan yiğit, memnun olup, Gülşan’ı merdivenlerden yukarı çıkardı. O, hâlâ onun kalçasını, baldırlarını okşuyordu, bu sefer de dişlerini sıkıp sabretti kızcağız. Ne olursa olsun bıçağı kendisiyle alıp girmesi gerek. Kader ne kadar acımasız, yani ne kadar çok sınava mecbur etti, haşereler dünyasına denk geldi. Gözlerinin önüne yine kaldırımda yatan İlğuca’sı geldi.
Sıcak odaya girince, kapının yanında sessizce durup biraz sakinleşti. Diğerleri yokken çabucak üstündeki gömleğini çıkarıp sıktı. Ondan sonra yeniden giymeden önce, uzun uzun onu kokladı. İlğuca’sının ter kokusu sinmişti gömleğe.
Sekizinci bölüm, yani olaylar derinleştikçe derinleşiyor
Arıslan Rehmetulloviç yorulup dönmüştü, yüzü beyazlamıştı. Keyfi yok. Ayrıca kalın kaşları da aşağı düşmüş. Perişan bir hâlde onu bekleyen Feyrüze’si konuşmamayı daha hayırlı buldu. Onun Arıslan’ına böyle bir durum seyrek olur. Herhâlde, Feyrüze Hesenovna şöyle tahmin ediyor: Bir asistanı doktora tezini sunduğunda haksızlığa uğrayıp, çeşitli eksiklikler bulup geçirmezlerse ya da “reddederlerse” veya ameliyat sırasında elinde birisi ölürse ya da hastayı kurtaramazsa, tabi hayat çok merhametsiz, pek çok şey oluyor. Arınbasarov böyle anlarda durumu çok ağır geçiriyor. O, depresyona giriyor: Konuşmuyor, yemek yemiyor, içmiyor, hatta insanlarla bir arada olmaktan kaçıyor. Sigara içmeye başlıyor. Eli işe varmıyor. Ne yapacaksın, çok namuslu, hassas biri bu Arıslan Rehmetulloviç.
Şimdi de o, yüzü asık bir hâlde salona geçti. Ceketini çıkarıp, sandalyenin arkasına taktı. Karısına dönüp bakmaya gücü yetmeyince, çantasını açtı ve tomar tomar paraları masaya fırlatmaya başladı. Ondan sonra da divana gidip yattı.
Her şeyi anlayan, ona bakıp duran Feyrüze ağlamaya başladı. Demek o biliyor. Arayıp bulmuşlar alçaklar.
– Affet beni, Arıslan bağışla!… Kızımıza akşam çıkması için izin vermiştim. Sinemaya gitmek için sözleşmişler de.
Neye, neye, Arınbasarov karısının ağlamasına dayanamıyor. Genellikle, kadınların kızların gözlerinde yaş görse gevşiyor. Şimdi de yattığı yerden kalktı ve Feyrüze’sinin omuzlarına sarıldı.
– Bağışla beni, Feyrüze… Belki, sen de suçlu değilsindir. O çocuk; kafeste yaşayan bir kuş değil. Bugün olmasa, bu durum yarın olurdu. Ben, ben suçluyum. Profesör, ünlü biri, parası da çok olmalı. Hadi onun kızını kaçıralım… öyle mi?
– Sağ salim olsun da çocuğumuz…
Ondan sonra Arıslan Rehmetulloviç Üçüncü Şehir Hastanesine gidişiyle ilgili konuşmaya başladı.
– …Delikanlıyı, kötü çiğnemişler, – dedi o, acı acı iç çekerek. Gözlerinde derin bir nefret parlıyordu. – Serseriler, ele geçecek onlar nasıl olsa. Ben polise de gittim. Bakanla da konuştum. Yardım ederiz dediler. E, o delikanlı, İlğuca, ben onu biliyorum, bizim öğrenci, çok iyi bir delikanlı, iyi de okuyor, konferansları dikkatle dinliyor. Her şeyi eksiksiz anlattı. Gülşan’ı kurtarayım derken arabanın altında kalmış.
Feyrüze biraz sakinleşti.
– O paraları… verecek miyiz yani?
Arınbasarov elini salladı:
– İş parada değil, karıcığım, kızımız sağ salim olsun. Ya, sen o tomarları naylon torbaya koysana. Tam on beş bin! Bizim mahalle çevrildi, tam gözetim altında olacak. Telefon da dinlenecek. Bütün polis noktalarına söylendi. Tek işte… Sadece bir şey… – Profesör elini salladı.
– Ne, Arıslan söyle. O yiğidin işi çok mu kötü yoksa?
– İlğuca yaşayacak, başını üç yerinden diktim. Kolunu alçıya aldık. Genç beden üstesinden gelecek. Orada, şimdi delikanlının yanından ayrılmıyorlar, herkesi de tembihledim. Zavallı sabi, beni görünce gerçek gözyaşları ile ağlamaya başladı. Yetiştirme yurdunda büyümüş bir delikanlı o, uzakta olan ağabeyinden başka kimsesi de yok. Ben de duygulandım. Çamaşır ipiyle sıkıca bağlamışlar delikanlıyı… O serserileri biraz hatırlıyor. Sadece işte…
– Ne? – Karısı birden dikkat kesildi, bunu gören Arınbasarov konuyu başka bir şekilde sonlandırdı.
– Okulu kalıyor işte…
Kocasına bu kez şaşırarak hatta biraz da öfkelenerek bakan Feyrüze birden dönüp mutfağa gitti ve kendi davranışını uygun bulmadığı için hemen tekrar göründü. Gözleri endişe doluydu.
– Niye ki… ama bu?
Arınbasarov Feyrüze’sine üzüldü. Gülümsemeye çalıştı ama olmadı, yine de karısının omzuna hafifçe dokunmayı unutmadı.
– Haber bütün hastaneye yayılmış. Hatta… – Söylesem mi söylemesem mi der gibi, profesör tutulup kaldı. Karısı sabırsızlandığını belli etti.
– Niye… hatta? Bugün ben seni anlamıyorum ki, yoksa…
Arınbasarov karısını böyle bir günde hiç incitmek istemiyordu, bunun için daha sakin olmaya çalışarak cevapladı.
– Telefonda bulup, hem de kim, Kaznabayev, hiç beklenmedik bir şekilde hâlimi sordu. Sesi nasıl peki… Kutluyorum, deyip kapattı ahizeyi… Ahmak! Üzüntü için kutlamak…
– Eyvah! – Feyrüze heyecanlandı. – Kaznabayev kutladıysa, seni halk milletvekilliğine aday olarak seçtiklerindendir… Kendisi geçememiş ya.
Arınbasarov birden şaşırdı kaldı:
– Kimi? Beni mi göstermişler yani?
– Sen duymadın mı?
– Yok. Ben ameliyattan çıktım ve bankaya koştum.
– Hemen hemen bütün salon sana oy vermiş. Parti Komitesi ve STK da başhekimi desteklemeye çalışmış. Ama olmamış. Eve telefon edip söylediler hepsini eksiksiz olarak.
Arınbasarov başını iki elinin arasına alıp, şaşkın şaşkın salonun ortasında durdu kaldı.
– Ya, bu benim neme gerek? СКАЧАТЬ