Yusufçuklar Oldu Mu. Bozkurt İsmail
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yusufçuklar Oldu Mu - Bozkurt İsmail страница 6

Название: Yusufçuklar Oldu Mu

Автор: Bozkurt İsmail

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-75-6

isbn:

СКАЧАТЬ hiçbir şey söylemeden kocası, hemen sonra doğan çocuklarına Mustafa adını taktı.

      Kızları doğunca, kocası ona kendi annesinin adı olan Sıdıka adını verdi.

      Son oğlu doğduğunda ise kocası, hiç düşünmeden adını Taner koydu. Oysa bu durumda geleneklere göre çocuğa, en büyük amcasının adını koyması beklenirdi. Taner adı yüzünden, kocası ile kardeşi arasında, uzunca süre bir soğukluk oldu. Bu soğukluk, 1963’te Türk-Rum savaşı başlayıncaya kadar sürdü. İki kardeş ancak ondan sonra, o zor günlerde barıştılar.

      Faize, tüm çocuklarını severdi. Ama ilk çocuğu, ilk gözağrısı Kemal’i diğerlerinden bir başka severdi. Yirmi yaşında, Kemal’ini kucağına aldığı ilk günü hiç unutmazdı. Onu o kadar çok severdi ki, yürümeye başladıktan sonra bile uzun süre kucağında taşıdı. Bir gün, çocuklu bir arkadaşı, “benim oğlum kâtip olacak” demişti kucağındaki oğlu için. O anda nasıl aklına gelmişse gelmiş, Faize de yanıt olarak “benim oğlum da şehbender olacak” demişti. Aslında şehbenderin ne olduğunu bilmezdi. Yalnızca büyüklerinin konuşmalarından çok büyük adam olduğunu anlıyordu. O günden sonra Kemal’in lakabı şehbender oldu çıktı. Kemal gerçi sonunda şehbender olmadı, ama Türkiye’de okudu ve büyük adam oldu. Onunla övünüyordu Faize.

      Kocası, yalnız Kemal’ini değil Mehmet’ini de, Mustafa’sını da okuttu. Onlar da ta Türkiye’ye kadar gidip okudular.

      Kızı yalnızca liseyi bitirdi. Kocası, kız çocuğuna bu kadar yeter dedi. “Olsun, yine dünyasını biliyor ya!”

      Küçük oğlu Taner ise okumadı gitti. Ortaokulu zor bitirdi. Suç, rahmetli kocasında idi. Rahmetli, diğer çocuklarına karşı sert davranmış, onları neredeyse zorla okutmuştu. Taner’e gelince onu şımartmış, her istediğini yapar olmuştu. Taner’in okuyamayacağını anlayınca ise iş işten geçmişti. Diğer oğulları, efendi olmuştu. Kızının kocası, marangozdu. Taner ise Londra’da yıllarca kaçak olarak orada burada bulaşık yıkamış, korku içinde oradan oraya kaçmıştı. Neyse ki sonunda orada doğan Kıbrıslı bir Türk kızı ile evlenerek İngiltere’de kalma hakkı kazanmıştı. Taner geçen yıl biletini göndermiş ve annesini Londra’ya çağırmıştı. Üç ay kalmıştı Faize Londra’da. Kebapçı dükkânı işletiyordu Taner. Ev, dükkânın üstünde idi. İyi para kazanıyordu, ama çok da işlerdi. Bol bol da para harcıyordu. Geçenlerde ikinci bir dükkân almış. Vimpi mi ne? İşte ondan. Bir keresinde Taner onu bir vimpiye götürmüştü Londra’da. Nasıl bir şey olduğunu biliyordu.

      1963 sonuna kadar Lefkara’da yaşadılar. Şöyle böyle geçiniyorlardı. Harnıplıkları, zeytinlikleri, bademlikleri, bir de bağları vardı. Kocası ayrıca, küçük bir bakkal dükkânı çalıştırıyordu. Kendisi de Lefkara işi yapıyordu. Bu konuda usta idi. Ünü vardı. Onun elinden çıkan Lefkara işleri kapış kapış edilirdi.

      1955’de EOKA ortaya çıkıncaya kadar oldukça huzurlu bir yaşam sürmüşlerdi. Ondan sonra hiç huzur yüzü görmediler. Bir ara kocası sık sık eve gelmemeye başladı. Başlangıçta kocasından kuşkulandı. Evliliklerinin ilk yıllarında bir cıra girmişti aralarına. O dönemde birçok erkeğin cıralarla ilişkisi vardı. Gençler de isagülleri ile dalga geçerdi hep. Neyse ki kocasının cıradan kurtulması uzun sürmedi. Kadın köyden çekip gitti. Sonradan öğrendiğine göre kadın o yerlere düşmüştü. Faize bu kez de benzer şeylerin olmasından korkuyordu. Kocası ile aralarında hır gür çıkmaya başladı. Sonuçta kocası bir gün ona gerçeği anlattı: Rumlar’a karşı direnmek üzere kurulan gizli örgüt TMT’ye girmişti. Birçok gece eve gelmemesinin nedeni buydu.

      Kocasıyla, ondan sonra hiçbir sürtüşmeleri olmadı. Rahmetli, oldukça ters bir adamdı. Sık sık sorun çıkarırdı. Ne kendisine ne de çocuklarına güleryüz gösterirdi. Çocuklar büyüdükten sonra bile bu tutumu pek değişmedi. Değişen tek şey vardı. Çocuklara söylemek istediklerini kendisine söyler, sonra da ondan aynı şeyleri çocuklarla konuşmasını isterdi.

      Son yıllarında, Kuzey’e göç ettikten sonra çok değişmişti rahmetli. Yumuşak, sevecen, bambaşka bir insan olup çıkmıştı. Genç yaşında öleceğini mi anlamıştı ne?

      21 Aralık 1963, yaşamlarım altüst eden gün oldu. Rumlar Lefkoşa’da Türkler’e saldırmışlardı. Sonra İskele ve başka yerlerde de çatışmalar çıktı. Köyden hiçbir Türk çıkamaz oldu. Besin sıkıntısı başladı. Rumlar Türkler’e besin maddeleri, özellikle de ekmek vermez oldular. Yürekli birkaç köylü, tüm tehlikeleri göze alarak Geçitkale’ye gidip geldi, orda da yiyecek sıkıntısı vardı.

      Çok sürmedi. TMT’nin köydeki başkanı Turgut, yılbaşı akşamı, tüm köylüye birkaç saat içinde köyü terk edeceklerini bildirdi. Köyün EOKA lideri, Türkler’in tüm silahlarını teslim etmelerini istemiş ve belirli bir süre tanımıştı. Köyde hemen hemen her evde av tüfeği vardı. Ayrıca gizli örgüt TMT’nin bazı silahları olduğunu o gece öğrenmişlerdi.

      TMT’ni köy başkanı Turgut karar vermişti: Silahları teslim etmeyeceklerdi. Tüm köylünün, silahlan ve alabilecekleri eşya ile o yılbaşı gecesi gece yarısından sonra köyü terk etmelerini ve dağ yollarından Geçitkale’ye ulaşmalarını kararlaştırdı. Öyle de oldu. Tüm köylü, yaşlı genç, çoluk çocuk, kadın erkek gece yarısından sonra yola düştüler. Öğleye doğru oraya ulaştılar.

      Köylerinden göç ettiklerinde Kemal, Ankara’da üniversitede idi. Ankara’daki üçüncü yılı idi. Mehmet, Lefkoşa’da lisede, Mustafa ise İskele’de ortaokulda okuyorlardı. 21 Aralık olayları olur olmaz, ikisi de buldukları ilk araçla köye geldiler. Bu bakımdan köyü terk ettikleri gece onlar da evde idi.

      Artık göçmendiler. Sıkıntılı günler başladı. Küçücük, eski bir evde yoklukla savaştılar. Uzun süre Kızılay’dan gelip dağıtılan yiyecek yardımı ile geçindiler. Aylar sonra kocasına az da olsa bir mücahit aylığı bağlandı.

      Kemal’den uzun süre hiçbir haber alamadılar. Mehmet’le Mustafa da uzun süre okullarına gidemediler. Sonradan, bir yıl mı, iki yıl mı geçtikten sonra, babaları onları Leymosun’daki okullara yerleştirdi. Orada hem okudular, hem mücahitlik yaptılar. Bu suretle o zor günlerde babalarına yük olmadı çocuklar.

      Bu arada savaşlar eksik olmadı. Komşu köy Boğaziçi’nde, ikide bir çatışma çıkıyordu. Hele bir kez, bayram günü başlayan çarpışmalar beş gün beş gece gün sürdü. Rumlar Boğaziçi’ni kuşatmışlardı. Bir tek Geçitkale tarafını boş bırakmışlardı. Boğaziçililer’in bir kısmı Geçitkale’ye sığındı. Onları yerleştirecek yer bulmada güçlük çekildi. Bereket mücahitler iyi direndiğinden Rumlar köyü alamadı. Geçitkale’ye sığınanlar, bir süre sonra geri döndü. Yoksa kim bilir ne güçlükler çekilecekti?

      Geçitkale’de iç huzursuzluklar da hiç bitmedi. Mücahitlerin komutanını bile vurdular. Köyde ağalık taslayan biri yaptırdı bu işi. Yaptırdı ama bu, onun da sonu oldu. Hem kendisi, hem ailesi buldu.

      Sonra o korkunç 15 Kasım 1967 saldırısı oldu. Çok büyük güçlerle saldırdı Rumlar. Kaç gencecik çocuk şehit oldu. Bunların arasında birçok köylüleri de vardı. Çoğu da uzaktan yakından akrabalarıydı.

      O gece tüm kadınlar, çocuklar, yaşlılar sinemaya toplanmışlardı. Rum askerlerinin СКАЧАТЬ