Название: Yusufçuklar Oldu Mu
Автор: Bozkurt İsmail
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-75-6
isbn:
Bu olaydan sonra Kemal kendisini işine verdi. Boş vakitlerini üye olduğu spor kulübünde geçirmeye başladı. Çoğu kez akşam yemeğine bile eve gelmiyordu. Kulüp işlerine kendini o denli verdi ki onu önce yönetim kuruluna seçtiler, sonra da yönetim kuruluna başkan yaptılar. İşinde de sürekli yükseliyordu.
Yıllar geçti böyle. Beş yıl önce, kızlarının ölümünden sekiz yıl sonra, bir oğulları oldu. Adını Doğuş koydular. Bu olay bile Kemal’in Ayşe’ye karşı duyduğu kırgınlığı, kızgınlığı gidermedi. Oğlunu çok sevmesine karşın, onun anası olan Ayşe’ye karşı yumuşamadı.
Yaşamları, ülke düzeyine göre kötü sayılmazdı. Kemal toplumda saygın bir yer edinmişti. Evleri de olmuştu. Bunca yıl kiracı olarak üç değişik evde yaşadıktan sonra, geçenlerde bir sosyal konuta taşındılar. Büyük değil, küçük, derli toplu bir evdi, ama kendilerinindi. Daha önce kira olarak verdikleri parayı şimdi kendi evlerine taksit olarak veriyorlardı.
Kemal yine kendini işine veriyor, boş vakitlerini kulüp işleri ile dolduruyordu. Başarılı bir başkandı. Hafta sonları bile, karşılaşmalar dolayısıyla evde pek durmuyordu. Evde olabildiği zamanlarda ya oğlu ile ilgileniyor, ya okuyor, ya da televizyon seyrediyordu. Ayşe’yle, ev içinde yalnız olduklarında bile iki yabancı gibiydiler.
Ayşe, yumuşak kişiliği doğrultusunda alınyazısına boyun eğdi. Kendisini çocuğuna, evine verdi. Kemal karşılık vermese de Ayşe ona karşı saygı gösteriyor, her şeyi ile ilgileniyordu. Kemal oralı bile değildi. Günlerce birbirleri ile tek sözcük konuşmadıkları bile oluyordu. Daha doğrusu Kemal tek sözcük etmiyordu. Arada konuşulacak bir şey çıksa bile Kemal kısa, sert konuşuyor, Ayşe ne zaman ağzını açsa, onu susturuyor, lafı ağzına tıkıyordu.
O sabah evden çıkarken Doğuş uyuyordu. Ayşe her zamanki gibi kahvaltı masasını hazırladı. Kemal pek çok kez yaptığı gibi masaya oturmadı. Evden çıkıyordu ki Ayşe önüne geçti. “Kemal, bu hafta sonu Emeller Alevkayası’na pikniğe gidecekler. Biz de gidebilir miyiz” diye sordu.
Kemal, hiç düşünmeden “hayır” yanıtını verdi.
“Ne olur? Doğuş da çok sevinecek” diye ısrar etmek istedi Ayşe.
Kemal kestirip attı: “Hayır dedim ya! Başka işim var.”
Oysa başka işi yoktu. Kulüp etkinlikleri de azdı. Yazları işler azalıyordu. Karşılaşma falan da yoktu. Kemal’in aklına o anda öyle geldiği için böyle söylemişti.
O anda gözgöze geldiler. Ayşe’nin gözlerinde derin bir üzüntü vardı. Gözleri konuşuyordu sanki. Kemal bir an durakladı. “Onu bu kadar üzmeye hakkım var mı? Bir insanın üstüne bu kadar gidilir mi” diye bir an düşündü. Gözlerini kaçırarak kapıya doğru yöneldi.
Kapıdan çıkarken Ayşe’nin söyledikleri uzun süre kulaklarında çınladı:
“Yazıklar olsun Kemal! Sende insanlık kalmamış!”
Ayşe’nin ağzından ilk kez böyle söz çıkıyordu.
Kemal, Ayşe’nin bir gün kendisini terk edeceğini hiç düşünmemişti. Demek ki canına tak demişti.
Ama ya oğlu? O ne olacaktı? Ayşe nasıl olup da onu alıp gidebilirdi? Biraz düşününce Ayşe’nin Doğuş konusunda başka seçeneği olmadığını anladı. Öyle ya! Ayşe, beş yaşındaki çocuğu evde bırakıp gidemezdi.
Kemal, Gazimağusa’ya geldiğini fark etti ansızın. Birkaç dakika sonra annesinin evinde olacaktı. Annesinin tek başına oturduğu Dördüncü Bölge’deki eve doğru giderken yeniden, ona ne diyeceğini düşündü.
Kemal’in annesi Faize, genellikle bahçe içinde tek ve çift katlı evlerin bulunduğu Dördüncü Bölge’deki bu kocaman evde tek başına yaşıyordu. Kızının, ya da oğullarının kendisine uğrayacağı günleri beklerdi hep. O gün perşembe idi. Kimseyi beklemiyordu. Kızı, kocası ve çocukları, Türkiye’de gezide idi. Oğulları ise kendisine ancak hafta sonları, o da arada bir gelirlerdi.
Her zamanki gibi ev işlerini bitirdikten sonra Lefkara işini eline aldı, işlemeye başladı. Kendisi pek gitmezdi ama komşularından arada bir hatırını sormaya ve kahve içmeye gelen hanımlar olurdu. O gün onlardan da gelen giden yoktu.
Gözü seyirdi. “Hayırdır inşallah” diye mırıldandı. “Yoksa birine bir şey mi oldu? Şu telefonu da takamadılar gitti. Telefon olsa çocuklarla konuşurdum.”
Başı açıktı, apak saçları vardı. Sırtında çiçekli bir entari, ayaklarında pabuç vardı. Çorap giymiyordu.
Eskiden çarşaf giyerdi. Gençkızlığında başladı buna. Sonra bir ara köye Gençlik Teşkilâtı geldi. O zaman daha Lefkara’da idiler. O patırtı gürültüde Gençlik Teşkilatı’nın açtığı kampanyaya uyarak çarşafı attı. Rahmetli kocası ses çıkarmadı.
Uzun süre yalnız başını örttü. Zamanla onu da çıkardı. Eskiden çorapsız dolaşacağını düşünemiyordu; yazın sıcak günlerinde o da oldu. Şimdi başı açık olsa, ayağında çorap da olmasa rahatsızlık duymazdı.
Yaz günleri, herkesin yaptığı gibi kapı pencereler açık otururdu. Öğleden sonraya kadar, evin önündeki veranda güneş gördüğü için, bu saatlerde girişte otururdu. Giriş bölümü oldukça büyük, genişti. Oturma odası olarak kullanılabiliyordu. Bu giriş bölümü ile mutfaktan başka, alt katta geniş bir salon da vardı; ancak salona çok az, özel bir konuk geldiği zaman girilirdi.
Evin önünde bir araba durunca yüreği çarpmaya başladı Faize’nin. Arabayı tanımıştı, büyük oğlu Kemal’di gelen. O ne? Arabada Kemal’den başka kimse yoktu. İçinde bir tedirginlik duydu. Gözünün seğirmesi aklına geldi. Dışarıya doğru yürüdü. Kemal de arabadan çıkmış, ona doğru geliyordu. Sarıldılar:
“Hoş geldin oğlum!”
“Hoş bulduk anne!”
“Ayşe nerde, Doğuş nerde?”
“Yalnız geldim anne. Bir işim var da Mağusa’da.”
Kemal’in kalın, etkileyici bir ses tonu vardı. Faize’nin sesi de kalınca ama yumuşaktı. Tipik Kıbrıs ağzı ile konuşuyordu.
Annesi oğlunu uzun uzun süzdü. Annelik önsezisi ona bir şeylerin ters gittiğini söylüyordu. Yine de oğlunun üstüne gitmek istemedi. Nasıl olsa öğrenirdi her şeyi.
“Aç mısın oğlum? Gel sana yenecek bir şeyler hazırlayayım!”
Kemal aç olduğunu anımsadı: “Açım anne!”
“Ne yapayım sana? Tuh! Tuh! Hazır bir şey de yok. Yumurta kavurayım sana. Hellimli?”
“İstemez anne! Hazır ne varsa yerim.”
Mutfağa СКАЧАТЬ