Название: Kuş Kanadı
Автор: Nağaşıbek Kapalbekulı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-04-4
isbn:
“Of!” dedi yine ve yatağına oturup bacaklarını aşağı sarkıtarak anlatmaya devam etti.
“O geceyi Tilemis’in evinde geçirdik. İkimize aynı odaya yatak yaptılar; benim için yere, Aydolu için kanepeye. Tilemis’le eşinin yüzlerinden tebessüm eksilmedi. Mahsustan böyle yaptık diyorlardı sanki. O, soyunmadan kanepeye bitkin bir hâlde oturuverdi. Işığı kapattım. Cesurdum. Kız çekindikçe cesaretim artıyordu. Sürüklercesine getirip yanıma yatırarak üstündekileri çıkardım. Kız, artık razı olmuştu. Meğerse… Of!”
Oda arkadaşım, iki eliyle kalın, güçlü ve beyazı artmış dağınık saçlarını sımsıkı tutup derin bir ah çekti.
“Keşke şimdi sigara olsaydı. On sene önce bıraktığım sigarayı şimdi canım öyle bir çekiyor ki. Of!.. Ne diyebilirim, kız gözyaşlarını öyle bir akıttı ki! Otuz yaşına gelen ben bilmiyormuşum, kızın kendisi nefesi kesile kesile hepsini anlattığında tüylerim diken diken, sinirlerim alt üst oldu.
Meğerse… İnek çiftliği ilkbahar gelince dağın eteğine yerleşmiş, inek sağanlar da her gün köyden oraya gidip gelmeye başlamışlar. Öyle akşamların birinde köye bırakma teklifinde bulunmuş Kızılmurın5 adlı elli yaşındaki çiftlik başkanı. Millet gerçek adını unutmuştur, sürekli içki içerek kızarmış burunla dolaştığından Kızılmurın adını almıştır. Yolda giderken iri yapılı koca herif, oğlak keser gibi bildiğini yapmış. Kız, öleceğim diye hüngür hüngür ağlamış, hapse attıracağını söylemiş. Kızılmurın, ‘Bir kişiye bile söyleyecek olursan kafanı kavun gibi kesiveririm.’ demiş.
Bu olay ben gider gitmez olmuş. Ertesi gün inek sağma işini bırakmış. O gün bu gündür işsizmiş. Üniversiteyi de kazanamamış. ‘Sen beni affedemezsin, biliyorum affedemezsin canım.’ diyordu yüzünü elleriyle kapatıp ağlayarak.
Tan yeri ağarıncaya kadar gözlerimi kırpmadım, o da tan yeri ağarıncaya kadar bükülerek yattığı gibi uzun uzun ağladı. Ben bedbahtın ise dili tutulmuştu, koca taş gibi sertleşmiştim. Tan ağarır ağarmaz ev sahiplerini uyandırmadan evi terk ettik. O, büroya kadar benimle birlikte geldi:
‘Amir, Allah huzurunda affet ya da öldür beni. Ben seni sadece bu dünyada değil, öbür dünyada da çok seveceğim, inanır mısın canım!’ dedi.
Tepki vermedim.
‘Artık ben senin için yokum! Sen benim için kaybolmuş insansın!’ diye yüzüne söyleyiverdim. Kız, için için ağlayarak sırtını dönüp gitti. Of! Hayat işte! Herkese evleneceğimi duyurmuştum bile! Çaresizce, beklenmedik bir şekilde şimdi beni ziyaret eden yengenle evlendim. Evde kalmış öğretmenmiş. O günden bu yana inanır mısın yirmi bir yıl geçti aradan. Hızlıca gelip geçermiş zaman. Unutmuşum, unutuyormuşum. Gelen mektubu olmasaydı.”
Yastığının altından elleri titreyerek çıkardığı zarfı bana verdi.
“Kendin okusana.”
Sesi titriyordu, kalbi hızlı çarpıyor olmalıydı. Hastanelerde çok kalan insanın hekim gibi olup hastalıklarla ilgili her şeyden bilgili olma özelliğini edindiği malumdur. Mektup, bildiğimiz kareli okul defterinin orta iki sayfasına yazılmıştı.
“Amir,
Nasılsın? İyi misin? Seni hep merak eder, sorarım. Gazeteden Bakan olduğunu okuduğumda nasıl sevindiğimi bir bilsen! Ben senin istediğini mutlaka elde edeceğinden hiç şüphe duymamıştım, emindim. Bugünlerde nasıl olduğunu çok merak ediyorum!
Ben mektubu sana özel olarak gönderdim, sadece senin açıp okuman için. Sen beni tamamen unutmuşsundur. Ben, Aydolu. Serektas’taki Jakıpbay çobanın kızı var ya! Hatırladın mı? Aydolu ne diye mektup yazıyor diye kızmayasın. Kusuruma bakma. Söylemek istediğim… Ne olduğunu biliyor musun? Seninle son görüşmemizden sonra ya delireceğimi ya da intihar edeceğimi düşünmüştüm. Ne ölü, ne de canlı biri olmuştum. Öyle yaşarken hamile olduğumu öğrendim. Kimden mi dersin, senden. Senden çocuğum olacağını öğrendiğimde yaşama karşı sevgim uyandı. Senden çocuğum olacağı için çok sevindim. Sen güleceksin belki, ancak benim yaşamamı sağlayan bir tek o oldu. Anneme sırrımı açtım, kadıncağız ağlayarak akıl verdi. ‘Amir evlenmek istemezse evlenmesin, çocuğumu doğuracağım.’ dedim. Annem çözümünü buldu. Kendi memleketinden bekâr birini bularak iki ay sonra evlendiriverdi. Altı ay sonra doğum yaptım. Etrafa süresinden önce doğduğu söylentisini yaydık. Adını da senin adına benzeterek Abil koydum. Aynı sen, aynı! Daha sonra altı çocuk daha doğurdum. Böylece yedi çocuğun annesi oldum. Kocam yumuşak huylu, iyi bir insandı. Geçen sene vefat etti, yüksek tansiyondan. Geçenlerde vefatının birinci yılı nedeniyle mevlit okuttum. Ben de sık sık baş ağrısı yaşar, bazen yataktan kalkamaz duruma düşerim.
Amir! Bu çocuk senindir. Buna önce Allah şahit, sonra seninle ben şahidiz. Oğlun Abil yazın evlenmek istiyor. Büyüdü, eskiden sen nasıl idiysen, aynı senin gibi ince ve uzun boylu. Artık ona gerçeği söylemeye cesaretim yok, soyadı farklı, babası ayrı. Şayet bana bir şey olursa ona göz kulak olasın.
Sen, Abil’in kendi çocuğun olduğundan şüphe duyuyorsundur. İnanmıyorsan, gizlice gel de bak. Anladın mı? Yüce Allah huzurunda, rahmetli annemle babamın ruhları huzurunda Abil’in babasının sen olduğunu söylüyorum Amir! Yalan söylüyorsam ruhların ruhu çarpsın! Benim bedduamdan olmalı ki Kızılmurın aynı yıl trafik kazasından vefat etmiş köpek! Köpeğe köpek gibi ölüm işte!
Amir! Bu mektubu sadece kendinde saklayasın, sonra yaşlandığın zaman olur da oğlunu arayacak olursan kendisine gösterirsin. Ben senden önce gideceğim herhâlde. Fakat ben hayattayken ne benim yanıma, ne de oğlumun yanına yaklaş! Ben o sıkıntıyı kaldıramam. Anladın mı? Ölürüm, utancımdan, özlemden, dertten! Anlıyor musun?
Sen kendine iyi bak, bu oğluna, doğacak torunlara lazımsın. Genel Sekreter’in kızıyla evlendiğini, daha sonra şehre taşındığını duydum. Ben uzaklara evlendim. Şimdilerde nasıl oldun acaba?
Peki canım! Sen beni hâlâ affetmemişsindir. Biliyorum, ama ne yapabilirim? Ben senin için dua ediyorum. Sana beddua etmem, kızmıyorum. Şu mektubu tam üç gün yazdım. Başım çok ağrır oldu son zamanlarda.
Hoş ve sağlıkla kal canım!
Selamlar Aydolu.”
Bu satırlardan sonra oturduğu evin adresini belirtmişti.
Amir, kirpiklerini bile kıpırdatmadan dik dik bana bakıyordu. Sopsoğuk bakışları içime işlemişti. Yüreğim yerinden oynadı. Gözleri çakmak çakmak olmuş, beti benzi atmıştı.
“Ne diyorsun?” dedi.
“Ne diyeyim? Yazık olmuş.”
“Kime?” dedi ani bir tepki vererek. “Kime yazık olmuş? Bana mı? Oğluma mı? Sen ne bilebilirsin ki?”
Dar odanın içinde bir ileri, bir geri gidip avuçlarını birbirine sürüp durdu.
“Kimse СКАЧАТЬ
5
Kırmızı burun