Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışması. Анонимный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışması - Анонимный автор страница 3

Название: Kaşgarlı Mahmut Hikâye Yarışması

Автор: Анонимный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn:

isbn:

СКАЧАТЬ şimdi de büyük bir eyleme hazırlanıyorlardı. Bütün teşkilat üyeleri, eylem hazırlıkları ile meşguldü. Getirdikleri, sloganlar yazılı levhaları öncelik sırasına göre özenle diziyorlar; ağaçlara sarılmış bayrakları açıyorlar; ses cihazı ile deneme yayını yapıyorlar; bu arada sağa sola bakınıp farkedilmek ister gibi çevreyi gözetliyorlardı. Borazanları ve borazancıbaşıları da vardı. Kalabalığın yanıbaşında, dizginlerini gençlerin tuttuğu dört at, burada olacaklardan habersiz, başbaşa vermiş bekleşiyordu. Atları komşu köylerden getirmişlerdi, teşkilat üyelerinden birinin babasının atları olduğu söyleniyordu. Hayvancığızlardan üçü, kışı yeni çıkarmış, kaburgaları birbirine geçmiş, tüyleri karışmış birer yılkıyı andırıyordu ama diğeri, bastığında yeri titretecek cinstendi. Hayvan başını öyle mağrur tutuyordu ki, sanırsın, Köroğlu’nun Dorat’ı… Olduğu yerde eşinen atın, donu, hafiften kızıla çalıyordu. Bu, sağrısından yağ damlayan ata, kesinlikle teşkilatın lideri binecekti. Geçmişte şahlar, hanlar, sergerdeler, kendini öven, başkasının önünden yiyen adamlar, böyle soylu atlara binerlermiş…

      Biraz sonra, gerçekten de, teşkilatın lideri Gazanfer Reis, kaşağılanmış doru tüyleri alev gibi parlayan bu soylu atın, ipekten yelesini okşamaya başladı ve sonra ayağının birini üzengiye basarak, bir alıcı kuş çevikliği ile sıçrayıp atın eğeri üstüne kondu.

      Peeeh! Peeeh! Gören maşallah desin! Eğer mümkün olsa, Gazanfer Reis, zamanın çarkını çok değil, yüz, yüz elli yıl geriye döndürebilse, atın üstündeki bu haşmeti ile, Gazanfer Reis değil, “Gazanfer Han” olurdu. O zaman, ne yapacağını da cümle aleme gösterirdi elbette. Gazanfer Reisin bütün vücudunda ince bir sızı dolaştı. O an, başında hanlara layık işlemeli demir bir tolga, sırtında savaş kaftanı, kollarında kolçak, belinde altın kemer, bir elinde kalkan, bir elinde kılıç varmış gibi bir duyguya kapıldı. Atın üstünde seyre daldığı bomboş düzlükleri, savaş meydanına benzetti. Aah! Bu akıp giden devranı geriye döndürebilse, şimdi atını nasıl da şaha kaldırıp kişnetir; emrindeki askerlere nasıl da emirler yağdırırdı…

      Gazanfer Reisin hayalleri, ani bir sesle ikiye bölündü. Cep telefonunda, Üzeyir Hacıbeyli’nin Köroğlu üvertürü, gümbür gümbür çalmaya başladı… Telefonunu çıkarıp ekrana baktığında, bıyığının altından gülümsedi. Arayan, kızı Günel’di. Günel henüz onbeş yaşına yeni basmışsa da; söz konusu vatan olunca, yaşı başı kemale ermiş insanlardan; hatta babasından bile geri kalmazdı. Babasının izine basarak büyüyordu. Günel de “Gayret” teşkilatının tertiplediği bütün toplantı ve gösteri yürüyüşlerine canla, başla katılıyordu ama önceki günkü gösteriler esnasında ayağı burkulup şiştiğinden dolayı bu yürüyüşe gelememişti. Ancak yürüyüş esnasında babasının gönlünü çoşturmak için; onun cep telefonundaki, sıradan çağrı zili yerine Üzeyir Hacıbeyli’nin ihtişamlı Köroğlu üvertürünü yüklemişti. Köroğlu üvertürünü dinleyince, babasının damarlarındaki kanın nasıl tazyikle dolaştığını çok iyi biliyordu. Cep telefonundan, Köroğlu üvertürü bir cenk havası gibi başlayınca, Gazanfer Reis sağa sola bakınıp gerindi, gülümsedi. Üzeyir Hacıbeyli’nin bu muhteşem bestesi, bir anda Gazanfer Reisin kanını coşturmasına coşturdu, ama nedense, cengaver ruhlu hayallerini deli bir rüzgara verip onu tekrar bu güne getirdi. Telefonun sesiyle, sanki derin bir uykudan uyanmıştı. Telefonu sessize aldı ve birdenbire silkinip kendine geldi, çevresine göz gezdirdi. Liderin, at sırtında bir heykel gibi kıpırdamadan duruşunu izleyen teşkilat üyelerine dönerek:

      “Son toplantımızda karar aldığımız gibi, bu gün ne pahasına olursa olsun, sınır hattını geçip Şuşa’ya yürüyeceğiz! Hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmadığımızı, bütün dünyaya göstereceğiz! Artık bıçak kemiğe dayandı. Madem ki öleceğiz, ha yorganda ha urganda ölmüşüz, ne fark eder? “Gayret” teşkilatı olarak, Karabağ’ın kurtuluşunun bizim elimizde olduğunu defalarca beyan ettik. Ermenilerin ve onların destekçilerinin, bizim kan ile yıkayarak vatan ettiğimiz bu toprakları kayıtsız şartsız terk etmeleri konusunda Birleşmiş Milletler Teşkilatının dört ayrı kararnamesini cebimizde gezdirmekten artık yorulduk. O dört ayrı kararnamenin her biri, bir değirmen taşı gibi boynumuza asıldı. Artık bu yükü taşımaya ne sabrımız var ne de gücümüz! Karabağ meselesini B.M.T ve A.G.İ.K gibi taraflı örgütler çözemez! Bu güne kadar, nice barış elçisi gâh Revan’a gâh Bakü’ye… gidip gidip geldiler. Peki, sonuç ne oldu? Bu barış elçilerinin bize bir faydası dokundu mu? Hayır! Karabağ adını ne zaman duysalar, Moskova’yı da Paris’i de Vaşington’u da bir kaşınma tutuyor. Tıslaya tıslaya konuşuyorlar; gâh nalına gâh mıhına vuruyorlar. Ne ise… Ben, Karabağ meselesinden söz açılınca, içime dolan zehiri dökmeden rahat edemiyorum ama şimdi bunları konuşmanın sırası değil. Ne bir eksik ne bir fazla konuşmak istiyorum. Kısacası biz, bu günkü yürüyüş eylemimizle, halkımızı ayağa kaldırmalıyız. Ölmek var, dönmek yok!

      Gazanfer Reis konuşmasına ara verip teşkilat üyelerine şöyle bir süzdü. Sanki aradığını bulamamış gibiydi. Atlardan birinin yanında bekleyen genç yardımcısı Garipağa’ya sordu:

      “Garipağa, Elmas ile Naile niye ortalarda yok?”

      Garipağa cevap verdi:

      “Onlar arabada, bilgisayarların başındalar. Şuşa’ya yürüyüşümüz ile ilgili haberleri, internet sitelerine göndermek için durmadan çalışıyorlar.”

      Gazanfer Reis atın üstünden, siyah renkli dört çeker cibine doğru baktı. Gerçekten de Elmas ile Naile arka koltuğa oturmuşlar, gözlerinin bilgisayarlardan hiç ayırmadan, ajanslara yürüyüş ile ilgili haberleri geçiyorlardı. Gazanfer Reis, işlerin yolunda gittiğini düşünüp hafiften gülümsedi ve sözlerine devam etti:

      “Biraz sonra, dünyanın bütün haber ajansları, bizim eylemimizden haberdar olacak. O zaman, karşı taraf da bizden çekinecek. Biz, kendi ata yurdumuza gidiyoruz. Hiç kimse bizi kınayamaz, bizi bu yoldan geriye çeviremez! Herkes görev yerine dönsün! Beş dakika sonra kutlu yürüyüşümüze başlıyoruz!”

      Az sonra, üstünde “Karabağ’a özgürlük,” “Herkes Şuşa’ya!”, “Gazamız mübarek olsun!” sloganları yazılı levhalar, üç renkli ay yıldızlı bayraklar ile “Gayret” teşkilatının flamaları havaya yükseldi, sonra büyük bir gürültü koptu… Diğer üç ata da binici bulunmuştu! Teşkilat başkanı Gazanfer Reis, atın üstünde bir heykel gibi hareketsiz, mağrurdu ve en önde gidiyordu. Onun arkasından gelen ve yan yana ilerleyen diğer üç atlı, kameralar karşısında başlarını göğe erecekmiş gibi dik tutuyorlardı! Yürüyüşçüler, ayaklarını toprağa büyük bir kararlılıkla basarak ilerleriyorlar ve slogan atmaya hazırlanıyorlardı. Borazancıbaşı, ara sıra borazana üflüyor, kalabalığı coşturmaya çalışıyordu.

      Biraz ötede ise, içerisinde Elmas ile Naile’nin oturduğu otomobilden başka hepsi boş olan arabalar arka arkaya dizilmişti. Arabalar sanki tosbağa gibi sürünerek eylemcileri ihtişamlı göstermeye çalışıyorlardı. Bu kutlu yürüyüşü seyre gelenler de kalabalığın arkasına takıldılar.

      Eylemciler destesi, sınıra doğru biraz ilerlemişlerdi ki, birdenbire siren sesleri yükseldi. Polis arabaları canavar düdüklerini öttürerek uluya uluya, toz duman içinde hadise yerine ulaştılar. Polisler, bir uğultuyla arabalardan inip yürüyüşçülerin önüne dikildiler ve yolu kestiler. Polisler yürüyüşçüleri çembere СКАЧАТЬ