Akılalmaz kıtlık, Sovyetlerde sadece Rusya ile sınırlı kalmayıp 1919-1922 ve 1929-1933 yıllarında Kazak yazar Smagul Elubay’ın da yazdığı gibi“Komünist iktidarın eliyle programlı olarak” Kazakistan’da da gerçekleştirilir ve 10-15 yıl gibi kısa sürede bir milletin yarısından fazlasının açlık yüzünden ölmesine neden olur. Kazak ve Türk bilim adamları Damira İbrahim ve Vahit Türk’ün hazırlayıp Türk okuyucusuna kazandırdığı “Kazakistan’da Kızıl Kıtlık (1929-1933) Stalin’e Mektuplar-Anılar-Röportajlar” adlı kitaptan da anlaşıldığı üzere, A. İbrahimov’un eserinde anlatılan insanların kedi köpek fare gibi boğazdan geçen her şeyi ve hatta insan eti yeme, pazarlarda insan eti satma, özellikle çocukların çalınıp kesilmesi gibi hadiseler Kazak bozkırlarında da çokça yaşanır (2016: 207, 118, 205, 222):
“Köpek ve kedileri çalarak etini yemek sıradanlaşmıştı… Hayatın ne denli değerli olduğunu anlamak için o insanların hayvanı yakaladıkları anda yaşadığı sevinci görmek gerekir.”; “Zura isimli abla yatarken beni sıkı kucaklayarak yatardı. Meğer aç insanlar geceleri çadırın altından küçük çocukları yemek için çalıyorlarmış.”
Fakat gazeteci, araştırmacı yazar Valeriy Mihaylov’un belirttiği gibi “1930’lu yıllardaki kolhozlaşma, halkın mallarının müsadere edilmemesi, halkın başına gelen afetler konusu tam anlamıyla incelenmediğinden” edebiyatta da bu konu arka planda tutulur (Kazakistan’da Kızıl Kıtlık, 2016: 215). Kazak Türkleri tarafından yaşanan açlık, ancak son 20 yılda Smagul Eluvbay’ın “Japandagı Jalgız” (2015 yılında G. Temenova tarafından Türkiye Türkçesine “Arasat Meydanı” başlığıyla aktarılmış, Bengü yayınevinden çıkmıştır) ve Adam Mekebayev’in “Kupiya Koyma” adlı romanlarında işlenir (İbrahim, Türk, 2016: 14). Ayrıca, Kazakistan’da vuku bulan kıtlık yıllarında insanların hayatında olup biten kan donduran olaylardan ne denli etkilendiğini Türkiye’de Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu da “Kazak Gördüğün Azap” adlı hikayesinde anlatır (Ömeroğlu, 2020: 65).
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından 1946-1947 yıllarında insanları yamyamlığa sürükleyen korkunç açlık ve kıtlık yine Sovyetlerde, bu sefer Gagauziya’da yaşanır (Dobrov, 2020). Sovyetler Birliği tarafından elinde avucunda ne varsa alınan binlerce insan açlıktan kırılır ve iki yıl içinde Gagauz nüfusun yarısı yok olur (Argunşah, 2014: 9). Böylece, Gagauz önderi, şâir, yazar ve gazeteci, Gagauz Cumhuriyetinin millî marşı yazarı Todur Zanet’in bildirdiği üzere, 1946-1947 yıllarda Sovyet Sistemi tarafından Gagauzlara zorla uygulanan açlıkla Gagauzların soykırımı başlar (Zanet, 2014: 23). “1950’lerden itibaren başlayan ve henüz emekleme halinde olan” Gagauz Türklerinin yazılı edebiyatında To-dur Zanet 1946-1947 yıllarında halkına Sovyet hâkimiyeti tarafından uygulanan açlık ve kıtlık konusunu ele alarak 1998 yılında gerçek olaylara dayanan, kahramanları yaşadığı Konraz köyünden, ailesinden, yakınlarından birileri olan “Açlık Kurbanları” adlı dram eseri yazar ve kitap, 2014 yılında Türkiye Türkçesine çevrilip Gece Kitaplığı yayınevinde yayımlanır. Böylece, eseri çeviren bilim adamı Abdulkerim Dinç’in de dediği gibi, “Açlık Kurbanları ile tarihin bir dilimi, bir halkı yok etme plânları, nisyana gömülmekten kurtulur. Todur Zanet’in bu oyunu ile Türk okuyucusu hem Gagauz Türklerinin kültürel kimliklerini, millî karakterlerini tanır hem de sahifeler arasında bu acıya ortak olur…” (Dinç 2014: 15-16).
Söz konusu, mevcut dram eseri hem Gagauz Cumhuriyetinde hem Türkiye’de sahneye koyulmuştur.
Tatar edebiyatında ise açlık konusu daha çok XX. yy. başında ele alınmaya başlar. 1921-1923 yıllarında Tatar halkı için bir faciaya dönüşen açlık sorunu, artık edebiyatta da önde gelen bir sorun olur. Açlık yılları devamında Tatar yazarları açlıktan kırılan insanlara yardım etmek amaçlı aktif bir şekilde çeşitli edebi mecmualar yayımlar. Örneğin, Aç Halka Yardım Komitesi komisyonunu yöneten Tatar yazar Fethi Burnaş, “Açlar” adlı gazete çıkarmaya başlar ve A. İbrahimov ile beraber “Edebi Yardım Mecmuası” yayımlar (Ahmetova, 2018: 11,14).
Konuyu aydınlatan ilk edebi eser, Ayaz İshaki’nin “Télençé Kızı” (Dilenci Kızı, 1901-1908) adlı romanı olur. A. İshaki, 1906’lı yıllarda “Taŋ Yıldızı” gazetesinde “Açlık Başlandı” (Açlık Başladı) adlı makale de yayınlar. Daha sonra açlık konusu Tatar ve Başkurt Türklerinin ortak klasiği olan Mecit Gafuri’nin yaratıcılığında da aktif işlenmeye başlar. Şairin “Fekıyrlèk Bèrle Ütken Tèrèklèk” (Fakirlikle Geçen Hayat, 1904), “Açlık Yıl, Yeki Satlık Kız” (Açlık Yılı Ya Da Satılık Kız, 1906), “Yarlılar Yaki Öydeş Hatın” (Fakirler Ya da Aynı Evi Paylaşan Kadın, 1907) adlı öykü ve “Bay Hem Hèzmetçè” (Zengin ve İşçi, 1908), “Cellim” (Acıyorum, 1909), “Yarlı Bala” (Fakir Çocuk, 1909), “Yarlı” (Fakir, 1910), “Min Kayda?” (Ben Neredeyim?, 1912), “Cıla!” (Ağla!, 1915), “Ekmek!” (1917) adlı şiirleri buna en manidar örneklerdir. Ünlü Tatar dram ustası Aliasker Kamal’ın “Açlarga Yerdem Èşlerè” (Açlara Yardım İşleri, 1907) adlı makalesi, Ya. Veli’nin “Açlık Kuştı” (Açlık Emretti, 1908) adlı dram eseri ve Abdullah Tukay’ın “Közgé Ciller” (Güz Rüzgârı, 1911) adlı şiiri de açlık dehşetini bütün çıplaklığı ile gözlerin önüne seren edebi eserlerdendir. Açlık konusu, açlığın doruğa ulaştığı 1921-1923’li yıllarda Tatar edebiyatında daha keskin bir şekilde kaleme alınır (Hadi Taktaş’ın “Açlık Patşa” (Açlık Padişah, 1920) adlı şiiri ve “Külegeler” (Gölgeler, 1922) adlı uzun şiiri, Segıyt Sünçeley’in “Aç Kişi” (1920) adlı şiiri, Mecit Gafuri’nin 1923-1928 yılları arasında yazdığı eserlerini bir araya toplayan “Açlık Tırnagında” (Açlığın Pençesinde) adlı kitabında yer alan “Kèşè Aşavçılar” (Yamyamlar, 1922) adlı uzun şiiri ve “Aç”, “Sulgan Göller” (Solan Çiçekler), “Soŋgı Minutta” (Son Dakikada, 1921), “Cılıylar” (Ağlıyorlar), “Söndüler”, “Altın Terè, Berhèt Palas” (Altın Haç Kadife Yolluk, 1922) adlı şiirleri, Fatih Emirhan’ın 1921 yılında kaleme aldığı günlüğü, A. İbrahimov’un “Âdemler” adlı öyküsü, K. Emiri’nin “Açlar” (Aç İnsanlar, 1921), “Açlar Cırı” (Aç İnsanların Türküsü, 1922), “Yardem! Yardem” (İmdat! İmdat! 1922) adlı şiirleri ve “Açlık Könnerènde” (Açlık Günleri, 1921) adlı uzun şiiri, N. İsenbet’in “Aç Üle Tuganım…” (Aç Ölüyor Kardeşim, 1921) adlı şiiri, T. Çenekey’in “Aç Ülèm” (Aç Ölüm, 1921), Z. Beşiri’nin “Kürem” (Görüyorum), “Közgè Ciller” (Güz Rüzgarı), “Yardemge!” (İmdat!) adlı şiirleri ve vb. Yukarıda sayılan yazarlardan açlık konusunu eserlerine en sık ve en etkili şekilde işleyen şair, Mecit Gafuri oldu. Onun hem nesir, hem nazım olarak yazılan eserlerinde ıstırap, aşağılanma, fakirlik ve açlığı gören sıradan fakir insanların dramı XX. yy. başından itibaren önemli bir yer alır. Örneğin, şairin hayatı ve eserleri ile ilgili araştırma yapan yazar A. Ahunov, M. Gafuri’nin böyle bir hayatı kendisinin de yaşadığının altını çizerek onun 1904 yılında kaleme aldığı “Fekıyrlèk Bèrle Ütken Tèrèklèk” (Fakirlikle Geçen Hayat) adlı eseri hususunda “yaratıcılığında halkın günlük hayatı ve duygularını derinden hissederek yazması, detayların net olması hayret içinde bırakıyor” diye bildirir (Ahunov 1981: 9-11). Korkunç açlık dehşetini kendi gözleriyle СКАЧАТЬ