Название: Açlık Baratası
Автор: Rukayye Kebiri
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-52-2
isbn:
Pencereden, bahçeyi seyrediyordum. Reyhan amca her zamanki gibi kendi sandalyesi üzerine oturmuştu. Yine Gazi’yi laboratuvar merdivenlerinden inerken gördüm. Kesin her gün olduğu gibi bodruma girecek. Gözümü üzerinden ayırmıyordum. Gazi, Reyhan amcaya doğru gidiyordu. Sanki bugün bodruma inme niyeti yoktu ama Gazi, Reyhan amcaya bir şeyler söyleyip bodruma doğru yürüdü. Merdivenleri inip göz önünden kayboldu. Yine Amber’i yavaşça sarsıyorum, “Gazi yine bodruma girdi!” Amber ise dikkate almıyor. “Acaba açılan mezarların içinde define mi buldu?” diyorum. Amber kendini öğretmenin sözlerine kaptırmış, beni duymuyordu.
“Beyler, grupların adlarını yazıp bana verir misiniz? Eğer biraz çaba gösterirseniz kırılmış iskeletlerin yerine Aşdöken Mezarlığının kemiklerinden birkaç iskelet yapabilirsiniz belki.”
“Kim iskelet yapacak? Biz mi?” Amber konuşmak yerine kafa sallıyordu. Sınıfta otursam da aklım Gazi’deydi. Bodrumda ne işi olabilirdi ki? Orada üstü açılmış mezarlığın kemiklerinden başka ne var ki? Onun her gün bodruma gitmesi bana dert olmuş; sınıf sırasının ahşabı da diken olup kalçalarıma batıyordu. Meraktan çatlamak üzereydim. Onun orada ne yaptığını öğrenmeliydim. Yerimden kalkıp öğretmenden izin aldım. Ben elimi kaldırıp izin aldığım sırada Amber, “Öğretmenim, Aşdöken Mezarlığının adı nereden geliyor?” diye sordu.
Öğretmen, “Bu soruyu Reyhan amcaya sorun.” dedi. İlginçtir ki Amber’in de soru sormaya ağzı açıldı! Bahçeye indim. Reyhan amca beni görünce, “Oğlum, sen yine sınıfta duramadın mı?” dedi. Reyhan amcanın etrafı ağzı açık seyrederken, bizim her halimize dikkat ettiğini bilmezdim. Bodruma doğru yürürken, “Reyhan amca, hazır ol. Az sonra tüm sınıf üzerine gelecek ve seni soru yağmuruna tutacaklar.”dedim. Reyhan amcanın cevabını beklemeden bodrum merdivenlerinden inmeye başladım…
– 3 -
Ayak parmaklarımın ucu üzerinde bodrum merdivenlerini iniyordum. Ayaklarımı yavaşça yere basıyordum Gazi duymasın diye. Kapıdan içeri girdim. Ortalık alacakaranlıktı. Rutubet kokuyordu. İlginç bir duygu içindeydim. Kalp atışlarım giderek hızlanıyordu. Filmlerdeki gibi kafama bir kadın çorabı geçirseydim kendimi tam bir hırsız gibi hissederdim fakat ben hırsızlığa gelmedim ki. Bu bodrumda insan kemiğinden başka çalınacak ne olabilir ki?
Kafamı kapının girişinden içeri soktum. Kocaman kemikler odun yığını gibi pinpon masasının kenarında duvar dibinde toplanmış, ufakları irilerden ayırmışlar. Kaç ölünün olduğu belli değildi. Eğer pinpon masasının altından eğilip de kafataslarını sayacak olursam, o zaman ölülerin sayısı belli olurdu. Bodrumun döşemesi baştanbaşa kazılmış ve sürülmüş tarlaya benziyordu. Fakat tohum ekmeden sanki kemik biçmişlerdi bu tarlada.
Masanın üzerinde bir matkap vardı bir de kalçanın içinden geçirilmiş ince bir boru. Gazi, masanın kenarına toplanmış kemiklerle uğraşıyordu. Usta bir kemik uzmanı gibi omurga kemiklerini gözden geçirip bir bir seçiyordu. Seçtiği omurgaları borunun kafasına yerleştiriyordu. Yüzünü göremiyordum ama elleri kemikleri getirip götürüyordu. Böyle izledikçe giysileri altından onun bel, kol ve bilek omurga kemiklerini tasavvur ediyordum. Tasavvurlarım her zaman beni beklemediğim an yakalar, zihnimde asılı kalır zaten. Gazi’nin dirseği kaldıraç gibi onun kolu ile bilek kemiklerini harekete geçiriyordu. Masa ile göz mesafesinde hareket eden bileği mekanik bir araç gibiydi. Kemikleri bir bir eline alıp bakıyor, ters çeviriyor sonra geri yerine koyuyordu. Başka bir kemiği eline alıyor, sanki beyninin dışında elleri de ayrıca kemiklere bakarak düşünüyordu. Belli, aynen benim gibi kemiklere ilgisi çoktu. Fakat ben böylesi dağılmış ve serpilmiş kemikleri değil, çerçeveli kemikleri tasavvur etmekten hoşlanıyorum. Kemiğe dokunmaktan daha ziyade, zihnimde tasavvur edip, ona göre hayal kurmayı seviyorum. Gazi’nin ilgisi ne zaman ve nereden başladı bilemem fakat bu alışkanlık bende altıncı sınıfta okuduğum zaman başladı. Hâlâ da yakamdan düşmedi. Amber diyor ki, sen altmış yaşına da gelsen bu alışkanlık seni terk etmeyecek.
Her şey o gözlükle başladı.
Tuba Mezarlığında etsiz, derisiz, perdesiz, örtüsüz cesetleri gördüğümde başladı gözlük macerası.
Ahmet şöyle söylemişti, “Ulan bilmiyorsun ki insanı çırılçıplak gösteriyor! Dayım yurt dışından getirmiş.”Sonra gözlüğü gözüne takmıştı. Her ne kadar gözleri gözlüğün siyah camları arkasında saklandıysa da dudakları inceden inceye gülümsemişti. Ben ise gözlüğü onun gözünden çıkarmaya çalışmıştım. Ahmet’in vücudumu çıplak görmesinden hoşlanmıyordum. Elimden kurtulup kaçarken, “Baksana… Hele çırılçıplak göstermek bir yana dursun, et ile deri altındaki kemikleri de gösterir. Ulan senin göğüs kemiklerin sanki tavuk kümesi.” demişti.
Elimi göğsüme çapraz bir şekilde koydum. İnsanın göğüs kemiklerinin tavuk kümesine benzemesi hiç aklıma gelmezdi. O zamana kadar kendim ve Amber’den başka doğru düzgün çıplak insan görmemiştim. Amber’i de tam çıplak görmemiştim çünkü annem bizi banyoda iç çamaşırımızı çıkarmadan yıkardı. Banyodan ilk hangimiz çıkarsak diğeri annemin emriyle yüzünü duvara çevirip gözünü kapatırdı.
Annem ise ne gözünü kapatırdı ne de bizim çıplak vücudumuzu dikkatle süzerdi. Annemiz, Tanrı gibi bizim çıplaklığımızı görürdü.
Ahmet, kemikleri de gösterir deyip kaçtıktan sonra aklım hep kurcalanıyordu. Üstelik tavuk kümesi sözü gururuma dokunmuştu. Kemikleri gösteren gözlüğü bir türlü unutamıyordum. Kime baksam, kemikleri et deri altından çıkıverip gözüme giriyordu sanki. Geceleri rüyamda göğsümde tavuklar gıdaklıyor, horozlar ötüyor, civcivler cıvıldaşıyorlardı.
Gözlüğü ele geçirmeliydim.
“Söylenenlere göre mezarın ilk gecesi münker ve nekir gelip soru soracak. Acaba insan anasının rahmine düştüğü gün de enker münker gelip insanı…”Amber elini ağzıma koymuştu. İkiz olmamıza rağmen birbirimizden farklı düşünüyorduk.
“Bu gözlük senin aklını başından almış, böyle devam ederse tımarhaneye kadar yolun var.”
Ahmet’in çıplak gösteren gözlüğünün kirası pahalıydı. Bin bir bahane ile Amber’i bir haftalık harçlıklarımızı biriktirelim belki beş on dakikalığına gözlüğü kiralar gözümüze takarız diye ikna ettim.
Amber, “Ahmet blöf yapıyor. Kitapta okuduğuma göre insanın kemikleri sadece x ışını ile gözükür. Ayrıca, izinsiz birini çırılçıplak seyretmek kötü iştir.” dedi. Benim onla bunla ne işim olabilir?
Ahmet , “Ben komşu kadına baktım. Bakmaz olaydım. Kemikleri üzerinde yedi kat etten duvar örülü.” demişti. Amber, “Ahmet’in söylediklerine, sen neden inandın?” dedi. Beni kolumdan tutup, “Şu blöfçü adamın yalan palanına inanma… Babam öğrenirse boğar seni.” dedi. “Demek ki sen de gözlüğün kemikleri gösterdiğine inanıyorsun belli oldu.”diye karşılık verdim.
Ahmet’le ertesi gün karşılaştığımızda,“Ben mahalle kadınları ve kızlarının çoğuna baktım.” dedi böbürlenerek. Bir anda Ahmet’in gözlük arkasından annemi seyrettiğini СКАЧАТЬ