–Öyleyse, siz razısınız diyeyim mi?
–Hangi razılık?
–Şimdi gidip sizin ne dediğinizi söyleyim?
–Ulpan kendi kararını kendi verir. Kendisiyle konuşsun dedi de. İşte “baba, hayır duanı yap” dediği gün, yapacağım dua olsun, dua etmek zor değil ki…
Artıkbay biraz daha sessiz kaldı. Müsirep de ihtiyarın cevabı değişir mi acaba diye bekliyordu. Anne razı değildi, baba razı değildi. Gidip bunu söylerse, Eseney’in tavrı değişir mi? Yok, değişmezdi. Buna, kızın razı olmadığı da eklenirse ne olacak peki? O zaman zorlamasına zorbalığı da eklenirdi.
–Müsirep, ben seni yirmi yıldan beri biliyorum. Sadakatinden ve samimiyetinden başka, gizli bir yanını görmüş değilim. Ulpan ile kendin de konuş. Samimi düşünceni söyle. Şu geveze adaşın, tan ağarmadan gelip, Ulpancan’ı tilki avlamaya götürdü. Gideceğiz dediği yer Tuzlugöl… Bu evin kapısı ne tarafa bakıyorsa, o tarafta. Müsirep atına bindi ve ihtiyar Artıkbay’ın söylediği tarafa doğru gitti. Yavaşça yürüyüp gitti. Evet, bu uygunsuz bir elçilik olmuştu. Eseney’e iki şey geçmezdi: bir, ok geçmezdi, bir de söz geçmezdi. “Senin “İlkgözağrım” dediğinse, benim “Sonuncum” dediğim” dedi, oldu.
Ulpan, bu gün çok mutluydu. Babasının az sayıdaki yılkısını Sadir’inkilere katıp gönderdiğinden beri geçen bir hafta boyunca, ata binip bozkıra çıkacak, kendini zinde tutacak bir sebebi kalmamıştı. Gençlik ateşi yanıp duran enerji dolu Ulpan için, evde pineklemek, resmen insanın sabredemeyeceği bir azaptı. Bu gün işte tan attığından beri at üstündeydi. Gün gülümser gibi açıktı. Mavi gök hergünkünden farklı, sanki bu gün daha da yükseklere çıkmış gibi görünüyordu. Geceleyin yağan yumuşacık kar, her yeri ak ipek gibi kaplamıştı. Genç kayınlar, ak duvak örtünen edepli bir gelinmişçesine tazimde bulunur gibi eğiliyordu. Beyaza bürünen çalının dibinden pır diye ak keklik uçtuğunda, çalının dallarındaki kar hemen yere döküldü ve sanki ak kekliğin kanatlarından çalının dallarına kir bulaşmış gibi göründü.
Bozkırda büyüyen Kazak kızına yılın dört mevsimi asla bir değildir, her bir günün içinde kaç mevsim vardır. Hepsinin de ayrı bir güzelliği vardır. Bir haftadan beri ata binip bozkıra çıkmayan kız, bozkırını özlemişti.
Bu gün avcı Müsirep’in kartalı da görünen tilkiyi adım attırmadan yakalıyordu. Fakat kartala tilki yakalatmak o kadar da eğlenceli değildi. Koşmak da yoktu, kovalamak da yoktu. Bindiği “Müzbel doru” da memnun değildi. Ava çıkıp da at koşturmadıktan sonra bunun neresi zevkliydi ki! Eseney’in üç buyruğundan birinin, bir kızı hor kılmadığı yoktu ki! Eli çok serttir onun. Demir ağızlık olmasaydı gösterirdim nasıl at koşturulduğunu! Pantolonumun paçaları parça parça olana kadar koştururdum…
Avcı Müsirep ilginç bir insandı. Bazen ölmekte olan tilki ile kavga ederdi. Sen nesin, kızıl şamdan, kara pantolon paçası hilekâr!.. Sen nesin ha, kızıl renkli küçük köpek, kara ayaklı bir üçkağıtçı!.. Kurtulacağını mı sandın? Evine varamadan yere serilip kurnazlığına bak hele şunun! Köpek yavrusunu Kazaklar dokuz ayı dolduğunda “evine vardı”, yani yetişkin oldu diye düşünürdü. Kartalın yukarıdan süzülerek gelip hamle yaptığında iki defa dokunup da alamadığı kancık tilkiye avcı, bu utanmazlığını söyleyip onu utandırıyordu. Senin annen ya hu, senden de beter işe yaramaz…
Avcı daha sonra kartalına kızmaya başladı. Sen nesin, bundan önce hiç kancık görmedin mi? Gördün! Ne zamandan beri sana söylüyorum: kuyruğunu dikip koşan, tilkinin kancığıdır. Onun başı kuyruğunun dip tarafında değildir, ne tarafa doğru yönelmiş gidiyorsa o taraftadır. Kuyruğunun dip tarafına doğru gidersen, onu, senin ağzına yüzüne dolar. Ondan sonra bir ay otur evde, baban ölmüş gibi bir üzüntü içinde… Güzelim Ulpan, bağla bunu…
Görmüş geçirmiş adam, tilkiye sanki kendi hanımına kızarmışçasına kızıyordu. Ben seninle birlikte yaşayıp gidiyorum, sarı ve kirli donlu yaşlı üçkağıtçı seni! Ne var da sen böyle kendini beğeniyordun. İhtiyar Müsirep’in gözüne ilişirsin de, yere serilmez misin işte böyle?..
Avcının boş laflarını daha fazla dinlemek istemeyen Ulpan evine döndü.
–Ağabey, ben maralımı bir göreyim demiştim…
Ulpan, maralın izini takip ediyordu, “Türkmen” Müsirep’i sonradan tanıdı. İki köpek arkasında, av arayarak yavaş yavaş geliyordu. Başında kuzu derisinden kara börk, kara tay derisinden kürk, uzaktan uzaktan yürüyen kızıl renkli at, Ulpan’a çok tanıdık geldi. Ulpan onu görünce sevindi. Tuzak kurmadan, art niyetsiz, dürüstçe konuştular. Müsirep, beğendiğini gizlemedi de. Bunda korkacak bir durum ya da tehlike de yoktu. Ulpan da onu beğeniyordu.
Bu birini beğenmenin masum bir şekliydi. İkisi de biliyordu, birbirine söylemeden, ömür boyunca sessizce sürüp gidecekti. Büyüklük de küçüklük de engel değildi, başka bir engel de yoktu. Böyle bir beğenme, dokunarak mutlu olmaktan da daha yukarı bir masumluktu. Şımartmayı bilen ağabey ile şımarmayı bilen kızkardeş arasındaki sevgi misaliydi. Ne olduğu ve nereden başladığı belirsizdi, Ulpan ile “Türkmen” Müsirep’in arasındaki ilişki böyle başlamıştı.
Ulpan hızlıca atını koşturup gelerek:
–Müsirep Ağabey, kurt avlamaya çok geç çıkmışsın? Dedi.
–Kurt avlamaya değil, seni görüp halini hatrını sorayım diye geliyorum, güzelim. Yarın artık memlekete dönüyorum.
–Memlekete? Bizi böyle bırakıp gidiyor musunuz?
–Bırakıp gitmek de ne demek, kurban olayım… Sana kıyıp da kim seni bırakıp gider! Çok geçmeden geri geleceğim.
–Olsun, bu gün bizdesiniz ya. Gitmiyorsunuz. Ben size bir kucak kuvray29 kesip getirdim… Ne kadar çok çeşidi var! Kuruyanı da var, çalılar arasında taze ve yeşil olanları da…
–Olsun, Ulpancan olsun…
–O, akşama olacak. O zamana kadar kurt kovaladığınızı gösterirsiniz.
– O da olsun… Kurttan korkmuyor muydun?
–Sizin yanınızda olup da korkar mıyım hiç?
–Peki, tamam, güzelim… Fakat benim dediğimden çıkmayacaksın ona göre!
–Kabul, Müsirep Ağabey, kabul. Sadakatle sana itaat eden kulunum…
Müsirep atından inip, Ulpan’ın atının üstündeki eğeri iyice düzeltti. Üzenginin kayışını azıcık uzatırken eli kızın ayağına dokundu, sıcacıktı. Sıcaklık bütün vücuduna yayıldı, elini hızlıca çekti.
–Haydi, şimdi gidiyoruz.
İkisi birlikte dörtnala gidiyordu, Ulpan’ın gözüne СКАЧАТЬ
29
100-150 cm boyunda büyüyen, temmuz ayında şemsiye şeklinde çiçek açan bir bitkidir. Eylül ayında çiçek ve yapraklarını döküp sarı renge dönüşür ve rüzgârda özel bir ses çıkarır.