Bu arkadaşlar gibi bütün dünyanın dikkat gözünü cezbeden bu muazzam kıtanın içinden geçmeyi hararetle özleyen nice münevverler var! Bir insanın Asya’yı kendi gözüyle görmesi, gıpta edilecek bir bahtiyarlıktır.
Bizim heyetimizde askerî bir disiplin yok. Avlanmak isteyen arkadaşlar, Moğol komşularımızdan kiraladığımız atlara binerek çıkıyor ve akşamleyin birer ikişer geyikle dönüyorlar. Herkes görevine sahip çıktığından kati emirler vermeye hacet kalmıyor ve düzenli teftişler, uyarılar ve cezalarla temini mümkün olan disiplin, son derece tabii bir şey oluyor.
Biz burada, İç Moğolistan’ın Mingan Tasok adını taşıyan küçük bir sahasının ortasındayız. Bu havalinin reisi, buradan 25 mil mesafededir. Buraya ulaştığımızda, bu reis bizim kim olduğumuzu, ne istediğimizi anlamak için bir zabit ile üç asker gönderdi. Bunlar bizim tüfek attığımızı duymuşlar ve üç kurdu öldürmemizden memnun olmuşlardı.
Reisin mümessili, bize istediğimiz gibi harekette serbest olduğumuzu bildirdi. Yalnız bize toprakları kazmamamızı tavsiye etti. Çünkü toprakları kazarsak yeryüzünün ve dağların ruhlarını kargaşaya uğratırdık. Bilhassa tepelerinde bir obo (dua ve dilek yeri), bir adak bulunan dağları huzur içinde bırakmak lazımdı.
Ertesi gün ben de Walz ile Yuan’ı iadeiziyaret için gönderdim. Bu yörenin başı, sevimli bir ihtiyar Moğol’du. Bu zat bize dair birçok sual sorarak her şeyi bütün teferruatıyla anlamak istemiş ve bizi ziyaret arzusunda bulunduğunu anlatmıştı. İki gün sonra onun namına yüksek rütbeli bir zabit geldi. İri gözlüklü bir zat olan bu zabit, mavimtırak, siyah bir elbise giyiyor, belinde gümüşten bir kılıç kemeri ile silahlar taşıyordu.
Onunla yanında bulunanlara çay ve sigaralar takdim ettik, fotoğraflarını çektik ve kendisiyle görüştük.
Yukarıda söylediğim gibi deniz seviyesinden 1,770 metre yüksekteyiz. Tibet havalisi için bu kadar yükseklik, hiç de mühim değildir. Belki Tibet’te bu kadar alçalmaya imkân yoktu. Fakat bu yükseklik, İsveçliler ile Almanlar için oldukça mühimdi. Burada dağ havası hükümrandı. Haziranın ortalarına vardığımız hâlde sıcaklık gölgede 27 dereceyi geçmemiş, bir gece termometremiz 1 dereceye kadar inmişti. İki gece sonra sıcaklık, sıfırın altında iki dereceydi.
Velhasıl hava mükemmeldi. Yalnız gündüzleri saat on bir ile beş arasında biraz hararetten bahsedebiliyoruz. Fakat hararet hiç de ağırlaşmıyor.
Güneşin batmasıyla ortalık serinleşiyor. Rüzgâr, daima ve her istikamette esmekte. Hayatımda birkaç kere donduğum için hararetten zerre kadar şikâyetim yok.
Heyetimizin ilim erkânı arasında İsveçliler ekseriyeti teşkil ediyorlar. Jeoloji uzmanımız Doktor Norin, etrafımızı gösteren 1/150.000 ölçekli bir harita yapmakla meşgul.
Doktorumuz Hummel, yalnız heyet ile maiyetindeki hastaları tedaviyle meşgul olmayarak gelip geçen Çinlileri ve Moğolları da tedavi ediyor. Sağlık durumumuz gayet mükemmel. Onun için doktorumuz bitki ve hayvan araştırmaları için vakit buluyor. Doktorumuz bundan başka, antropolojik araştırmalarla da meşgul olarak birçok ölçüm yapıyor ve bunları kaydediyor.
Bergman, arkeolojik incelemelerle meşgul. O, bulduğu şeylerden iki tane bulursa Çin hükûmeti bize, bunların bir tanesini verecek. Ben de geçtiğimiz yolları gösteren bir harita çiziyor ve bir günlük tutarak memleketin coğrafi ve fotoğrafik vaziyetini tespit ediyorum.
Elli yedi senelik ömrünün otuz dört senesini Moğolistan’da geçiren Larson, bütün işlerimizi tanzim ediyor, her işimize bakıyor. Onun dikkatinden kaçan bir şey yok. Onu her yerde görür ve onun her şeyi gördüğüne emin olursunuz. Bu adam, canlı bir gazete gibidir. Günün bütün havadisini bilir ve hepsini bana haber verir. Bu adam, benim sağkolumdur ve ben onunla istişare etmeden bir şey yapmam. Develer ve Moğollar onun idaresindedir. Biz de bunlarsız bir adım atamayız.
Larson’un sağkolu Haslund’dur. Bu gayretli ve cevval genç, her engeli yıkan, aşan, yapılmayacak işleri yapan bir adamdır. Onun yirmi iki yaşındaki arkadaşı Söderbom da ondan farksızdır.
Alman arkadaşlarımızın birincisi Doktor Haude’dur. Meteoroloji uzmanı olan bu arkadaşımız, hakikaten uzmandır. Beyaz, sarı, hepimiz onu seviyoruz. Kendisi, rasathanesinde meşgul olmadığı zamanlar ya bir dağın tepesinde rüzgâr ve havayı tetkik ediyor yahut bir pilot balonu uçuruyordur. Başka zamanlarda da hesapları ve notlarıyla meşgul oluyor. Çinli ve Alman yardımcıları vardır.
Bay Dettmann, eskiden bir bahriye zabiti idi. Doktor Haude’un başlıca yardımcısı odur. Sonra kendisi çok iyi bir ressam ve nüktedandır. Bilhassa mandolini, herkesi memnun ediyor.
Bay Liebrenz, bizim sinemacımızdır. Onun enteresan bir şeyi kaybetmesine imkân yoktur.
Bay Heyder, benim kurmay subayımdır. Onun vazifesi, karargâhta inzibatı temin etmektir.
Bay Mühlenweg, para işleri ve hesaplarla meşguldür.
Bay Zimmermann, doktorumuzun muavinidir. Bay Walz de öyle. Baron Marschall, eşyamıza nezaret ediyor.
Bay Kaul, aşağı yukarı her şeye bakıyor.
Profesör Hsü, on Çinli âlim ve öğrencinin başkanıdır. Onun göbek adı, Ping Chang; aile adı, Hsing’dir. Sonra onun bir adı daha vardır; Tzu, yani “sabah kızıllığı” fakat bu adı yalnız dostları kullanabiliyor.
1888’de doğan Profesör Hsü, 17 yaşında Hupev vilayetinden ayrılarak Pekin’e ve 1913’te Paris’e gitmiş ve Sorbonne’da altı sene felsefe tahsil etmiş. Profesör daha sonra Çin’de felsefe okutmuş, sonra 1921’de Millî Üniversitede felsefe hocalığına tayin olunmuş. Maaşı 280 dolardan ibaretti. Fakat iki seneden beri bunun ancak yarısını alabiliyordu.
Profesör Hsü, kör bir milliyetperver veya yabancılara düşman değildir. Bilakis her milletin mukadderatına hâkim olmasını savunur. Sonra Moğolları ve Tibetlileri Çin lehine zorlamaya da taraftar değildir. Onun bütün emeli Çin arazisinde bulunan bütün sanat hazinelerinin Çin’de kalmasıdır. Onun için Profesör Hsü, biraz da bizi kontrol etmek için maiyetimize girmiştir. Ben, onun tayinini memnuniyetle kabul ettim.
Çünkü kendisi ılımlı, kibirsiz ve sevimli bir adamdır. Onun gibi bir seyahat arkadaşı kazandığımdan dolayı cidden memnunum. Çünkü Profesör Hsü, kendi memleketinin medeniyetine tamamıyla vâkıf olmasının yanı sıra Çin edebiyatı, felsefe ve tarihinde de çok bilgilidir. Sonra kendisi Avrupa’nın fikir ve hayatına derinden vâkıftır. Profesör Yuan ise Amerika’da jeoloji ve arkeoloji tahsil etmiştir. Onunla bir Avrupalı meslektaş arasında hiçbir fark yoktur. Onunla Bergman ve Norin arasında tam bir anlaşma hâkim. Hepsi de bu seyahatten azami derecede ilmî fayda sağlamaya çalışıyor.
Bu Çinli üstatlardan başka, bize refakat eden âlimlerden biri Arkeolog Huang Wengbi’dir. Dördüncü Çinli âlimimiz, Ting Taoheng’dir. Beşincisi, Chan Fan-hsun’dur.
Çin’in beş muhtelif vilâyetinden olan bu beş âlim, tabiat, iklim, nüfus, lisan noktai nazarından beş milleti temsil eder gibi idiler. Bunların hepsi ile mükemmel geçiniyor ve hepsinin refakatinden yararlanıyorduk.
Çin hükûmeti, bu kişilerden СКАЧАТЬ