Kâğıttan Kayıklar. Emin Göncüoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kâğıttan Kayıklar - Emin Göncüoğlu страница 4

Название: Kâğıttan Kayıklar

Автор: Emin Göncüoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-80-7

isbn:

СКАЧАТЬ O zamanlar erişilmesi uzak büyük bir denizdi orası. Kalabalık caddeler, neon lambalar, ışıklı yüksek binalar, yeşil ağaçlarla kaplı iki tepenin arasındaki mavi suda akıp duran pırıl pırıl gemiler, onlara eşlik eden beyaz martı kuşları, sevgililer, aşklar. Ne garip, şimdi bir çocukluk düşünden canını kurtarmaya çalışıyorsun. Bir gün evden kaçıp oralara gitmeyi bile planlamıştık. Hatırlar mısın bilmem.” diye yüzüne baktı.

      “Hatırlamaz olur muyum?” dedi eski arkadaşı, yüzünde ince bir tebessüm dolanırken. Muktim bu tebessümden memnun, devam etti:

      “Fakat o gün evden kaçamasak bile okuldan kaçmıştık.”

      Karşılıklı gülüyorlardı. Yemekleri bitmiş, boş tabaklar masanın üstünde duruyordu. Kısa boylu küçük garson unutmuştu onları. Muktim’in yaptığı işaretle, biraz da mahcup elindeki kirli, ıslak bezi masanın üstünde gezdirerek küçük kırıntıları aldı en üstteki tabağa. Tam gidecekken hatırına geldi, dönüp sordu:

      “Başka bir emriniz var mı abi?”

      “Bize son olarak iki bira daha getir.” dedi Muktim arkadaşına bakarak. Bir itiraz gelmeyince kısa boylu garsona döndü tekrar:

      “Tamam.” dedi. “Bize hemen iki tane getir.”

      Kısa boylu küçük garsonun gidip elinde biralarla dönmesi bir oldu.

      Gece ilerlemiş masalar boşalmıştı. Sadece, onlardan üç masa ileride biri yaşlı, biri genç iki kişi vardı. Onlar da biraz önce iri gövdeli araçları ile gelmişlerdi. Küçük lokantanın yan tarafında, araçların park ettiği büyük toprak düzlük, onların eski püskü otomobilleri ve yeni gelen araç sayılmazsa bomboştu. İlerleyen geceyle birlikte, karanlığın içinden iki kırmızı nokta gibi önce küçük, sonra da büyüyerek gelen alev gözlü araçlar da azalmaya başlamıştı. Başı kel, şişman yaşlı lokantacı kısa boyuyla içeride, masada arkası dışarıya dönük oturmuş, günün hesabını çıkarıyordu. Kısa boylu küçük garsonun yüzünde gece ve uyku vardı. Muktim bir sigara uzattı eski arkadaşına. Kendisi de yaktı; derin bir nefes çekti, sonra da ciğerlerindeki dumanı savurdu gecenin yüzüne.

      “Bu küçük havuzda dolanıp duruyorum yıllardır.” dedi Muktim, biliyorsun. “Fakat (kendi kendine güldü) nereden bileceksin yahu, o kadar zamandan sonra.” Durdu. O da sarhoş olmuş gibiydi.

      “Okulu yarıda bıraktım, yani fakülteyi, biliyor musun?”

      “Yo.” dedi. “Bilmiyorum.”

      Eski arkadaşı, yüzüne şaşkın bir ifade verdi. Sigarasından tekrar derin bir nefes çeken Muktim:

      “Olmadı işte, ardından askerlikti derken ben de döndüm. Biraz da zorunluydum.” diye kendi kendini onayladı. Sonra da:

      “Yok yok, tamamen zorunluydum.” dedi. “Beni bekleyen yaşlı bir anam ve bir kız kardeşim vardı.”

      Eski arkadaşının gözleri parladı birden.

      “Gülbahar teyze nasıl, iyi mi?” diye sordu.

      “Hayır.” dedi Muktim. “İyi değil (üzgün bir sesle) geçen yaz öldü, ihtiyar ve zayıf bacakları daha fazla taşımadı kendisini.”

      Gözleri üzgün ve kısık durdu bir süre, sonra tekrar devam etti.

      “Acılı bir tebessüm gibi birdenbire gitti.”

      “Üzüldüm.” dedi eski arkadaşı, hem kendini hem de Muktim’i teselli etmeye çalışan bir sesle. “Genç değildi, yaşlıydı.” dedi Muktim. “Yaşlı olunca ölüm daha mı normal karşılanıyor ne? Oysa insan ömrü sonsuz zaman rüzgârında küçük bir fısıltıdan başka nedir ki? Bıkıp usanmadan bu küçük zamana, yüzlerce acı, keder ve umut sığdırır, sonra da geldiği bilinmezliğe doğru savrulur gider. Etraftaki çoğu kimse bunu fark etmez bile. Çünkü herkes kendi küçük dünyasının irili ufaklı sızıları ile meşguldür. Her şeye karşın şu an var, gerçek olan bu işte, bardağımı sana doğru kaldırışım.”

      Havaya kaldırdığı bardağından bir yudum aldı.

      “Kardeşin ne yapıyor?” diye sordu merakla eski arkadaşı.

      “Evlendi.” dedi Muktim. “Üç çocuğu var, iki kız bir oğlan.”

      “Çabuk işini bitirmiş; çalışkan bir öğrenciydi, oysa okumaya da hevesliydi değil mi?”

      “Doğru biliyorsun.” dedi Muktim gülerek. “Hem de çok istekliydi. Fakat insanın hevesi kursağında kalmadıkça çıkmazdı yaşamın tadı. Kendi kendisi ile alay eder gibiydi. Hem sonra hangimizin isteği yoktu ki yarını daha iyi kurmak için; yığınla idealimiz vardı, daha bulutsuz, daha güneşli bir gün bulabilmek için. Ne oldu bütün bunlara şimdi? Sert esen rüzgârların karşısında ince bir dal gibi kırıldılar birer birer. Şimdi çamurlu sulara gömülmemek için küçük bir ayak yeri arıyoruz. Üstünde durup canımızı kurtarabilmek için. Ne çare ki o da ele geçmiyor.”

      Sigarasından derin bir nefes alarak devam etti:

      “Ele geçiren de yerinin rahatlığından değil, bir başkasının ele geçiremeyişinden dolayı mutlu. Böylesi bir mutluluğun içine tüküreyim!” dedi hırsla. Sonra da, “Belki biz bu kadarını becerebildik.” dedi.

      “Seni çok karamsar buluyorum.” dedi eski arkadaşı.

      “Hayır hayır.” diye atıldı Muktim. “Ben hayatın bizi sıkıştırdığı köşedeki yaşamımızı anlamaya çalışıyorum. İyimser veya kötümser olmak için değil bu. Koca bir kentte küçük bir ayak yeri bulamamak. Sonra etrafımızın bir çöplük yuvasına dönmesi gerçeğini değiştirir mi iyimser olmak? Ayrıca, iyimser olmak, gözün gördüklerinden kaçmanın, reddetmenin öteki yolu mu? Her gün binlerce insan birbirini öldürüyor yorgun dünyamızda. Binlerce insan açlıktan kırılıyor. Çocuklar içecek süt bulamazken kederli dünyamızda, milyonlarca dolar para silaha akıyor. Ne yazık ki insanoğlu binlerce yılın birikimi olan bu noktada insan gibi yaşamasını becerebilmiş değil. Çocuklar hariç, gülen insana pek rastlayamıyorum çevremde. Neden? Ne eksik? Neyi beceremiyoruz? Zaman zaman daralıp sıkıştığım doğru. İçimizde yıllardır özenle yetiştirdiğimiz gülün solduğunu hissediyorum, hem de binbir emekle yetiştirdiğimiz.”

      Sigarasından derin bir nefes alarak tekrar devam etti:

      “İnsanlar birbirine karşı vahşileşip acımasızlaştığı için, yaşamak uğruna bazı sorumluluklardan ötürü yığınla sorumsuzluğa katlandığı için tedirginim. Yıllar önce önümüzdeki yürüdüğümüz yol genişti sanki. Bunun böyle olmadığını şimdi daha iyi anlıyorum. Şimdi bu yolun gittikçe daraldığını görüyorum. Daralıp incelen bu sarp yolda biraz daha rahat yürüyebilmek için, yoldan gelip geçenleri veya yol arkadaşlarını kenarlara, oradan da aşağılara, dibi delik uçurumlara itmeyi bir yaşama gayreti gibi görmekten tiksiniyorum. Ve bunun gün geçtikçe azalmayıp arttığını ne yazık ki biliyorum.” Eski arkadaşının gözleri bulanmış ve kanlanmıştı. Kötü bir haber almış gibi yüzü karışıktı. Başını gövdesinin üstünde sağa sola düşmesin diye dik tutmaya çalışıyordu. Bunu СКАЧАТЬ