Genç Rahmi’nin Hikâyesi. Emin Göncüoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Genç Rahmi’nin Hikâyesi - Emin Göncüoğlu страница 11

Название: Genç Rahmi’nin Hikâyesi

Автор: Emin Göncüoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-87-6

isbn:

СКАЧАТЬ diyerek kalabalığın içinde sıkışıp kalmış olan Fırıncı Recep’e kükredi. Fırıncı Recep, oldum olası, Kasap İsa’dan çekinirdi. Kasap İsa’dan çekinen sadece o değildi. Tüm çarşı esnafı, elinden bıçak ve satırı hiç eksik olmayan, gözünü budaktan esirgemeyen, nerede bir olay çıksa, içine balıklama atlayan, konuşurken hem sert aynı zamanda da makineli tüfek gibi seri konuşan Kasap İsa’dan çekinirlerdi.

      “Ver şu bıçağı!” diyerek Rahmi’nin elindeki bıçağı aldı Kasap İsa. Aslında Rahmi de pek itiraz etmeden gönüllüce vermişti bıçağı. Etraftaki kalabalık derin bir oh çekti. Ardından, tehlikenin geçmesiyle konu gözlerinde küçülüp önemsizleşti. Rahmi’nin hışmına uğrayan yaşlıca müşteri, sığındığı eczanenin kapısından, herkesin Rahmi’nin başına üşüştüğünü görünce fırsat bu fırsattır deyip inanılmaz bir hızla oradan uzaklaştı. Çarşı esnafı, sessiz ve sakin saatlerin ardından yaşadıkları bu olayın kötü neticelenmemesinin sevinciyle işlerinin başına döndüler. Giderken yaşlılar Rahmi’ye nasihat etmeyi, Rahmi’nin yaşıtları da bu kadar çok insanın ilgisini çekip ondan hiç beklemedikleri bir işe nasıl kalkışabildiğini düşünüp onu kıskanmayı ihmal etmediler. Rahmi, babasının gelip kendisine bütün bu olanlardan sonra göstereceği tepkiyi endişe içinde boşuna bekledi. Azgın yaz güneşi, şehri saran çıplak tepelerin arkasına gidip saklanınca, Rahmi dükkânın gürültüyle kapanan sac kepengini çekti, küpe kilitleri takıp kapattı ve koltuğunun altındaki kitap ve defterleri ile evinin yolunu tuttu. Çarşıda olup bitenlerden tamamen habersiz olan Halil amca ıslak pantolonunu değiştirmek için tanıdık kimselere görünmemeye çalışarak arkadan ve ara sokaklardan dolanarak eve gelmiş ve bir daha çarşıya dönmemişti.

      ALTINCI BÖLÜM

      Rahmi anahtarıyla sokak kapısını açıp içeri girdi ve doğruca odasına gitti. Mutfaktan babasının yükselen bağırmalarını duyuyordu. Tüyleri diken diken oldu. Huzursuzluğu katlanarak çoğalıyordu. Öfkesi dinmemiş babasının, her bağırışıyla yüreği yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Annesinin sesi hiç duyulmuyordu. Halil amca eve girdiğinden beri bağırıp çağırıyordu. Islak pantolonunu hışımla çıkarıp bir yana savurmuş, evin içinde yeni giydiği uzun paçalı beyaz donuyla dolaşıyordu. Rahmi odasında kendisini kapana kısılmış gibi hissediyordu. Bu tür durumlarda en kötü şey babasıyla karşılaşmaktı. Bunu daha önce yaşadığı tecrübelerden iyi biliyordu. Halil amcanın öfkesi yatışıp dinmek bilmiyordu. Böyle anlarda annesiyle, durumun daha kötüye gideceğine iyice kanaat getirince, küçük bir iş birliği yaparlardı. Fatma teyze, şu anda olduğu gibi onu babasına karşı eskiden beri kayıtsız şartsız korurdu. Fakat o da artık iyice yaşlanmış, bedenen Halil amcaya göre daha çok çökmüştü. Fatma teyze bütün duyarlı insanlar gibi içe dönük, hassas ve kırılgandı. Yanlış sarf edilmiş bir söz onu saatler boyu huzursuz ederek meşgul edebilirdi. Eve gelin geldiğinden beri kavgaları hiç eksik olmamıştı. Halil amcanın incitici bir sözü üzerine, yemek sofrasından gözlerinden yaşlar süzülerek kalktığı, belki de yaşındaki günlerin sayısı kadar çoktu. Hayat onun için taşınması gereken zorlu bir yük ve çekilmesi zorunlu bir azap, azap, hep azaptı. Kızlarını bu korku içinde tek tek baş göz edip evlendirirken geceler boyu gözyaşlarını kimselere göstermeden, etraftan gizleyerek hep ağlamıştı. Yıllar boyudur bitip tükenmek bilmeyen kavgalardan biri yine yaşanıyordu şu an. Bütün yılgınlığına ve yorgunluğuna rağmen yaşlı ana, yüreğini, Halil amcanın bitip tükenmek bilmeyen hırçınlığının ve hiddetinin karşısına koymuştu. Rahmi için en hayırlısı, babasının gözü önünden uzaklaşmaktı. O da zaten öyle yaptı. Telaş içinde evden çıkıp anneannesigile gitmek için kendisini karanlık sokağa attı. Başı her sıkıştığında gidip sığınabileceği tek yer orasıydı. Rahmi, kara taş döşeli dört beş kişinin yan yana zor yürüyebileceği karanlık ve dar yollarda yürürken kendi ayak sesinden ve hızlı hızlı nefes alıp verişinden başka hiçbir ses duymuyordu. Araçların değil de insanların geçeceği düşünülerek yapılmış kara taş döşeli daracık yollara, eski evler avlu duvarların karşılıklı yaslamış, gecenin gizemli sessizliği içinde oturuyorlardı. İnsanlar gibi sıcaktan bunalmış iri gövdeli birkaç akrep, hem serinlemek hem de avlanmak için duvarların üstünde hızla kayarak dolaşıyorlardı. Rahmi o geceyi anneannesigilin, eski evinin, avlu duvarının dibindeki sarı incir ağacının, ortadaki, yerden yarım metre yüksekçe kireç taşıyla örülmüş kare biçimindeki çiçekliğin içindeki pembe ve sarı yapraklı iki tane zakkum ağacının, aşısı yapılmadığı için meyve vermeyen limon ağacının, top reyhanın, yaprak güzelinin, üstü iri taneli koruk salkımlarıyla yüklü asmanın, balık ağzının, ayaklı minenin, sakız çiçeğinin, begonyanın, leylak ağacının, âşık garip çiçeğinin, Muhammediye gülünün birbirine karışan kokusunu, belki biraz ferahlarım diye derin derin içine çekmesine rağmen sıkıntı içinde geçirdi. Sabah uyandığında dedesi evde yoktu. Yatağından çıktı. Anneannesigile geldiği kıyafetleriyle uyumuştu. Ceketiyle kravatı, aceleyle, telaşla, çıktığı için evde kalmıştı. O gece ne anneannesine, ne de dedesine hiçbir şey dememişti. Çoraplarını bulup giydi; sonra ayakkabısını. Yattığı odanın önündeki avluya çıktı. Anneannesi ortalarda görünmüyordu. Geniş avlunun ortasındaki çiçeklikten taze sabahla birlikte mis gibi çiçek kokuları geliyordu burnuna. Dinlenmiş vücudu düne göre daha dinç ve diri görünüyordu. Gözlerini dışarının parlak aydınlığına alıştırmaya çalışıyordu. Üç dört metre yüksekliğindeki avlu duvarlarının gün doğuşuna bakan bütün yüzeyleri şimdiden kavrulmaya başlamışlardı bile. Rahmi birkaç adımda çiçekliğin yanına geldi. Eğildi, minik, sık yeşil yapraklı, yan yana ekili duran hoş ve keskin kokulu top reyhanlardan birini kokladı. Şimdi dışarının aydınlığına daha çok alışmış olan gözlerini etraftaki ağaç ve çiçeklerde tek tek dolaştırdı. Ağaçların arasından kuş cıvıltıları yükseliyordu. İçinde durduğu avluya bakan yattığı odaya bitişik odanın kalın siyah demirlerle korunan penceresinin önüne geldi. Camdan içeri baktı. İçerisi yeteri kadar aydınlık değildi. Anneannesi odanın loş bir köşesinde, yüzü çiçek ve yaprak desenli yün döşeğin üstünde bağdaş kurmuş, önündeki cüzü okuyordu. Annesine benzeyen, bir hayli yaşlı olan anneannesinin kırışmış yüzüne sevgiyle baktı. Öne doğru iki büklüm olmuş yaşlı kadın, torununun kendisini izlediğinden habersiz büyük bir ciddiyetle ve sessizlik içinde önündeki kitaba bakıyordu. Rahmi, onun arada bir, içinden, okumaktan vazgeçip dudaklarını kıpırdattığını görüyordu. Anneannesini kirli camın arkasında güneşi görmeyen, biraz da kasvetli odasında yapayalnız bırakarak sokak kapısına yöneldi. Mis kokulu çiçekliğin yanından geçerken küçük bir dal reyhan kopardı. Sokak kapısını açınca, çıkan sesten anneannesi onun evden ayrılacağını anladı. Yerinden doğrulup Rahmi’ye arkasından bir şeyler demesine fırsat kalmadan, az önce cızırtıyla açılan kapı gürültüyle kapanmıştı. Rahmi elindeki top reyhanın kokusunu içine çekerek neredeyse tam bir labirenti andıran dar sokakların içinde yolunu bulmaya çalışıyordu. Çok katlı evlerin olmadığı, dikdörtgen kara taş döşeli dar yolları, tahta üstüne kalın saçtan yapılmış, kapıları tokmaklı, avluları ağaçlı, çiçekli, eski evlerin oluşturduğu bu yaşlı semt, tamamen arkasında kaldığında, Rahmi bu saatte hiç de hareketli olmayan şehrin dar, uzun caddesine çıkmıştı. Bugün okula gitmeyecekti. Buna dün akşamdan karar vermişti. İçi sıkıntılıydı. Dün olanlar bir bir gözünün önünden geçmeye başlayınca sıkıntısı daha da artıyordu. Bu saatte nereye gidebilirdi? Nereye gitse okuldan kaçtığı için suçlanacaktı. Hal pazarının olduğu sokaktan dar caddeye seyyar satıcılar yüklerini yüklenmiş, ağır ağır çıkıyorlardı. Kaldırımlarda yürüyen insanlar seyrekti. СКАЧАТЬ