Название: Genç Rahmi’nin Hikâyesi
Автор: Emin Göncüoğlu
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-87-6
isbn:
“Oğlum, şuradan yarım kilo biber ver bana, acı değilse istemem ona göre.”
Devlet memuru olduğu her hâlinden belli olan yaşlıca bir müşteri bu sözleri söyleyerek gelip durmuştu küçük dükkânın önünde. Rahmi düşünceleriyle amansızca boğuşup dururken, kendisi için hiç de uygun olmayan bir saatte geldiği için, öfkesiyle keskinleşmiş bakışlarını, yaşlıca müşteriye sertçe çevirdi. Aslında bir an babası geldi diye irkilmişti. Bu da, dükkânın önünde başına az sonra geleceklerden habersizce ve biraz da safça duran yaşlıca müşteriye kızması için yeter sebepti. Üstelik yaşlı olduğu için babasını veya Kuru Kafa Celal’i çağrıştırmış olması da cabasıydı.
“Satış yapmıyoruz.” diye Rahmi’nin kurumuş dudaklarından içindeki öfke ve kinin şerbetine batmış bir iki söz döküldü, sabahtan beri seçilmiş, ucuzcu akşam müşterilerini bekleyen, solgun ve sonu kalmış sebze ve meyvelerin üstüne. Yaşlıca müşteri, Rahmi’nin bu öfke dolu sözleri karşısında önce şaşırmış ve kendisine anlamlı gelmeyen bu sert edasından biraz da heyecanlanmıştı. Az ötede, Halil amcanın gizli gizli didişip durduğu rakip manavdan da istediğini alıp gidebilirdi. Fakat nedense öyle yapmadı. Biraz da devlet memuru olmanın itiraz etmedeki ayrıcalığını kullanarak:
“Para kazanmak için açmadınız mı burayı oğlum? Sen ne biçim konuşuyorsun?” diye Rahmi’ye diklendi. Bu sözlerinde, dar gelirli küçük devlet memurlarının, onlara göre biraz daha iyi para kazanıp, rahat yaşadıklarını zannettikleri, küçük esnafa karşı duydukları öfke de gizliydi. Yaşlıca müşterinin karşısındakini tahrik eden bu sözleri, öfkesini dizginlemekte zorluk çeken Rahmi için patlamaya hazır dinamitin ateşlenen fitili olmuştu. Bir panter çevikliği ile atladı yaşlıca müşterinin üstüne ve ense tarafı iyice yağlanmış eski ceketin buruşuk yakasından tutması ile yüzünün ortasına kafa patlatması bir oldu. Yaşlıca müşteri hiç beklemediği bu ani saldırı karşısında önce rengi sararmış, yüreğinin atışları hızlanmış ve sendeleyerek sebzelerin olduğu bölüme doğru kaymış, sonra düşmemek için tutunduğu sebzeleri de aşağı doğru çekerek boylu boyunca yere düşmüştü. Aslında Rahmi, alnı ile istediği vuruşu yapamamış yüzü ile yaşlıca müşteriye çarpmıştı. Bundan dolayı onun da canı yanıyordu. Fakat içinden fırlayıp fırlayıp dışarı savrulan öfkenin iğneli kollarına düştüğü için bunun çok azını duyuyordu. Aslında böyle olması Rahmi için daha hayırlı olmuştu. Alnı ile sertçe vurmuş olsaydı, yaşlıca müşterinin yüzü kan çanağına döner, o zaman da bunu gören konu komşu, bütün esnafın gözünde iki paralık olurdu. Şimdiki durum bile etraftakilerin dikkatini çekmiş, fakat yaşlıca müşterinin ayağı kaydığından dolayı düştüğü zannedilmişti. Ne zaman ki Rahmi kenarda, karpuzların önündeki tahta saplı, iri bıçağı eline alınca durumun vahameti o zaman anlaşılmıştı. Rahmi’nin elindeki iri kıyım keskin sivri uçlu bıçağı gören yaşlıca müşteri korkudan altına kaçırmıştı. Nereden bilebilirdi başına bu işin geleceğini? Çarşıda manav kıtlığı mı vardı? Bu olmasın da bir başkası olsundu. Bilseydi hiç gelir miydi? Hele Rahmi’nin elindeki o kocaman bıçak da neyin nesiydi? Delirmişti bu çocuk.
“Kurbanın olayım evladım! Ocağına düştüm! Beni vurmayasın! Çoluğuma çocuğuma acı!” diye ağzından bölük pörçük sözler çıkardı yaşlıca müşteri. Rahmi yerde sırtüstü boylu boyunca yatan adamın, dediklerini duyduktan sonra hayretler içinde elindeki iri, keskin, ucu sipsivri bıçağa baktı, şaştı kaldı. Bıçağı eline ne zaman ve nasıl aldığını hatırlamıyordu. Yaşlıca müşteri serildiği yerde nutku kurumuş, göz gülleleri yerinden fırlayacakmış gibi kendisine bakıyordu. Elindeki iri bıçağı fark ettikten sonra, Rahmi’nin her yanındaki titreme daha da artmıştı. Bütün öfkesine rağmen, kalkıştığı işin ciddiyetini yeni yeni anlıyordu. Aslında gün boyu içinde artarak biriken öfke en çok Kuru Kafa Celal’e sonra da babasınaydı, fakat kader karşısına bu adamı çıkarmıştı. Ama o da, az şey yapmamış bilemeden bombanın pimini çekerek patlamasına yol açmıştı. Rahmi içinde bulunduğu durumdan dolayı hem öfkeli, elindeki bıçaktan ötürü de şaşkındı. Ne yapacağını bilmez bir hâlde iri bıçaklı elini öne doğru uzattı. Yerde boylu boyunca yatan yaşlıca müşteri, bıçak kalbine saplanmış gibi, yattığı yerde daha bir küçülerek:
“Ah! Ah! Ah!” diye korkulu sesler çıkardı. Rahmi, içinden “Keşke şu yerde yatan zavallının yerinde Kuru Kafa Celal olsaydı, ne iyi olurdu; gösterirdim gününü o alçağa. Beni görseydi bu hâlde, o da bu zavallı adam gibi çırpınırdı küçülürdü; un ufak olurdu karşımda. Gel yiğitsen, gel erkeksen, gel kaçma derdim ona!” Rahmi heyecandan boş bulunup düşündüğü “Gel erkeksen, gel kaçma!” sözlerini ağzından kaçırıp sesli söyleyince olanlar oldu o zaman. Yerde Rahmi’nin karşısında donup kalmış yaşlıca müşteri, bu sözlerden sonra işinin iyice bitmiş olduğuna kanaat getirmiş olacak ki:
“İmdat! Yetişin adam kesiyorlar! Yardım edecek bir Allah’ın kulu yok mu?” diye avaz avaz bağırmaya başladı. Yavaş yavaş akşama doğru ilerleyen ve birkaç saat sonra da, tümden ölecek olan insafsız yaz güneşinin pörsüttüğü yorgun insan ve hayvan yüzleri, sesin geldiği yöne doğru dikkat kesildiler. Küçük çarşıdaki kasap dükkânlarında çengellere asılı koyun ve kuzu etlerini, büyük bir iştahla, göz hapsine almış olan uyuz kedi ve köpekler baygın gözlerle başlarını çevirmiş o noktaya bakıyorlardı. Dükkânların önündeki dut ve çınar ağaçlarının koruyucu yaprakları arasına gizlenmiş olan serçe ve güvercinlerden ödlek olanları gizlendikleri yerden fırlayarak orayı terk ettiler. Çarşıdan ağır ağır, arka arkaya geçen taşıtların içindekiler, sesin geldiği yeri meraklı gözlerle bulmaya çalışıyorlardı. Çarşı esnafı ve alışveriş eden müşteriler yaptıkları işlerden uzaklaşmış, bazıları sesin geldiği noktayı tam olarak bulmuş o tarafa doğru kararlı adımlarla yürürken, daha şaşkın olanlar çevrelerine ne olduğunu sorup öğrenmeye çalışıyorlardı. Rahmi, dükkânın içinde yere dökülen meyve ve sebzelerin ortasında elindeki iri bıçakla şaşkın kalakalmıştı, yaşlıca müşteriden hiç beklemediği bu yaygara karşısında, bir önceki düşüncelerinden iyice sıyrılmış, yaşlıca müşterinin ortalığı daha da telaşa vermeden çekip gitmesini istiyordu. Fakat ölümü burnunun ucunda gören yaşlıca müşteri, onca olandan sonra ne bilsindi Rahmi’nin ne düşündüğünü. Esas öfkesinin ona değil de başkalarına olduğunu nereden bilebilirdi? Onun bütün bahtsızlığı yarım kilo biber almak için buraya gelmiş olmasıydı. Karşıdaki küçük manav dükkânındakileri fark eden kasap İsa, kemiklerinden ayırmaya çalıştığı yarım gövde kuzuyu, önündeki mermer tezgâhın üstüne fırlattıktan sonra hışımla dükkânından çıkıp oraya doğru yöneldi. Dükkândan çıkarken ağızları sulanarak içerdeki etleri göz hapsine almış kapıda bekleyen bir iki kedi ve köpeğe tekme savurmayı ihmal etmedi. Rahmi’nin elindeki iri kıyım bıçağı görmüştü.
“Oğlum Rahmi, kendine gel, sakın bir delilik yapayım deme!” diye ona doğru bağırdı. Rahmi’nin Kasap İsa’ya bakışını fırsat bilen yaşlıca müşteri, fırsat bu fırsattır diyerek yaşından hiç beklenmeyecek bir çeviklikle, “İmdat! Yetişin!” haykırışları arasında yerinden fırladığı gibi bitişikteki eczaneye daldı. Küçük manav dükkânının önündeki meraklı kalabalığı yaran Kasap İsa öne atlayarak Rahmi’nin bıçaklı elini tutmuştu.
“Ne yapıyorsun aslanım! Kendini heder mi edeceksin yoksa?”
Etraftaki СКАЧАТЬ