Bereket versin ki Julie pek iyi bir kızdı. Kalbi saf, insafı galip bir yavrucak. On iki yaşını geçmiş ve artık lise mektebinde aklını, olayları kavrama gücünü arttırmış olduğu cihetle validesinin husumetlerine karşı kendini müdafaa iktidarından mahrum değil idiyse de o müdafaayı insafına yediremeyerek daima validesinin şefkatli kucağına ve merhametine sığınıyor ve babasının gıyabında:
“Sen ona bakma anneciğim! O ne söylerse söylesin. Ben yine senin terbiyenden geçmiş ve her zaman iftihar edeceğin biricik evladınım.” derdi. Gerçi bu iltica Polini’nin husumetini tamamıyla def ve izale edemezse de daha ziyade artmasını ve kızına dünyayı zindan etmesini olsun men ediyordu. Zira Polini, pek akıllı ve ileri görüşlü bir kadın olmakla beraber pek de inatçı ve hırçın olup zihninden karar verdiği bir şeyi dünya bir araya gelse onu vazgeçirtemezdi.
Julie, lise tahsilini bitirdi. Bunda da ilk mektepteki gibi başarısında bir düşme olmadı. Kırk beş mevcutlu bir sınıfta dördüncü oldu. Az değil ya? Hele sesi de güzel. Müzik dersinde de başarılı. Ne güzel resimler yapıyor. Ne güzel el işleri öğrenmiş.
Bunların hepsi iyi ama validesi memnun değil. O resimlerin güzelliği mektepçe musaddak. O el işleri mektepçe takdir ediliyor. Çarşıda bir para etmezler. Kız artık küçük mü sanki? Yaş on dördü geçti. Onun kadar kızlar öyle el işleri yapıyorlar ki günde bir buçuk franga bile para demiyorlar. Julie’nin öğrendiği kadarını her kibar kızı da öğreniyor ama bilahare muhtaç oldukları el işlerini yine çarşıdaki kızlara yaptırıyorlar.
Biçare Jean, zevcesinden şu haklı itirazları işittikçe hiddetinden çıldıracağı geliyor. Kızını müdafaadan yine gayretini kesmiyor. Karısına:
“Canım! Julie, evinde ses sanatçısı olacak değildir. Ressam hiç! Modacı hiç! Bunları öğretmekten maksatları onun zihnini geliştirmek ve malumatını arttırmaktır. Julie bunlarla para ve şan kazanmayacak. Julie öğretmen olacak! Belki öğretmen bile olmayacak. O diplomayı aldıktan sonra ihtimal ki bir kibar koca bulup kendi de bahtiyar olacak, bizi de bahtiyar edecek! Farz edelim ki öğretmen olsun, o bile hepimizi bahtiyar etmeye kâfi değil midir?” diyor, ama Polini Fransızların, “Bir ‘Al şunu!’, iki ‘sana şunu vereceğim’den ibaret olan” atasözüne canıgönülden bağlanmış olduğundan, kocasının bu sözlerini sadece geleceğe dair bir ümit ve birer hayalden ibaret sayıyordu.
Kız on dört yaşına gelmiş, on dört yaşına! “Gelmiş” değil, geçiyor, geçmiş! O zamana kadar süs içinde, nimet ve bolluk içinde büyümüş. Şimdi bundan sonra arzu edeceği, muhtaç olacağı süsler daha pahalı olacak. Hâlbuki para sandığındaki akçeler hemen hemen bitmeye yaklaştılar. Kadıncağız buralarını düşündükçe kahrından çıldıracaktı. Ne yazık ki Jean’a hâlâ meram anlatmak kabil değil.
Ama Jean’ın hakkı yok mu ya? İşi bu dereceye getirdikten sonra nasıl bıraksınlar? Lise eğitiminden sonra okuyacağı son mektep için topu iki sene lazım. Haydi, kızı yolundan alıkoyalım da validesinin o eski arzusu doğrultusunda bir sanata verelim. Bundan sonra ne öğrenecek? Hem kız bir kere bolluk ve süs âlemlerine alıştıktan sonra artık bir işçi kız gibi yaşayabilir mi? İşçi kızlara müyesser olabilecek bahtiyarlık içinde kendisini bedbaht bulmaz mı?
Polini bile bunu nazarıdikkate alarak pek benimsemedi. Bundan sonra biçare Julie’nin hiçbir şeye yaramayacağına hükmetti. Dolayısıyla iki sene içinde elde avuçta bulunanları feda etmeye razı oldu.
Ama bu rızası kızın istikbalinden ümitvar olduğu için değildi. Zira bayan öğretmenler için parlak parlak istikballerin hazırlandığı demler çoktan geçmiştiler. Fransa’da, Paris’te her şeyin bir modası vardır. Tahsillerini tamamlayan kızlarla izdivaç modası da çoktan geçmişti. Onlara bedel, tahsil görmeyen kızlarla evlenmek modası baş göstermişti. Zira eğitimli, bilgili kadınlar kocalarını olur olmaz şeylerde aşağılayarak kendi üstünlüklerini ispata başladıklarından bu hâl erkek efendilerin gururlarına dokunuyordu.
Polini bunu bildiği gibi, diplomalı kızların çoğala çoğala artık eğitim bakanlığınca onlar için öğretmenlere pek ihtiyaç kalmadığını da biliyordu. Zira kaç seneden beri öğretmenlik diplomasını alan kızların tümünün hanelerinde kalarak memuriyet bulamadıklarını ailelerinden işitiyordu.
İş öyle bir dereceye geldi ki üniversite eğitiminin ikinci senesinde Jean dahi kalben karısına hak vermeye başlamıştı. Zira para sandığında pek bir şey kalmamıştı. Kendi kazancıysa günlük geçimlerine bile kifayet etmiyordu. Biraz da borç vardı. İşin en fenasına bakınız ki Julie çocukluğunda epeyce güzel olduğu hâlde şimdi hiç de güzel değildi. Küresel trigonometriye varıncaya kadar birtakım güç dersler zavallı talebelerde sıhhat ve hüsnü cemal mi bırakmıştı? Fransa aydınları bile bunların derslerinin bu kadar zor olmasından dolayı şikâyet ediyorlardı. Zavallı Julie’de renk kalmamış, kan kalmamış. Gözlerine de zaaf düşmüştü. Hatta lise öğrenimi esnasında sesi pek güzel iken onu bile kaybetmişti.
Jean için artık öyle bir kanaat oluştu ki, Julie’ye kibardan bir koca bulunamayacak. Ya bir öğretmenlik memuriyeti de bulamazsa!
İş fena! Hem de pek fena! Fakat karısına yine itirazda geri adım atmıyordu. Hâlâ kızını müdafaaya gayret ediyor. Şu kadar var ki artık evvelki gibi az çok akıllıca cevaplar bulup veremiyor. Pek başı sıkıldıkça zavallı karısını dövüyor da o suretle sakinlemeye muvaffak oluyor. Aman ya Rab!
Julie öğretmenlik diplomasını da aldı. Belediye dairesinde bu diplomayı aldığı gün, belki üç beş yüz tane kız validesi gıpta ettiler.
Fakat şu büyük muvaffakiyet biçare Jean Depres’i öyle evvelkiler gibi çıldırasıya da sevindiremedi. Çıldırasıya değil, hiç bile sevindirmedi. Yalnız kızını ümitsizliğe düşürüp moralini bozmamak için gülüyor seviniyor gibi yapıyordu ama kalbinden âdeta yakıcı bir sel geçiyordu.
Polini’yi sormayınız. Polini hiç sesini çıkarmıyordu. Zira kocasının hâlini biliyordu. Evet! Biliyordu ki eğer serzeniş yollu herife bir şey söyleyecek olsa belki de herifin elinden bir cinayet çıkardı. Belki de kendisi o cinayetin mağduru olurdu.
Babası, kızını ümitsizliğe düşürmemek için susuyor idiyse de validesinde dahi bu mürüvvet var mı ki! Polini kocasının gıyabında olarak kıza istediğinden fazla serzenişlerde bulunmaktan bir türlü kendisini alamıyor ve diyordu ki:
“İhtiyarlık günlerimiz matmazelin ilim irfanı sayesinde meşakkatsiz geçecek ha? İhtiyarlık zamanını düşünen efendi daha gençliğindeyken bunu düşünmeliydi. Düşündük ama kocamız efendiye meram anlatmak kabil mi? Dişimizden tırnağımızdan arttırıp gerek kendi ihtiyarlığımız ve gerek kızımızın bahtiyarlığı için bir tarafa yerleştirdiğimiz paraları elden çıkardık. Kendimiz düçar olduğumuz hâlde bari kızımızı bahtiyar etmiş olsaydık! Heyhat! Almış olduğu muallimlik diplomasını ezsin ezsin de suyunu içsin! Fazla olarak bir de kibarcasına yaşamaya alıştırdık. Zavallı çocuk! Seni mesut ve bahtiyar edelim, biz de sayende mesut ve bahtiyar olalım derken seni de kendimizi de bedbaht eyledik.”
Hâlbuki Depres familyası henüz sefaletin kuyusunu görmemişlerdi. O bundan sonra görüldü. Bir kere mektepten çıkar çıkmaz Julie’ye memuriyet nereden bulunacak СКАЧАТЬ