Название: Cehennemlik
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-98-3
isbn:
Kasık nabzına bastırarak:
“Sanki dâhilde iki yavru serçe,
Durmaz gagalaşırlar sertçe sertçe…”
“Hâlimde bir fark yok bence.”
“Muayene buldu hitam.”
“Aman tedvide devam.”
“Şimdi gelsin kahve, duhan, enfiye…
Görülürse görülür iş keyifle…”
Ferruh Efendi giyindi. Kahveler ısmarlandı. Bu dinlenme bir komik operanın perde arasına benziyordu. Biri hastalıklı, öteki yaşlı bu gerçek aktörlerin ikisi de sahiden istirahate muhtaçtılar. Ferruh Efendi sedire uzandı. Öteki koltuğa yaslandı. Kahveler geldi, sigaralar tellendi.
Senai Efendi, “Bir tutamcık enfiye, bin şifa verir beyne.” dedi, burun deliklerini doldurdu.
Bu gülünç muayeneden maksadı hem hastayı eğlendirmek hem de biçarenin kalbini dinleme vesvesesini başka taraflara çevirmekti.
Ferruh Efendi, bedeninde doktorun afet bulduğu kısımları elleriyle ayrı ayrı yoklayarak düşünüyordu. Farkında olmadan eli yine kalbine gitti. Evet, yaptığı idmanın şiddetiyle yüreği yarım sağ etmişti. Sonunda dedi ki:
“Müller’in ilk temriniyle kalbim çarpıldı. İkincide galiba bütün bütün kopacakmış. Aman hekim düşündüğün yetişir. Kalbimi eski yerine getir. Kanım damarlardan ters akarsa, nabızlarım böyle çarpık atarsa… Belki maraz kökleşir, belki deva güçleşir. Bak bana, bak a canım, sol olmuş sağ bacağım… Kıblem dönmüş şimale, garbım şarka imale, etmiş bak şu hâle. Nasıl kılayım namaz; lodosum oldu poyraz.”
“Dur bir reçete yazayım Lokman’dan, o server-i etıbba-yi irfandan… Bu tertiple vücudunu bir tıla, eyleyince bulursun derhâl şifa…”
Senai Efendi reçetelerini Türkçe yazar ve kendi eliyle yalıdaki özel eczanesinde hazırlardı. Onun belli başlı ilaçları orada hep vardı. Hokka tutmak için uşak çağrıldı. Eline bir altlık verildi. Uzun uzadıya düşünerek şu reçeteyi yazdı:
“Bunların cümlesi dövülüp ezildikten sonra, gül suyu ile kâfi miktarda kaynatılıp ılıcak vücuda sürülmeli, karaciğer, dalak ve büyük damarlar üzerleri iyice ovulmalı, sonra tere yatmalı, ertesi sabah hamam yapmalı; dalalete uğrayan organ dâhiliye gelir yerli yerine… Ve amma ki takarrüb-i hatun, istima-i kanun, ekl-i macun, şeytani vesvese-i derun memnu…”
Hatuna kafiye ve seci düşecek ne kadar yiyecek, içecek ve davranış varsa Lokman’a göre bunların hepsinden çekinmek lazım geleceğini hasta anladı. Bu kafiyeli tedavi, vücudundan evvel efendinin zihnine hoş geldi. Kafiye damarları depreşti. Merakını gidermek için sordu:
“Kavun yesem olur mu?
Kanıma dokunur mu?”
Şair hekim, çekinmek lazım olduğunu bildirmek için şehadet parmağını kaldırarak cevap verdi:
“Hatun benzer bi-aynihi tauna
El uzatma mukaffası kavuna;
Biri tatlıdır, serin hem âb-dar,
Biri mahrurdur gayet can yakar!
Eder telyin kavun çok âdemi
Kadın kurutur büsbütün demi.”47
O gece Senai Efendi yalıda kaldı. Hazreti bağırta çağırta soyarak Lokman’ın tertibi ile mükemmel sıvadı. Zavallı efendi sosa bulanmış yoluk bir hindi gibi döşeğe girdi. Tere yattı. Fakat Lokman reçetesinin asel-i musaffa, terementi ve zamk-i Arabîsi çok gelmiş, biçare adam ballıbabaya dönmüştü. Ökseye konmuş bir kuş gibi vücudu nereye dokunsa yapışıyor, bar bar bağırıyordu. Sıkıntıdan terledi. Çok sürmedi tekmil bedenini bir yanma sardı. Kebabenin, zencefilin, öteki azdırıcı ilaçların ölçüsünde ya Lokman yanılmış ya onun usta talebesi… Hasta, hamam için sabahı bekleyemedi. Döşekten çıkardılar, hamama soktular. Vücudu pul pul kabarmış, mercan balığı tavası manzarasını almıştı. Bedenin bazı kısımlarını Senai Efendi tebeşir, üstübeç astarı ve zeyt-i kantaronla öyle çeşitlere boyamıştı ki asıl rengin ne olduğu anlaşılamıyordu. Kurna başında Ferruh Efendi yukarıdan aşağı hâline baktı. Artık kendinde kafiye aramaya kudret bulamayarak “Eyvah, sığır haşlamasına dönmüşüm.” dedi.
Hekim gülümsedi. Hastayı eğlendirmek için kafiye arıyordu. Nihayet buldu:
“Yaptım sana bir yakı
Vücudun zehri aktı.”
Efendi bu kavruk zamanında bile şiirde kafiyeci hekimden geri kalmak miskinliğine katlanmayarak:
“Çiğ bulup beni iyi pişirdin
Vücudumu kıpkırmızı şişirdin.”
“Münkad ol hükm-i Lokman’a
Sonra gelir kuvvet kana.”
Efendiyi çıldırtacak derecede rahatsız eden şey her tarafına sinmiş olan keskin aselbent kokusu idi. Cenazelerden yayılan bu ahiret kokusunu kendi vücudunda koklamaya dayanamıyordu. Birdenbire zihni karıştı. Sinirli bir parlama ile artık kafiye ustalığını gösteremeyerek haykırdı:
“Ben aselbendin kokusunu duyduğum yerden kırk yıllık yola kaçardım. Bu teneşirlerde yıkanmış ölülere sürülen bir nevi ahiret lavantasıdır. Bu uğursuz kokuyu duydukça artık ölmüşüm de şimdi kefenleneceğim zannediyorum. Çıkarın bu kokuyu benden, deli olacağım.”
“Devasıdır Lokman-i ulvi pendin
Korkma yoktur zararı aselbentin.”
“Yok hekimbaşı, bu kokunun uğursuz tesiriyle çıldırmama bir şey kalmadı. Anladım. Enfiyenin dimağındaki sarhoşluğuyla reçetenin içindeki tıbbi miktarı arasında denklik hasıl olamadı. Mutlak bir yanlışlık yaptın. Dünyada şimdi senden başka Lokman mukallidi hekim kalmadı. Sen bu şaşkınlıkla bu hekimler başının yeryüzünde mutlak vekili olamazsın.”
Bu kırgınlık ile zihninde birkaç kafiye parladı:
“Bu kesif tılâya,
Yapışkan belaya,
Zannetmem ki Lokman
Bal koysun bir batman
Birçok terementi
Ve zamk-ı Arabi?”
“İşte bu da sözlerin en garibi
Nerede o kadar zamk-ı Arabi?
Ne mübalâğa
Şükür СКАЧАТЬ
47
Kadın benzer aynen vebaya / El uzatma kafiyesi kavuna / Tatlıdır biri, serin ve sulu / Biri sıcaktır gayet can yakar / Yumuşatır birçok insanın bağırsaklarını / Kurutur kadın büsbütün kanı. (e.n.)