Название: Hüseyin Fellah
Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-06-8
isbn:
Kan desene muharrir efendi, kan desene!
Evet! Bu sıcak sıvı kandı. Hatta bunun kan olduğunu kızcağız dahi anladığı zaman henüz pek sıcak olduğundan yerden buğulanan buharının kokusunu bile hissettiğini zannediyordu.
İş bitti! Lakin sağ kalan iki herif hemen çekip gitseler ya! Hayır! “Neredesin Mehmet?”, “Bu tarafa gel Yunus!” diye haberleşip sonra elleriyle araştırarak, filan ederek o bilinen teneşiri bulup üzerine oturdular.
Yunus: “Yaralandın mı be Mehmet?”
Mehmet: “Vallahi farkında değilim Yunus! Kemiğimden aşağı sıcak bir şey akıyor ama kan mıdır bilemiyorum. Yalnız omuz başımda biraz ağrı var. Sen nasılsın?”
Yunus: “Benim de kafamda bir ağrı var! Hele elimin kesildiğinin farkındayım. Neyse köpeği geberttik ya!”
Mehmet: “Ama ne köpek? Ne kudurmuş şey! Yedi sekiz kişiyi sarstı be!”
Yunus: “İyi ama şimdi bunun leşini ne yapmalı?”
Mehmet: “Onu da biz mi düşüneceğiz? Söylediğin lafa bak bir kere! Bırakır gideriz.”
Yunus: “Yarın ne derler?”
Mehmet: “Ne diyecekler? Yeniçeri birbirini vurmuş derler. Zaten bu hendek içinde böyle yarenliklerin eksik olduğu var mıdır? Kibarlar, altın leğenlerin içinde neşterler ile kan aldırırlar. Yeniçeriler de Kanlı Burç’ta bıçak ucuyla kan aldırırlar.”
Yunus: “Orası öyle ya! Fakat be yoldaş ben sonradan geldim de işin farkına varamadım. Ne olmuş Allah’ı seversen? Bu kavga neden çıktı?”
Mehmet: “A be koca herifi öldürdük de hâlâ ne olduğunu bilmiyor musun?”
Yunus: “Ne bileyim ben? Geldim baktım ki yoldaşlar bıçağa davranmışlar. Ben de davrandım.”
Mehmet: “Canım, Apostol’un meyhanesinde idik. Bu Civelek Mustafa da oradaydı. Ben de pek iyi farkında değilim ama yoldaşlardan birisi bundan bir şeftali mi istemiş ne olmuş?”
Yunus: “Beni ayıplayan ağayı gördün mü bir kere! İşte işin aslını kendisi de bilmiyor ya! Neyse! Fakat Civelek Mustafa için pek ırz ehli bir çocuk derler.”
Mehmet: “Sen de amma tuhaf söylüyorsun be Yunus! O kadar ırz ehli çocuğun meyhanede işi ne?”
Yunus: “Ama bu bir babayiğit çocuktur!”
Mehmet: “Çocuk ya! Varsın babayiğit olsun, ne olursa olsun! Genç değil mi? Herif bir buse istemiş, verivermiş olsa ne zararı olur? Kaldırıp bir de şamar atmanın manası var mı ya?”
Yunus: “Ha! Bak işte bunda edepsizlik etmiş!”
Mehmet: “Ama ne kadar!.. İşte tartışma bundan büyümüş! Bu nazlım da kabadayı değil mi? Nihayet kabadayılığını göstermek için bıçağını çekmiş!”
Yunus: “Artık o kadar babayiğit dayıların yanında bıçak çekmek!..”
Mehmet: “Görüyorsun a işte! Biz de şaka ediyor, cilve ediyor sandık. Lakin Ali Pehlivan’ı hamaylısına iki buçuk kere yere serdiği gibi şaka da bitti.”
Yunus: “Fakat yiğit çocukmuş vesselam! Bugün de yiğit çocuk imiş derim yarın da! Herif ortalığı altüst etti.”
Mehmet: “Nihayet kendisi de tepe aşağı geldi.”
“Haydi, artık gidelim de yoldaşlara haber verelim.” diye yeniçeriler ayağa kalktılar. Birisi ayağıyla cesedi dürterek “Allah rahmet eylesin! Babayiğit çocuktu. Kabadayı çocuk idi vesselam.” dedi. Çıktılar. Cehennem oldular, gittiler.
Bunlar çıkar çıkmaz ana ile kızın nefesleri kaynaşıp birbirinin yanına gelmek istemişlerdi.
Meğer katilin ayak ile dürtmesi yaralının; yani henüz vefat etmeyip baygın bir hâlde bulunan yaralının aklını başına getirmiş.
Demeyiniz! Oğlancağız vefat etmemiş ha?! Lâkin vefat etmemiş ise bile öyle sekiz on kişinin bıçağından kurtulmuş olan çocukta ne hayır kalır?
Evet! Kendisinin çocuk olduğunu yeniçerilerin lakırtılarından anladınız. Vefat etmemiş olduğunu da haber verdik. Fakat yeniçeriler bu yaralının, sekiz on adam dalamış bir azgın olduğunu söylemişlerdi. Onu niçin hesaba katmıyorsunuz? Sekiz on adamı dalayan bir azgının yine sekiz on kişinin bıçağından kurtulmuş olmasında bir tehlike görülemez.
Herif aklını başına alarak gözlerini açıp da kendisini bir karanlık içinde bulunca düşmanları hâlâ orada bulunup bulunmadığını anlamak için etrafına (Göz değil çünkü karanlık idi.) kulak gezdirmişti. Hiçbir ses seda işitemeyince yalnız kaldığını anlayarak kalkmak için davrandıysa da vücudundan pek çok kan çıkmış olmasındandır ki kalkmaya gücü yetmedi.
Kız: (yavaşça validesine) “Aman anacığım! Vefat etmemiş! Kımıldanıyor!”
Yaralı bu lakırtının başlangıcını işitince orada adam bulunmasından ziyadesiyle ürküp buz gibi donmuş kalmıştı. Ancak sözün sonu bu şüpheyi ümide sevk ettiğinden zayıf bir ses ile “Aman! Kulağıma bir ses geldi! ‘anacığım’ dediler. Allah aşkına olsun! Ana yüreği merhametlidir. Bu ana kim ise bana da merhamet etsin!” diye yalvarmaya başladı.
Ana: “Ah oğul oğul! Gördük oğul, gördük! Lakin elimizden ne gelir?”
Yaralı: “Aman valideciğim, beni anamın yanına kadar götürünüz de bari orada anamın kucağında öleyim!”
Kız: “Sizin eviniz nerededir kardeşim?”
Yaralı: “Şurada, Boğazkesen’de, Defterdar Yokuşu’nun ağzında.”
Ana: (kızına) “Götürebilir miyiz kızım?”
Kız: (anasına) “Götürmeye çalışmalıyız anacığım.”
Ana: (çocuğa) “Kalkabilir misin oğlum?”
Yaralı: (kalkabilmek için tekrar davrandıysa da kuvveti yetmeyerek) “Ah zalimler! Vücudumda kan bırakmamışlar! Kuvvetim kalmamış. Kalkamıyorum valideciğim!”
Çocuğun istirhamda gösterdiği şiddet, ana ile kızı bu konuda olanca gayretlerini sarfa kadar mecbur ettiğinden bir koltuğuna kız ve diğerine de anası girip kaldırdılar. Ve Kanlı Burç’tan çıkarak yavaş yavaş hendek içinde yürümeye başladılar. Yaralının bacaklarında vücudunu kaldırıp СКАЧАТЬ