Kafile, şehre bir saat mesafedeki bir köye ulaşınca Tembel Ahmet: “Siz burada kuracağımız çadırda bekleyiniz. Ben gidip geldiğinizi haber vereyim.” dedi. Tembel Ahmet kulübesinin kapısına geldi. Sultan hanım, Tembel Ahmet gelince tanıyabilsin diye kulübeyi yıktırmamıştı. Tembel Ahmet kapıyı çaldı, “Tak tak!”.
“Tak, tak!”
“Kim o?”
“Benim, Tembel Ahmet!”
“İçeriye gelsene!”
“Hanım evde mi?”
“Evde!”
“Odun elinde mi?”
“Elinde değil!”
Tembel Ahmet içeri girdi. Bir de ne görsün, evlerinin içi muhteşem bir saray olmuş. Karısı, gönderdiği narların mücevheratla dolu olduğunu, yalnız bir tanesini satmakla bir saray yaptırdıklarını anlattı. Tembel Ahmet dedi ki: “Bu narların perisini de getirdim. Dört seneden beri deli olan kardeşin bu periyi görünce yeniden akıllanacak çünkü bu peri, onun o kadar derin bir aşkla sevdiği nişanlısıdır.” Sultan bu haberden çok memnun oldu. Tembel Ahmet’e: “Sen hamama git, elbiseni değiştir, ben onu getiririm.” dedi. Hemen altın arabaları hazırlatarak karşılamaya gitti. Kara gözlü sultanı büyük bir debdebe ile saraya getirdi.
Ertesi akşam padişahla oğluna bir ziyafet çekti. Padişah ister istemez deli şehzadeyi de beraber götürmeye razı oldu. Delinin hiç kimseye bir zararı yoktu. Yalnız derin bir kasvet içinde yaşıyor, etrafında söylenen sözlerden hiç haberdar olmuyordu. Padişah, Tembel Ahmet’i tanıyamadı. O sırada küçük kızı, yasemin çubuğunu getirerek kendisine takdim edince onu tanıdı.
“Padişahım! Beni tembellikten kurtarıp hiç yorulmaz bir adam hâline koyan kızınızdır. O beni kendisine layık bir koca yaptı. Ben de ona ve size gayet kıymetli bir hediye getirdim: Dört seneden beri şehzadeyi bu hâlde bulunduran sevgilisini getirdim.” Bu anda, dört senelik aşk hasretiyle yanan Kara gözlü sultan içeri girerek şehzadeye doğru koştu. Şehzade bunu görünce elini eline götürdü. Gözleri canlanmaya başladı. Hâlinden, tavrından yavaş yavaş hatıralarının uyandığı, hafızasının yerine geldiği anlaşılıyordu. Birkaç saniye geçtikten sonra tamamıyla aklı başına geldi: “Ah! Sevgilim!” diyerek nişanlısına sarıldı. Padişah, kızına ve damadına teşekkürler etti. Kırk gün kırk gece düğün yapılarak şehzade ile kara gözlü sultan muratlarına erdiler.
KUĞULAR
Bir padişahın on bir oğlu ile bir tek kızı vardı; bu çocukların sevgili anneleri ölünce padişah başka bir kadınla evlendi. Bu yeni hanım sultan, büyücü idi. Üvey evlatlarını da hiç sevmiyordu. Bir gün üvey annesi, Nilüfer’i hamama götürdü. Yüzüne, başına, vücuduna siyah bir boya sürdü, büyü ile bu boyayı çıkmaz bir hâle getirdi. Kız gayet çirkin oldu. Artık padişah babası yüzüne bakamıyordu. Kızcağızdan herkes iğreniyordu. Nihayet, onu mutfağa attılar, bulaşıkları yıkamaya mecbur ettiler.
Üvey anne bununla da kalmadı. Kızın on bir erkek kardeşini de büyü ile birer “kuğu” şekline soktu. Bu zavallılar, geceleyin, yine insan olurlardı fakat güneş doğar doğmaz kuğu şekline girerek havaya uçarlardı. Yeşil göllere giderek, orada sazların mor gölgelerinde yıkanırlardı. Nilüfer, kardeşlerini gördüğü müddetçe saraydaki hakaretlere tahammül etti. Lakin kardeşlerinin birer kuğu olarak uçup gittiklerini gördükten sonra artık sarayda kalmayı istemedi, bir gün gizlice saraydan çıktı. Az uz, dere tepe düz gittikten sonra bir yeşil gölün kenarına geldi ve söğüt ağacının gölgesinde oturarak gölün güzel renklerini temaşaya daldı. Bu anda, karşıdan bir beyaz bulutun gelmekte olduğunu gördü. Bu beyaz bulut göle yaklaşınca bulutun, beyaz kuğulardan bir sürü olduğunu anladı ve beyaz kuğular iptida göle inerek serin sular içinde yıkandılar. Sonra, içlerinden birisi Nilüfer’i görerek arkadaşlarına gösterdi. Hepsi birden suda yüzerek kız kardeşlerinin yanına geldiler. Elini, ayağını, saçlarını öpmeye başladılar. Kız, bunların kendi kardeşleri olduğunu anladı. Onlara, başından geçen bütün felaketleri anlattı. Kuğular bu sözleri işitip anlıyorlardı fakat cevap vermiyorlardı.
Gece olunca kuğular birer genç şehzade oldular. Nilüfer kardeşlerini birer birer tanıdı. Onlarla sabaha kadar konuştu fakat sabah olunca yeniden hepsi kuğu suretine girdiler. Uçarak gölün öte tarafına gittiler. Nilüfer, akşama kadar sabırsızlıkla bekledi. Akşama doğru, beyaz bulut yeniden göründü. Kuğular, yine zümrüt sularda yıkandıktan sonra, Nilüfer’in yanına geldiler. Kız kardeşlerini öpüp sevdiler. Geceleyin insan kılığına girdiler. Nilüfer’e dediler ki “Biz gölün bu kıyısında barınamayız. Buranın havası, toprağı, her şeyi kasvetlidir. Karşıki sahilde güzel bir kumsal vardır, kumları altından, sedefleri inciden, çakıl taşları elmastandır.
Bu kumsalın üzerindeki tepede, çam ormanlarının içinde, ağaçların birbirine geçmesinden tabii bir köşk vücuda gelmiş. Orası bizim sarayımızdır. Ormanda, her türlü yemiş ağaçları, av kuşları var. Seninle orada mesut bir hayat yaşayabiliriz. Yarın sabah biz birer kuğu olunca seni kanatlarımızın üzerine alacağız, gölün üzerinden geçireceğiz, sakın korkmayasın. Bizim kanatlarımız kuvvetlidir. Suya düşeceğini hiç hatırına getirme!”
Sabah olunca altı kuğu yan yana gelerek bir sal şeklini aldılar. Nilüfer bu salın üzerine oturdu. Beş kuğu da kanatlarını açarak salın üzerinde bir gölgelik vücuda getirdiler. Bu beyaz sal, gökte uçmaya başladı. O, yukarıda uçarken hayali, aşağıdaki gölün gümüş aynasına aksediyordu. Nilüfer, düşmekten korkmadığı için bu seyahatten çok zevk alıyordu. Akşam yaklaşınca bir adaya indiler. O geceyi adada geçirdiler. Sabahleyin, yine beyaz uçağı vücuda getirdiler. Nilüfer’i akşama doğru, karşı sahile; altın kumlu, inci sedefli, elmas taşlı kumsala indirdiler. Geceyi ormandaki tabii köşkte geçirdiler. Sabah olunca kardeşleri yine kuğu olup uçtular. Nilüfer köşkten çıktı. Ormanda gezindi. Ağaçların dalları güzel, yaprakları güzel, çiçekleri güzeldi… Yemişleri de çok lezzetliydi. Akşama kadar gölün kenarında, ormanın ağaçları altında gezindi. Akşam olunca kuğular geldiler. Kardan daha beyaz köpüklü sularda yıkandılar. Güneş batar batmaz yine insan oldular. Buradaki tatlı hayat, aylarca devam etti. Bir gece, Nilüfer’in rüyasına ak saçlı bir ihtiyar kadın girdi. “Ormanın doğu tarafında bir süt gölü var. Orada yıkanırsan eski güzelliğini bulursun.” dedi.
Nilüfer, sabah olmadan kardeşlerini uyandırarak süt gölünün yerini öğrendi. Sabah olup da kuğular uçunca o da süt gölüne doğru gitti. Göle girip yıkandıktan sonra aynaya baktı. Üvey annesinin yaptığı büyüden evvelki güzelliği, tamamıyla geri gelmişti. Akşam kardeşleri, Nilüfer’i bu hâlde görünce çok sevindiler. Nilüfer o gece de rüyasında o ihtiyar kadını gördü. Kadın dedi ki: “Kardeşlerini büyüden kurtarmayı istersen mezarlıklardaki ayrık otundan on bir gömlek örmelisin fakat bunlar bitinceye kadar sana ne tür işkenceler yapsalar da ağzından hiçbir söz çıkmayacaktır. Hiçbir suale cevap vermeyeceksin. Eğer bütün işkencelere tahammül ederek hiç konuşmaksızın, bir kelime bile kullanmaksızın on bir gömleği yapar ve kuğulara giydirirsen onlar derhâl eskisi gibi insan olurlar.” СКАЧАТЬ