Çağlayanlar. Ahmet Hikmet Müftüoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çağlayanlar - Ahmet Hikmet Müftüoğlu страница 7

Название: Çağlayanlar

Автор: Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-06-8

isbn:

СКАЧАТЬ bana memleketimi beğendirecek etrafımda ne bir vaka ne bir manzara görebiliyorum. Ben belki bir vatansızım!”

      Artık doktor için bastonunu alıp davetli olduğu bu evden çıkmaktan ve refikleri için kendisini sükût ile teşyi etmekten başka yapacak kalmamıştı ki dışarıdaki bir araba gürültüsüyle beraber kapının çıngırağının tanini evi doldurdu. Bir dakika sonra gevrek kahkahalarıyla başına uzun bir başörtüsü almış, sırtına bol bir manto giymiş Gülistan içeriye girdi. Sanki bu kadın bir güneşti. Bütün bir fırtınalı gecenin zulmetini birden sıyırdı, attı. Herkes bir dakika evvelki hırsı, infiali unutmuş, çehreler yerine gelmiş, sigara dumanları dağılmıştı.

      Sûzi Bey, Gülistan’a köşedeki kanepeyi gösterirken Pembe Hanım da: “Bu kâfir doktor hâlâ imana gelmedi mi?” diyerek Pertev Bey’e serzenişlerle odaya girdi.

      Ev sahibi Turgud bir iskemle çekti. Gülistan’ın karşısına oturdu. Niçin onu rahatsız ettiklerini anlatıyordu:

      “Burada çılgın bir adam var. Memleketimizin güzelliklerini inkâr ediyor… Musikimiz ağlarmış, raksımız gerinirmiş, kadınlarımız yatalakmış, erkeklerimiz alık… Anladın mı şimdi?.. Artık şu zavallıya memleketini sevdirmek için senin lutruna sığınmaya mecbur olduk.”

      “Doktor haksızdır. Evvelki gün Çamlıca’da Şatır Paşa’nın düğününde idim. O gece, bir müddet, biz bize kaldık. Hanımlarla o kadar güzel raksettik ki ben de bayıldım.”

      Pembe Hanım gülerek ilave etti:

      “Göreydi o da bayılırdı.”

      Udu bu defa Pembe Hanım aldı. Ve tefi Gülistan’a verdi. Sûzi Bey, bir Hüseynî taksimi yapıyor ve bütün ruhunu, bütün hünerini yayına tevdi eylerken nağmelerinin feyziyle doktoru teshir için ne derece nefsine cebrettiği dudaklarının takallüsünden, kaşlarının gerilişinden anlaşılıyordu. Şimdi herkes dinî bir istiğrak ile dinliyordu. Doktor Pertev Bey, bu tekellüflerin hep kendi için olduğunu anlıyor ve duygusuz bir tavır alarak saatinin kösteğiyle oynuyordu.

      Gülistan, dirseğini koltuğun koluna dayamış, elini yanağına koymuş; gönlünden kopan tatlı, pürüzsüz, tekellüfsüz ruhani bir seda ile okumaya başlamıştı. Sesinin havada dönen, kıvrılan her nağmesinden bir peri ruhu doğuyor, yüksele büyüye kanatlanıyor; dinleyenlerin yanaklarını öpüyor; göğüslerini okşuyordu. Gözlerin önündeki perde perde karanlığı sıyırıyor, yerine zerre zerre ışıklar damlatıyordu.

      Pertev Bey parmağına sarıp çözdüğü kösteğini usulca yeleğinin cebine koydu. Elini yanağına dayadı. Gözlerini kapadı…

      Artık odadaki her şey musikinin tesiriyle şeklini değiştirmişti. Keçeler, kilimler çimenliğe, avize mumlarıyla bir lale tarhına benzemiş, duvardaki levhaların menazırına tabii bir cesamet, bir renk, bir can, bir hareket gelmişti. Gülistan’ın dudağından uçan ruhlar, nağmelerin ruhları, perilerin ruhları herkesin kulağına mazinin hayallerine, istikbalin ümitlerine dair bir şeyler fısıldıyordu.

      Şimdi Hüseynî peşrevi, semaisi bitmiş, müntehap şarkılardan birkaçı da okunmuştu.

      Doktor Pertev Bey, tatlı bir rüyadan uyanırcasına yanında oturan Turgud Bey’e: “Evet, ne kadar olsa millî şeylerde insan bazen güzellik buluyor. Bu irsî bir gaflet olsa gerek.” dedi.

      “Ah sihirbaz Gülistan!..”

      Turgud, ciddiyetle Gülistan’ın yanına gitti. Bir şeyler söyledi. Odadan çıktılar.

      Bu sükûttan istifade eden Zayıf Efendi elindeki solgun, sapı yumuşayan gülü masanın kenarına bırakarak vakur bir hâkim vaziyeti aldı ve dedi ki:

      “Doktor Bey, her kavmin cibilli ve tabi yerli ve ayrı bir medeniyeti vardır. Her memleket başkalarının yeniliklerini taklit ile başladığı intizama, kendisinin eskiliklerini tahkik ile nihayet verir. Bu hâlde bir zamanki mukallitler, sonra muhakkik olurlar. Her milletin medeniyeti, zekâsının, maişetinin, tarihinin, ananesinin, coğrafi mevkisinin tesiri altındadır. Vakıa medeniyet umumidir. Lakin onu tatbikteki tarz başkadır. Fikirler muhalif olmasa bile muhteliftir. O hâlde fikirlerin terakkisinin de muhtelif olması lazım gelmez mi? Âlemin maksadı, refahı, intizamı tamimdir; daha doğrusu iyiliği, güzelliği temindir; lakin bu maksada her cemaat bir başka yoldan varmaya çalışır. Milletlerin kendi samimiyetine; şiirine, musikisine, resmine, raksına, mimarisine, yemesine, giymesine, kendi maişetinden, kendi hususiyetinden bir çeşni verdiği inkâr olunur mu? Hollanda resmiyle İtalyan ressamları bir zevk mi takip eder? Alman yemekleriyle, Fransız mutfağı bir örnek midir? İsveç edebiyatı ile Japon şiirleri müsavi midir? Rusya’daki evlerin biçimiyle İspanya binalarının arasında bir fark yok mudur?”

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Diğer adı: Hu-an-hu Nehri.

      2

      Mehazın bunların kendilerini Tatar, yani “serseri” tabiriyle Alparslan’a takdim ettiklerini zikreyliyor. Şarkta, “Tatar” diye anılan bu kavme Avrupalılar “Tartar” namını verirler. Türk büyük neslinin bir şubesi olan bu kavmin adı “Türk” demek olan “Tat” lafzıyla (Masgarî Tatcık = Tacik ve Çincesi Tata) Türk akvamı ve unvanları sonlarına ilave edilen (er-ar) lahikasından müteşekkildir. Hazar, Avar, Macar, Boyar (Beğer) Hünkâr (Hunker, Hüner). Avrupalıların kullandıkları “Tartar” şekli ise eski Yunanlarca Mügte-ri (Zeus)’nin toprak altındaki cehenneminin ismi olan Tartarus lafzından muharreftir. Tartarus lügati cehennem manasına Latinceye geçince bir zamanlar Ural – Altay akvamının Avrupa’ya hücumlarına telmihan ve telaffuz yakınlığıyla bu isim Tatarlara verilmiştir. Bu tevcih Avrupalılara göredir… Ancak Şeyh Süleyman Efendi’nin Çağatay lügatında “Tart”ın dağınık, perişan manasına geldiği görülmekte olup bunun “Tatar” ve “Tartar” isminin aslı olma ihtimali de vardır. Fakat bu ihtimal zayıftır.

      3

      Yakarmak: Yana yana yalvarmak, dua etmek. Yakarış: Münacat, yalvarmak, yakarmak.

      4

      Avul: СКАЧАТЬ