Название: Sevenler Yolu
Автор: Burhan Cahit Morkaya
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-815-1
isbn:
Bu ses, Nermin Hanım’ı dalgınlıktan uyandırmaya kâfi geldi.
Biraz evvelki düşünceleri arasında bu hatıra da vardı. Eskiden isim gününün gecesini hep yeni âşık ve maşuklar gibi sabahlara kadar uzak ve değişik yerlerde âdeta bir bohem hayatı içinde geçirirlerdi.
Birdenbire başını kaldırdı. Islak gözlerinde canlı bir neşe doğuvermişti.
Bu teklif ona hâlâ eski mesut günlerinin devam ettiğini müjdeliyordu.
Bir çocuk sevinci ile kocasına baktı:
“Tabii, çıkmayacak mıyız bu gece?”
Çözülmeyen kravatını hızla çekip çıkaran Ahmet Melih Bey içkiden mahmurlaşan yorgun gözlerini yumdu:
“Bu saatten sonra mı? Vazgeç canım. Öyle uykum var ki!”
Biraz evvel arkadaşlarıyla eğlentiye gitmek için can attığı hâlde karısının yatak odasına girince uyumaktan başka bir şey düşünmeyen Ahmet Melih Bey ceketini de çıkarırken:
“Hem kimse kalmadı ki. Hepsi gitti.”
“Biz ikimiz varız ya. Karı koca gideriz.”
İskarpinlerinin bağlarını çözmekle uğraşan Ahmet Melih Bey’in göz kapakları kurşun bağlanmış gibi düşüyordu. Eğilip kalkmaktan yorulduğu için oflayıp puflayarak cevap verdi:
“ Sen hâlâ yorulmadın galiba. Benim öyle uykum var ki.”
Parlamamak için kendini güçlükle tutan Nermin Hanım’ın sesi titriyordu:
“Eskiden böyle olmuyordu. Beraber, baş başa gezmemizi sen istiyordun. Misafirlerden sıkıldığını sen söylüyordun. Doğum günümün programını sen hazırlıyordun.”
Pijamasının pantolonunu ayağına geçirmek için sendeleyen Ahmet Melih Bey öksürüklere karışan bir kahkaha arasında cevap verdi:
“Ooo karıcığım! Sen bizi hâlâ yeni gelin güvey mi zannediyorsun? Nerede o günler? Keşke geri dönseler…”
Nermin Hanım’ın mukavemeti kırılıyordu. Sinirlerine hâkim olamıyordu. Son bir gayretle ve sükûnetle omuzlarını silkerek:
“Değişen bir şey yok zannederim.” dedi. “Ben böyle bir şey hissetmiyorum.”
Ahmet Melih Bey arkadaşlarıyla geçen muhavereyi hatırladı. Sevilmek kudretini kaybettikleri hâlde bunu hissetmeyen kadınların biçareliğinden bahsetmişlerdi. Karısının son cümlesi bu iddianın ne taze bir ifadesi idi.
Tam istirahat edeceği bir sırada tatsızlık çıkarmamak için sakin, yavaş adımlarla karısına yaklaştı. Ancak bir kardeş şefkati hissini veren laubali, fakat heyecansız bir sevgi ile saçlarını okşadı:
“Haydi yavrum, yatalım artık. Senin de gözlerinden uyku akıyor. Bak kıpkırmızı.”
Ve onu alnından öperek ilave etti:
“Bizim gibi birbirini çok seven ve sevgileri yıllarca süren insanların en büyük zevki uyumaktır.”
Ve gülerek ilave etti:
“Uyku en büyük gıdadır. İyi uyuyan insanlar daha iyi sevişirler. Çünkü…”
Karısının yüzündeki çizgilerin gerildiğini, gözlerinin kıvılcımlandığını fark etmeyen Ahmet Melih vinçten kurtulmuş bir balya gibi kendini yatağa atarak cümlesini bitirdi:
“Çünkü birkaç saat uyursak birbirimizi daha çok özleriz.”
Bu söz, Nermin Melih Hanım’a bir duş gibi tesir etti. İsyan etmek, parlamak hisleri sönüverdi. Kocasından ilk defa dinlediği bu fikirler ne zamandır etraftan sezdiği ve hissettiği alakasızlığın manasını ikmal etmiyor muydu?
Demek artık kocası bile onun gözlerinde, vücudunda bir erkeği kandıracak, çıldırtacak harareti ve hareketi bulamıyordu.
Demek etraftaki erkek arzularının sönüşü onun gururundan, mukavemetinden değildi. Bu muhakkak böyle idi.
Aşağıda, kış bahçesinde kulağına çalınan fikirleri benimsemekte haklı idi.
Artık çekicilik kudretini kaybetmişti. Kocası bile bu en mesut gecesinde onunla baş başa bir eğlenti yapmayı gülünç buluyor, hatta eski hatıralarını olsun tazeleyecek birkaç kelime konuşmayı lüzumsuz görerek ve onun soyunup yatmasını da beklemeyerek bir külçe gibi yatağa uzanıyordu.
Ahmet Melih Bey gözleri kapalı, yatağından seslendi:
“Haydi Nermin! Elektrikleri söndür. Bilirsin aydınlıkta uyuyamam.”
Kızmadan, hırslanmadan kalktı.
Büyük orta lambasını söndürdü. Yalnız mavi abajurlu gece lambası kaldı. Şimdi odaya bir türbe rengi ve sükûneti çökmüştü.
Kocası uyumuştu.
Onun kırçıl başına, yüzünün gevşek hatlarına baktı, baktı. Bütün gençliğini işte bu baş için vermişti. Yirmi yaşından beri gözlerinin en derin sevgisi ile ona bakmış, kollarının en kuvvetli kucaklayışıyla onu sevmişti. Ve kendinde hâlâ o kudreti görüyordu. İçinde hâlâ o ilk sevginin heyecanını hissediyordu. Fakat kendi hisleri ve heyecanları nasıl olup cevapsız, mukabelesiz kalıyordu? Erkek bakışları nasıl olup da gözlerindeki arzuyu sezmiyorlardı? Kabahat onların zevksizliklerinde mi yoksa kendisinde mi idi? Etrafında dönüp dolaşan erkeklere karşı lakayıt, isteksiz davranmış olması mı bu alakasızlığa sebep oluyordu? Fakat bu isteksizliği kocasına karşı da göstermiş değildi ki! Artık bunu kabul etmek lazımdı.
Kış bahçesinde kulağına çalınan dedikodular acı olmakla beraber biraz hakikatti. Yalnız onları, kadınlar hakkında bu dedikoduyu yapan erkekleri aldatan bir nokta vardı: Kadınlar çekicilik kudretlerini her erkeğe hissettirmezler ve hangi yaşta olursa olsun, her kadının erkeği yenecek ihtiyat silahları mevcuttur.
Gecenin son saatlerine kadar kocasının horultularını dinleyerek hayatını düşünen, hatıralarıyla yaşayan Nermin Melih Hanım yatağına uzandığı zaman kararını vermişti. Bu isteksiz, hareketsiz, hararetsiz hayata tahammül etmeyecekti. Sevilmedikten, beğenilmedikten sonra bir kocanın adını taşımaya ne lüzum vardı?
Kış bahçesinde konuşan erkekler hükümlerini vermişlerdi. Erkeği tutuşturmaktan kalan bir kadın artık sönmüştür, diyorlardı. Kocası onda bu ateşi sezmiyordu. O hâlde bu kuru, hareketsiz hayatı beraber sürüklemeye ne lüzum vardı?
Aralarındaki en kuvvetli bağ sevgileri idi. O bu sevginin artık itiyat hâline gelen samimi hareketlerine kanaat ediyordu. Fakat artık bu itiyatlar, bu samimi ve karşılıklı duygular da çözülmeye başlamıştı. Karı kocalığı birbirine karşı mukavele ile bağlanmış iki iş adamının münasebetine çeviren bu netice üstünde durmak manasızdı.
Kış СКАЧАТЬ