Ordusunu Arayan Kumandan. Lütfü Şehsuvaroğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ordusunu Arayan Kumandan - Lütfü Şehsuvaroğlu страница 12

Название: Ordusunu Arayan Kumandan

Автор: Lütfü Şehsuvaroğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-912-7

isbn:

СКАЧАТЬ nur yolu izde gideriz,

      Taş bağırda sular dizde gideriz,

      Bir gün akşam olur, biz de gideriz,

      Kalır dudaklarda şarkımız bizim…”

      Bu güzel şarkı da 1964’te şairin üçüncü devreye hazırlandığı zaman yazılmıştır. Yine aynı yılda “Tohum saç, bitmezse toprak utansın! / Hedefe varmayan mızrak utansın! / Hey gidi küheylan, koşmana bak sen! / Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!” gibi müthiş bir öz güven duygusu aşılayan ve her mısrayı güçlü nidalar hâlinde ortaya çıkan bir şiir de bu açıdan yine bir Necip Fazıl klasiği olarak tebellür etmiştir.

      Son dava şiiri olarak “Zindandan Mehmed’e Mektup”a yer vermek gerekmektedir. Zira Üstad’ın dava adamlığı aynı zamanda mahpusluğu ile atbaşıdır ve sıklıkla içeri giren ve sıklıkla yargılanan Üstad’ın ölüm döşeğindeyken bile birçok davası devam etmektedir. Bu şiir 1961’de yazılmış ama bugüne kadar güncelliğini sürdürmüştür.

      “Zindan iki hece, Mehmed’im lafta! / Baba katiliyle baban bir safta!” diye başlayan şiir, cezaevini anlatmakta ve bu sefer şair, koğuşu, zindanı ana rahmi olarak telakki etmektedir. Böylece doğuş, bu zindanlardan olacaktır.

      “Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;

      Karanlığında nur, yeniden doğuş…

      Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!

      Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!

      Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”

      Artık oğlu Mehmed’e öz güven aşılamalıdır. Nasıl ki dava, “Büyük Doğu” cemiyetinin farkına vardığı mesaj olmuştur; bu sefer içeride olan babanın evladına bir mesajı olmak gerekir. Mehmed sevinmelidir, babası eve dönse de dönmese de sevinmelidir. Zira bu tekerlek, tümsekte kalmayacaktır artık.

      “Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!

      Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir!”

      Necip Fazıl’ın şiirinde üç dönem var. Birincisi etkilendiği çevrenin, konağın ve Fransa’nın şiiri. Bodler’den etkileşim; diğeri 1934 sonrası Abdülhakim Arvasi ile karşılaşmasından sonraki dönem; üçüncüsü de yine kendi sentezini bulduğu son dönem.

      Mahkeme salonları, dergi yazıhaneleri, kahvehane köşeleri Üstad’ın Büyük Doğu ordusunu isim isim, baş baş teşkil ettiği mıntıkalardı.

      SENARYO

      “Senaryo Romanlarım” adında, henüz senaryo yazarlığının revaçta olmadığı bir zamanda bile adını kendi verdiği, sadece senaryolarını topladığı bir eseri de bulunan Necip Fazıl’ın birçok senaryosu filme de çekildi. Yönetmen Yücel Çakmaklı, “Deprem” ve “Sen Bana Ölümü Yendirdin” adındaki senaryoları filme aktararak “Çile” ve “Zehra” adıyla vizyona soktu. Necip Fazıl’ın oyunlarından “Bir Adam Yaratmak” daha Muhsin Ertuğrul zamanında sahneye konduğu gibi, günümüze kadar da hem sahnede hem de beyaz perdede defalarca gösterime girmiştir. Mesut Uçakan “Reis Bey’i”, Turgut N. Demirağ da “Namı Diğer Parmaksız Salih”’i sinemaya aktarmışlardır. Yine Necip Fazıl’a ait bir senaryo da Ömer Lütfi Akad’ın çektiği “Yangın Var” filmidir. Bunların dışında “Kâtibim”, “Villa Semer”, “Vatan Şairi Namık Kemal”, “Canım İstanbul”, “Ufuk Çizgisi”, “Son Tövbe”, “En Kötü Patron” adında senaryoları bulunan Necip Fazıl, önce tiyatro, sonra da radyo ve ardından sinemanın geniş kitlelere uzanan etkisiyle edebiyatını ve fikriyatını yaymak amacından bigâne kalamazdı. Her ne kadar sinema diline aktarılması çok zor olsa da edebî metinleri, sinemaya, belki bir ekol olarak iyi yönetmenler eliyle kazandırılabilirdi. Bu amaçla kimi yönetmenler, Tarkovski tarzında metafizik eksenli, soyutlamaya meyyal filmler peşinde koşmadılar değil. Üstad’ın ağır edebî metinleri sinemaya aktarılırken yönetmenlerin metne bağlı kalma hasleti, bu türden filmler için hiç de uygun olmayan Necip Fazıl senaryolarını filme aktarmada başarısız kılmıştır. Şüphesiz ki bu metinlerin dili sinemada tamamen değişecektir. Aksi takdirde edebî eseri kaleme alanla, o metni yazdıran saik, yaratıcılık ve birikimin bütünlüğü, ekrana ya da beyaz perdeye yansıyan eserle büyük bir farklılığın oluşmasına sebep olacak; bu da gerçekte aslına hürmet hedeflenirken tam tersi bir sonucu doğuracaktır. Sadece edebî metnin üzerine görüntü bindirmek biçimindeki çaba, elbette sinemanın o kendine mahsus dilini inkâr demek olacaktır. Sinemanın farklı bir dili olduğu açıktır. Metnin hedeflediği ve sinemaya aktarılırken metnin dışına çıkan dramatik “öge”leri yeniden değerlendirmek icap etmektedir.

      Muhsin Mete, “Senaristi, başoyuncusu ve yönetmeninin Necip Fazıl olduğu bir film hayal ediyorum. Bu film soyut sinemanın en güzel örneklerinden olurdu ve bu filmin senaryosu da mevcut Necip Fazıl senaryolarına hiç benzemezdi diye düşünüyorum.” derken ne kadar haklıdır.18

      “Sen Bana Ölümü Yendirdin” adlı senaryoda Murat, İstanbullu ama gelip köye yerleşmiş ve fakat köylüye fazla karışmayan, köyün kıyısında bir kulübede yaşayan; bu arada da safkan bir İngiliz atına malik bir delikanlıdır. Zehra ise köyün ağasının kızıdır ve biraz şımarık yetişmiştir; şehirden haberdardır, hatta şehirli sayılabilir. Köyün kızlarına “Gözümde şehir tütüyor, şehir!.. Size de şehrin ruhunu aşılamalıyım.” der. Köyde sıkılmaktadır. Daha ilk görüşte Murat’a ilgi duyar ama Murat “soğuk” birisidir. Davetsiz olarak Murat’ın kulübesine gider ve “Herhâlde bana ikram edebileceğiniz bir şey vardır kulübenizde… Mesela bir viski…” deme cesareti gösterir. Köy yerinde şehirlileşmiş şımarık kız herhâlde viski istemelidir! Derken Zehra’nın babası, Zehra’nın namzediyle çıkagelir. Damat adayının adı da Namzet’tir. Tabii ki köyde daha düne kadar sıkılan kız, Murat yüzünden, kararını değiştirmiştir ve şehre dönmek istememektedir. Zehra, Murat’a açık açık ilanıaşk etmekte ama Murat kayıtsız kalmaktadır. Namzet, kadın ruhundan anlamamaktadır; belli ki Murat anlamakta fakat kızı çıldırtmaktadır. “Siz bir büyücüsünüz.” diyen Zehra’ya, Murat; “Ben büyülenmekten kaçan insanım.” cevabıyla muhatabının kadınsı fütuhatını kışkırtmaktadır. “Eliniz bir ölü eli kadar soğuk.” derken kız; erkek, “Kanımın içine akmasından…” cevabını yapıştırır. Büyücü, ölüm, kadın, kan, münzevilik, at, köy, kırlar, şehir vs. gibi Üstad’ın şiirlerinin ana mevzuları senaryoya sığdırılabilmiştir. Söylentileri işiten kızın babası, kulübeye Murat’ı ikna etmeye gider. Elbette ki neredeyse Üstad’ın bizzat kendisi olan Murat, öyle sonradan görme asalete papuç bırakmayacaktır.

      “Cücesin şehirde sen

      Bir dev olmak istersen

      Kırlarda şarkı söyle!”

      şiirinde olduğu gibi şehir ile kır hayatının mukayesesi Üstad’ın senaryo eserlerine de gizlenmiştir. Şehirli gençle Murat, köylü kızları tarafından da tartılır; hiç şüphesiz uzun saçlı, kıtipiyoz, şehirli, genç Namzet, dalyan gibi Murat’la kıyaslanamaz bile. Şehirli züppe genci öyle harcar ki yazar, Namzet, Zehra’ya, Murat’tan ağzının payını aldıktan sonra bile kendisine dönebileceğini duyurur. Artık ata, köye, Murat’a vurgun olan ve büyük değişim yaşayan Zehra, babasından kendine bir СКАЧАТЬ



<p>18</p>

TYB, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Sempozyumu, Ankara 1994