Название: Hâristan
Автор: Ahmet Hikmet Müftüoğlu
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-29-6
isbn:
Mihriban artık kendisini kaybetmiş, bayılmıştı. Kendisine geldiği zaman “Peki.” dedi. “Peki. Bırakınız beni valideme gideyim. Fakat kızımı da bana veriniz. Yetişir, bana bundan artık bahsetmeyiniz!” Mihriban ağlıyordu. Kızını yanına almış carını giyiyordu. Şimdi konağın içi karışmış, Mihriban’ın kayınvalidesi bu felaketi evvelden biliyormuş gibi kapının önüne gelmiş, yalnız bir “Ayol ne oluyorsunuz?” istizahıyla duvara bir heykel-i müncemid gibi dayanmış netice-i hâle intizar ediyordu.
Neriman, “Peki.” dedi. “Fakat vadet ki beni ebediyen terk etmeyeceksin Mihribancığım, vadet ki beni afv edeceksin.” Bunları söylerken, Mihriban’ın ilerlediğini gördü. Ve koştu, boynuna sarıldı. Karısının sararmış, zayıf yanaklarını öpmeye başladı. “Ve sakın benden iftiraka çalışma. Senin hasretine dayanamam.” diye feryat ediyordu. Mihriban kapıyı açarken tekrar arkasından koşuyor ve diyordu: “Dur, bana gecelik gömleğini bırak, ben ona sensiz gecelerimde sarılayım, ben onu koklayım, onu öpeyim. Beni Allah aşkına bırakma, bir hafta validende otur, istirahat et, yine ben gelip seni alacağım.” Mihriban hazırlanan arabasına dadısı ve çocuğuyla binerken arkasından kocasının ağladığını işitmiyordu.
“Nine kendi kendine neye gülüyorsun?”
“Hiç!”
“O sararmış kâğıtlar ne?”
“İade olunmamış borç senetleri.”
“Eskimiş mektuplara benziyor da…”
“Hayır kızım.”
Mihriban artık on altı yaşına girmiş kızının karşısında, bugün hakikati itiraf edemiyordu. Evet, o kâğıtlar iade olunmamış bir deyn-i saadete ait hatıralardı. O eski mektuplar, bir mecmua-i eş’ârın sahifeleri arasında gömülmüş gül yaprakları gibi rengini, rayihasını kaybetmekle beraber, güler yüzlü dakikaları muhtır yadigârlar olduğu için değerlerinden ziyade gizli kıymetleri vardı.
Kızı Rânâ, validesinin müphem sözlerinden, kendisine anlatmak istemediği bir şeyle meşgul olduğunu hissederek daima mahzun olan ninesini bir kat daha iz’ac etmemek için bir bahane ile odadan çıktığı zaman, yalnız kalan Mihriban tekrar bu mektupları okumaya başladı.
Oh! Bu geçen on dört sene zarfında neler olmuştu? Şimdi bir hikâye-i felaket olan mazi bu kadının dimağından geçiyordu. Neriman’dan, iftirakından sonra kocası, validesinin ısrarına mukavemet edemeyerek kendisini tatlik eylediği duyulunca, Hamra da bu sırada zuhuru tabii olan birçok güftügûlardan ihtirazen Neriman ile izdivaca cüret edemeyerek vazife-i intikamını, bu iftiraka vesile olmaya muvaffak olduğundan dolayı, ikmal olunmuş addile Neriman’ın tekrar teklif-i izdivacını reddedip muvakkaten akrabasından biriyle taşraya gitti. Neriman da İstanbul’da duramadı, bir şehbenderlikle Avrupa’ya giderken, bütün bu manasızlıklarına, vefasızlıklarına rağmen yine Mihriban’a ümitler vererek, gizli vaatlerde bulunmaktan çekinmedi. İstikbalini temin ile bir iki seneye kadar, pederinin servetine muhtaç olmayacak mütevazı bir mevki işgal eder etmez tekrar karısına ağuşunu açacak ve geçen felaketleri ilelebet unutarak, mesut olacaklardı. Oh! Hâla kocasının çılgın bir âşıkası olan bu kadın için, bu vaatler ne emelperver tesellilerdi. Neriman’ın mahall-i memuriyetinden yazdığı bu solmuş mektuplar, pejmürde vaatler hâlâ kucağında duruyordu. Bu satırlar, bu kelimeler yalan söyleyen birer mücririn perişanlığıyla şimdi gözünün önünde mahcup ve hacil titriyorlardı: “Avrupa’nın bu dağdağa-i sefahati, Mihribansız onun gözlerinde değilmiş. Geceleri bir yere çıkmıyormuş, yalnız sevgili Mihriban’ını düşünüyormuş, nihayet iki sene sonra yine beraber bulunmak için İstanbul’a geldiği zaman her şey unutulacakmış, bu iki sene zarfında her zaman yanında gezdirdiği resmine bakarak müteselli olacakmış. Çocuğu göreceği gelmiş. Onun da resmini istiyor.” Biçare kadın bu mektuplara her şeyi unutmuş gibi cevaplar yazmıştı. Lakin cevapsız kalan son mektubunu, belki vâsıl olmamıştır hülyasıyla tekid etti, yine cevap alamadı. İki sene de böyle geçti. Bu kadına haber vermişlerdi ki muhaberelerden haberdar olan kocasının validesi oğlunu tecdid-i münasebetten men için Neriman üzerindeki nüfuzunu istimal etmiş ve hatta muhabereye devam ettiği takdirde evlatlıktan reddeyleyeceğini de ilave ile, oğlunu tehdit eylemişti. Mihriban bu erâcîfe ihtimal veremiyordu. Kendisinden bu kadar nefret etmek için kayınpederine, bahusus kayınvalidesine ne fenalık etmişti. Kendisinin, kocasının bir de evladının harabını istemek, üç gönlü birden ezmek pek günah olacaktı. Bunu kimse irtikâb edemezdi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.