Karakulak şöyle cevap vermiş: “Onun avının fazlasını yiyorum ve onun şevketi sayesinde düşmanların şerlerinden emin olarak yaşıyorum.”
Bunun üzerine: “Pekâlâ.” demişler; “Onun himayesine, gölgesine girdiğini ve onun nimetiyle geçindiğini ikrar ediyorsun, niçin ona daha fazla yaklaşmıyorsun, eğer fazla yaklaşacak olursan seni has bölüğüne alır ve halis muhlis bendelerinden sayar.”
Karakulak cevap vermiş: “Evet onun nimetiyle besleniyor, sayesinde düşmanlarımdan emin olarak yaşıyorum. Bununla beraber onun hırçınlığından emin değilim.”
Ateşe tapan birisi ateşi yüz yıl söndürmeden yaksa o ateşe düştüğü dakikada ateş onu yakar.
Padişaha nedim olan kimse bazen altın bulursa da bazen de başı gider.
Hükema demişler ki: “Padişahların günü gününe uymaz. Tabiatları daima değişir. Bundan sakınmak lazımdır. Bazen selam versen incinirler, bazen sövsen hilat verirler.”
Yine hükema demiş: “Çok zarafet, nedimler için hüner ise de hakimler için ayıptır.”
Sen kadrini, kıymetini, vekarını muhafazaya çalış; oyunu, zarafetini nedimlere bırak.
Arkadaşlarımdan birisi kendisine yâr olmayan talihinden şikâyet etti ve dedi ki: “Ailem çok, kazancım az; zaruret yüküne tahammül edemiyorum. Çok kere düşünüyorum, başka iklime gideyim; çünkü orada nasıl yaşasam, kimse benim iyime, kötüme vâkıf olmaz.
Gurbet ilde nice kimseler aç yatar; fakat kim olduğunu kimse bilmez. Çok can dudağa gelir, kimse ona ağlamaz.
Bununla beraber gitmek de istemiyorum; çünkü düşmanlarım arkamdan gülecek, namusumla oynayacak; ailem için bir şey kazanmak ümidiyle gittiğimi mürüvvetsizliğime, hamiyetsizliğime hamledecek ve şöyle diyecekler:
‘Şu hamiyetsize bakın, böyle insan hiçbir zaman bahtiyarlık yüzünü göremez. Yalnız kendisinin istirahatını düşündü; karısını, çocuklarını zaruretler içinde bıraktı.’
Muhasebe ilminde, size malum olduğu üzere, bir şeyler bilirim. Eğer senin yüksek mevkiin sebebiyle ve tavsiyenle kalbimin rahatlığını mucip olacak bir vazifeye geçecek olursam ömrüm oldukça sana minnettar olurum.”
Onun bu teklifine karşı ben: “Dostum,” dedim, “padişah işinde iki şey var: Birisi ekmek ümidi, diğeri can korkusu. Bu ümit ile o korkuya düşmek ise akıllı işi değildir.”
Arazinin, bahçenin harcını ver diye fakirin evine kimse gelmez. Ya gönül perişanlığına, kedere razı ol; yahut böbreğini karganın önüne koy.
Refikim dedi ki: “Bu söz benim hâlime muvafık değildir ve benim sualime cevap olamaz. ‘Her kim hıyanete çalışırsa hesapta eli titrer.’ dediklerini duymadınız mı?”
Doğruluk Allah’ın rızasını muciptir. Doğru yolda gidenlerden azanları görmedim.
Hükema demiştir ki: “Dört kimse dört kimseden korkar ve can yürekten incinir: Harami padişahtan, hırsız bekçiden, fasık gammazdan, fahişe muhtesipten.”
Hesabı temiz olanın teftiş ve murakkabeden ne korkusu olur?
Azil zamanında düşmanın sana bir şey yapmaması için memuriyet zamanında ulu orta gitme.
Kardeş! Sen temiz ol, kimseden korkma. Çırpıcılar kirli olan elbiseyi taşa çarparlar.
Ona dedim ki: “Şu tilkinin hikâyesi senin hâline münasiptir: Bakmışlar ki tilkinin birisi düşe kalka kaçıyor.
Birisi ona sormuş: ‘Ne afet, ne felaket var ki bu kadar korkuya sebep oldu?’
Tilki demiş ki: ‘Develeri angaryaya tutuyorlarmış diye işittim.’
Tilkiye demişler: ‘Ahmak! Senin deve ile ne münasebetin, deveye ne müşabehetin var?’
Tilki cevap vermiş: ‘Susunuz. Eğer hasutlar, garezkârlar benim için bu devedir, derler de yakalanırsam benim deve olmadığımı anlatarak beni kurtarmak için kim çalışır? Iraktan tiryak gelinceye kadar yılan sokan ölür gider.”
“Sen de hakikaten faziletli ve dindarsın; fakat hasutlar pusuya girer; haksız davacılar bir bucakta oturur, gözetirler. Eğer bunlar senin güzel ahlakının hilafını anlatırlar ve sen padişahın divanına çıkarılarak suale, itaba maruz olursan, o sırada senin lehinde kim söz söyleyebilir? Binaenaleyh ben onu münasip görüyorum ki kanaat mülkünü bekleyesin, büyüklük fikrini bırakasın. Nitekim, akıllılar şöyle demişlerdir:
Denizden istifade çoktur; fakat selameti istersen selamet denizin içinde değil kenarındadır.”3
Refikim bu sözü işitince mükedder oldu, yüzünü ekşitti. Sitemle karışık sözler söylemeye başladı ve dedi ki: “Bu ne akıl, bu ne fikir, bu ne anlayış, bu ne buluştur! Hükema ne doğru söylemiştir: ‘Dostlar zindanda işe yararlar, dostlukları o zaman anlaşılır; yoksa sofra başında tekmil düşmanlar dost görünürler.’
Sen servet, saadet içinde iken dostluktan bahsedenleri, kardeşimsin diyenleri hakiki dost sanma. Hakiki dost; perişanlık, zaruret, felaket zamanında el tutan kimsedir.”
Baktım ki müteessir oluyor ve benim nasihatimi sadakatsizliğime hamlediyor, aramızda bulunan muarefeye binaen divan sahibinin yanına gittim. Arkadaşımın hâlini anlattım. Onu küçük bir vazifeye tayin ettiler.
Aradan bir müddet geçince kabiliyetini, işi iyi idare ettiğini, güzel düşündüğünü gördüler; beğendiler. Vazifesi yükseldi.
Daha yüksek bir memuriyete nakledildi. Saadetinin yıldızı durmadan terakki ediyordu. Nihayet elde edilmesi istenilen rütbelerin en yükseği olan vezaret rütbesine nail ve padişahın yakınlarından olarak parmakla gösterilir oldu. Ayan ve ekâbirin itimatgâhı, müracaatgâhı oldu. Onun bu yüksekliğine sevindim, dedim.
Hayatın, arzuya uygun olarak geçmezse müteessir olma, sabret. Sabır acıdır, fakat meyvesi tatlıdır.
Bir işi bağlanmış görünce çözülmez, açılmaz diye düşünme; mustarip, mahzun olma; çünkü abıhayat zulmet içindedir.
Ey musibete düçar olan kimse, mahzun olma.
Cenabıhakk’ın nice gizli lütufları vardır.
O sırada tesadüfen birtakım dostlar ile Mekke’ye sefer ettim.
Mekke’yi ziyaretten dönüşümde o dostum iki konaklık yerden karşıladı. Hâlini perişan gördüm. Mazul olduğunu anladım. Zira devlet adamı bir dost, ancak azledildiği zaman dostlarını görme hevesine düşer.
Mesnet ve devlet meşguliyetleri arasında tanıdıklarını aramazlar. Çaresizlik ve fakirlik zamanında dert yanmak için dostlarının yanına gelirler. Onu böyle fakir ve perişan bir hâlde görünce: “Bu ne hâldir?” СКАЧАТЬ
3