Bu candan davet üzerine Pinokyo bir atlayışta arka sıralardan, en öndeki saygın seyircilerin oturduğu sıralara; sonra bir başka atlayışla oradan önce orkestra şefinin kafasına, sonra da sahneye çıktı.
Bu dram tiyatrosunun kadın erkek tüm oyuncularının nasıl da Pinokyo’ya sarıldıklarını, boynuna atladıklarını, arkadaşça yanağından makas alıp gerçek ve içten kardeşlikle kafalarını hafifçe tosladıklarını hayal etmek imkânsız.
Tüm bu sevgi gösterisi gerçekten de çok duyguluydu, diyecek yok. Ama seyirciler oyunun yarıda kesildiğini görünce sabırsızlanarak bağırmaya başladı:
“Oyunu isteriz! Oyunu isteriz!”
Boşuna nefes tüketiyorlardı. Çünkü kuklalar rollerini oynamaya devam etmek yerine, iki katı gümbürtü çıkararak Pinokyo’yu omuzlarının üzerinde sahne ışıklarının önüne getirdiler.
O zaman kuklacı çıktı ortaya. Bakması bile insanı ürkütecek kadar çirkin, dev gibi bir adamdı bu. Kocaman bir mürekkep lekesi gibi siyah ve çirkin sakalı çenesinden aşağı iniyordu. Yürüdüğü zaman sakalına bastığını söylemekle yetinelim. Ağzı fırın kadar geniş, gözleri iki cam lamba gibiydi. Yılan ve tilki kuyruklarının birbirine sarmalanmasından yapılmış kırbacını şaklatıp duruyordu.
Kuklacının böyle beklenmedik bir zamanda orta çıkmasıyla herkes sessizliğe büründü. Kimse nefes almıyor gibiydi. Öyle ki havada sinek uçsa sesi duyulurdu. Zavallı kuklalar, kadın erkek, hepsi de yaprak gibi titriyorlardı.
“Ne geldin tiyatromda kargaşa çıkarmaya?” diye sordu canavar sesiyle Pinokyo’ya.
“İnanın, saygıdeğer bayım, suç bende değildi!..”
“Bu kadarı yeter! Akşam olunca görürüz hesabımızı.”
Gerçekten de oyunun gösterimi bitince kuklacı, şişe geçirilen bir koyunun akşam yemeğine hazır olması için ateşte yavaş yavaş çevrildiği mutfağa gitti. Koyunu pişirip kızartmaya yetecek kadar odun olmadığı için de Arlecchino ve Pulcinella’yı çağırıp:
“Çiviye asılı bekleyen o kuklayı getirin bana. Bana iyice kuru bir tahtadan yapılmış gibi geldi. Eminim ki kızartmanın ateşini güzelce canlandırır.”
Arlecchino ve Pulcinella ilkin tereddüt ettiler. Ama patronları öyle kötü bir bakış fırlattı ki korkuyla emre itaat ettiler. Az sonra, sudan çıkmış yılan balığı gibi çırpınıp duran Pinokyo’yu kollarının üzerinde mutfağa taşırlarken o da bağırıp duruyordu:
“Babacığım, kurtarın beni! Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum!..”
XI
Ateşyiyen hapşırır ve Pinokyo’yu bağışlar. Pinokyo da arkadaşı Arlecchino’yu ölümden kurtarır
Kuklacı Ateşyiyen -buydu adı- özellikle de tıpkı bir önlük gibi göğsünü ve bacaklarını örten siyah, çirkin sakalıyla ürküntü veren bir görünüme sahipti, kabul etmeliyim bunu ama aslında hiç de kötü bir adam değildi. Bunun kanıtı da “Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum!” diye çırpınan Pinokyo’yu taşırlarken, hislenip acıması ve bayağı uzun bir direnişten sonra da dayanamayıp gürültüyle hapşırmasıydı.
Bu hapşırık üzerine, o ana kadar üzüntüden salkım söğüt gibi eğilmiş duran Arlecchino, birden neşeyle doldu ve Pinokyo’ya eğilerek fısıldadı:
“Haberler iyi, kardeşim. Kuklacı hapşırdı. Sana acıdığının işaretidir bu. Bundan böyle kurtulmuş say kendini.”
Çünkü bilmelisiniz ki tüm insanlar acıma hissettiklerinde, ya ağlarlar ya da en azından gözlerini kuruluyormuş gibi yaparlar. Ateşyiyen’in ise ne zaman kalbi yumuşasa hapşırma huyu vardı. Bu da kalbinin hissiyatını göstermenin bir yoluydu işte.
Kuklacı, hapşırdıktan sonra, kabadayı gibi davranmaya devam etti. Pinokyo’ya:
“Kes ağlamayı! Sızlanmaların yüzünden mideme ağrı girdi. Hapşu! Hapşu!” diyerek iki kez daha hapşırdı.
“Çok yaşayın!” dedi Pinokyo.
“Teşekkürler! Anan baban hâlâ sağ mı?” diye sordu Ateşyiyen.
“Babam hayatta. Annemi ise hiç tanımadım.”
“Seni şimdi kızgın kömürlere attırsam ihtiyar baban kim bilir ne kadar üzülür! Zavallı ihtiyar! Acırım ona! Hapşu! Hapşu! Hapşu!” diye üç kez daha hapşırdı.
“Çok yaşayın!” dedi Pinokyo.
“Teşekkürler! Aslında acınması gereken benim. Çünkü gördüğün gibi koyun çevirmesini pişirmek için hiç odunum kalmadı. Doğruyu söylemem gerekirse çok işime yarayacaktın! Ama ne yapalım ki insafa geldim. Senin yerine şişin altına kendi kumpanyamdan birkaç kukla koyacağım! Hop! Jandarmalar!”
Bu emir üzerine hemen uzun mu uzun, kuru mu kuru, feneri yanıp sönen şapkaları ve çekilmiş kılıçlarıyla iki tahta jandarma çıktı ortaya.
Kuklacı, hırlayan sesiyle jandarmalara:
“Arlecchino’yu bulun getirin bana. Sonra da iyice bağlayıp ateşe atın, yansın. Koyunumun bir güzel kızarmasını istiyorum!” dedi.
Düşünün bir, zavallı Arlecchino’nun hâlini! Öyle bir korktu ki bacakları o anda kıvrılıp yüzüstü yere düşüverdi.
Pinokyo, bu iç parçalayıcı sahneyi görünce kendini kuklacının ayaklarının dibine attı. Sular seller gibi ağlayarak ve o upuzun sakalın tellerini gözyaşlarıyla ıslatarak:
“Acıyın Bay Ateşyiyen!..” demeye başladı yalvaran sesiyle.
“Baylar yok burada!” diye sertçe yanıtladı kuklacı.
“Acıyın, Bay Şövalye!..”
“Şövalye yok burada!”
“Acıyın, Bay Kumandan!..”
“Kumandan yok burada!”
“Acıyın, Haşmetmeap!..”
Kendisine Haşmetmeap denildiğini duyunca kuklacı hemen sevindi ve bir çırpıda insancıllaştı, konuşulur hâle gelerek Pinokyo’ya:
“Tamam öyleyse, benden ne istiyorsun?” diye sordu.
“Zavallı Arlecchino için af istiyorum.”
“Af maf çıkmaz burada. Sana acıdıysam ateşin altına onun gitmesi gerekir. Çünkü koyunum iyice kızarsın istiyorum.”
“Şu hâlde…” diye gururla doğruldu ve atıldı, ekmek içinden küçük şapkasını atarak Pinokyo. “Şu hâlde, görevimi biliyorum. СКАЧАТЬ