Keloğlan Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Keloğlan Masalları - Неизвестный автор страница 6

Название: Keloğlan Masalları

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-924-0

isbn:

СКАЧАТЬ istiyorsun, o hâlde sana güzel bir akıl öğreteyim.”

      Keloğlan, sabırsızlanarak dinliyordu.

      “Çabuk söyle baba, çabuk söyle!” diye bağırdı.

      “Buradan kırk gün uzakta gayet büyük bir şehir ve şehrin ortasında göz kamaştırıcı bir saray vardır. Bu sarayda bir hükümdar oturur ki birkaç ülkeye hükmeder. İşte senin aradığın kız, bu hükümdarın kızından başkası değildir. Vakit geçirmeyip yola çık; o şehri bul, saraya gir, kendini tanıt. Çalış, çabala, mutlaka o kızı al!”

      Keloğlan, bu sözleri gerçek sandı. Ertesi gün, satın aldığı bir eşeğe binip yola çıktı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Nihayet bir şehre ulaştı. Çarşıda, pazarda dolaşmaya başladı. Baktı ki bir kahvede saz çalınıyor.

      İçeri girdi. Saz çalıp türkü söyleyen şairlerin karşısına dikildi:

      “Ustalar!” dedi. “Ben de şairim, sizinle imtihan olmak istiyorum.”

      Hepsi de ak saçlı, ak sakallı olan şairlerden bir tanesi, kaşlarını çatarak bağırdı:

      “Git buradan, saygısız çocuk! Sen daha söz söylemeyi bilmiyorsun, türkü söylemeyi ne bilirsin. Hele saz çalmaktan hiç anlamazsın. Koltuğunda sazın bile yok.”

      Keloğlan, “Kızma usta!” dedi. “Ben saz çalmayı bilmem lakin türkü söylemeyi iyi bilirim.”

      Şairler, Keloğlan’ın iddiasına şaşırdılar ve bir türkü söylemesini istediler. Keloğlan da şöyle söyledi:

       “İyi dinleyin ustalar sözümü!

       Aşk uğruna harcamışım özümü.

       Yenmez isem eğer sizi türküde,

       Kör etsin Allah iki gözümü.

       Sevdim ama yâr yüzünü görmedim,

       Uzun, kara saçlarını örmedim,

       Sevdiğimin işitmedim adını,

       Aşk bağında vuslat gülü dermedim.

      Yârdan haber vermezseniz siz bana,

      Benzetirim hepinizi çaputa!

      Lakin varsa siz de biraz cesaret

      Dövüşelim, haydi, çıkın meydana!

      Ustalar fena hâlde kızdılar. Yerlerinden fırlayıp Keloğlan’a hücum ettiler. Kahve bir anda karmakarışık oldu.

      Biraz sonra kavga, gürültü bitti; ortalık sütliman oldu fakat Keloğlan ortada yoktu. Herhâlde kaçmıştı.

      Aradan yarım saat kadar bir zaman geçmiş; herkes çekilip gitmişti. Kahvede şairlerle kahveciden başka kimse kalmamıştı. Büyük zarara giren biçare adam, şairlerin karşısına dikildi:

      “Bana bakın erenler! Artık sizi burada yatıramayacağım. Hem Keloğlan’ın türküsüne cevap veremediniz hem de üzerine hücum edip kavga çıkardınız. Asıl kabahat Keloğlan’da değil, sizdedir!”

      “Biz buradan bir yere gidemeyiz. Asıl kavgaya sebep olan sensin!”

      “Ben miyim?”

      “Evet, sensin!”

      “Neden benmişim?”

      “Çünkü isteseydin o Keloğlan’ı içeri sokmazdın. Şimdi ne hakla bize kabahat buluyorsun.”

      O sırada kahve ocağının altındaki boşluktan bir ses yükseldi:

      “Ben, ömrümde yalan söylemiş insan değilim! Bu işte kahvecinin hiç kabahati yoktur. Siz, şairlikle alakası olmayan Keloğlan’ın türküsüne cevap vereceğiniz yerde utanmadan kendinize şair payesi veriyorsunuz. Sizi gidi sahtekârlar sizi!”

      Ocağın altındaki boşluktan yükselen ses devam etti:

      “Eğer kahveyi derhâl terk etmezseniz bu gece hepinizi boğarım. Bana ‘göze görünmez adam’ derler. Ona göre aklınızı başınıza toplayın!”

      Korkudan yüzleri sapsarı kesilen şairler, sazlarını almaya, pabuçlarını giymeye bile cesaret edemediler. Kendilerini sokağa zor attılar ve derhâl ortadan kayboldular.

      Kahvede tek başına kalan kahveci, korkusundan tir tir titriyordu. Biraz sonra ocağın altındaki boşluktan birisi çıkıp bayılacak bir hâle gelen kahvecinin karşısına dikildi:

      “Merhaba beybaba!”

      Kahveci, başını kaldırdı; karşısına dikilenin yüzünü görünce afalladı. Afallamakta hakkı vardı çünkü bu, Keloğlan’dan başkası değildi.

      “Hınzır kel! Dertsiz başıma bu işleri açtın da iyi mi yaptın? Şimdi ölümlerden ölüm beğen; yahut zararı tazmin et.”

      Keloğlan güldü. “Unutma ki ben hemen göze görünmez olur ve sana istediğim her fenalığı yapabilirim. Benimle iyi geçinmeye mecbursun. Nasıl, kaybolayım mı ortadan?”

      “Aman Keloğlan! Ben ettim sen etme, bu dükkân sana feda olsun!”

      Keloğlan yumuşadı. “Hah şöyle! Yoksa az daha göze görünmez oluyordum. O vakit elimden kurtulamazdın.”

      “Ben, başında saç olmayanlara daima hürmet ederim. Ne emrin varsa derhâl yerine getirmeye hazırım.”

      Keloğlan, “Bu şehrin hükümdarı filan var mı?” diye sordu.

      “Var fakat sarayı şehrin içinde değildir.”

      “Nerededir?”

      “İki saat uzaklıkta.”

      “Hükümdarınızın kızı var mı?”

      “Hem öyle güzel bir kızı var ki yeryüzünü karış karış dolaşsan eşini bulamazsın.”

      “Ben....” dedi. “O kızın nişanlısıyım. Yavukluma kavuşup murada ermeye geldim. Onu sıkıntılı saray hayatından kurtarıp rahat köy hayatına alıştıracağım.”

      Kahveci bir kere yere kapanıp doğruldu. “Evet, tabii!” dedi.

      Keloğlan, devam etti: “Eğer hükümdar bana kızını vermek istemezse koca sarayın içinde bir tane canlı bırakmayacağım; hatta belki bu şehri yıkacağım.”

      “İnanırım sultanım! Yalnız, senden rica ederim, bana, çoluğuma çocuğuma kıyma!”

      Şafak sökerken Keloğlan eşeğine bindi; kahvecinin tarif ettiği yere doğru ilerlemeye başladı.

      Nihayet hükümdarın sarayına varmış, eşeğini sarayın kapısı önündeki ağaçlardan birinin altına bağlamış ve içeri girmişti. Sanki babasının evindeymiş gibi koridorlarda dolaşıp duruyordu. Kendisine hiç kimse bir şey söylemiyordu.

      Bir aralık dolaşmaktan canı sıkıldı; ıslık çalmaya başladı. СКАЧАТЬ