Название: Keloğlan Masalları
Автор: Неизвестный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-924-0
isbn:
Köyünden akılsız olarak çıkan, kısa zaman içinde kurnaz bir delikanlı kesilen Keloğlan, valinin yanında uzun müddet kalmadı. Yeni bir maceraya atılma hevesine kapıldı. Evinde yatıp kalktığı kocakarıya:
“Ana....” dedi. “Ben başımı alıp gideceğim; hakkını helal et çünkü kendime münasip bir kız arayacağım. Bulursam derhâl evleneceğim. Bulamazsam ne yapacağımı ben bilirim.”
Ev sahibi, kendisine çok yardımı dokunan Keloğlan’ın gitmesini hiç arzu etmiyordu fakat onu yolundan alıkoymak elinde değildi.
“Ah evladım!” dedi. “Gitmesen çok iyi olurdu. Sen kararını verdikten sonra, yolun açık olsun demekten başka elimden ne gelir? Eğer beni unutmayacağına söz verirsen sana bir tılsım öğreteceğim. Bu tılsım sayesinde bütün canlı mahlukları birbirine yapıştırabilirsin.”
Keloğlan sevinerek “Çabuk söyle ana, zira bu tılsım benim çok işime yarar.” dedi.
Kocakarı, koynundan mavi bir boncuk çıkarıp Keloğlan’a uzattı:
“Bu boncuğu al, başın dara düşünce dudaklarına sürdükten sonra üç kere ‘yapışın’ veya ‘ayrılın’ diye bağır. Yapışın dediğin zaman yapıştırmak istediğin mahluklar yapışırlar; ayrılın dediğin zaman ise ayrılırlar.”
Keloğlan, mavi boncuğu alır almaz yola çıktı. Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti. Nihayet bağ ve bahçeleri bol bir kasabaya ulaştı. İlk defa karşılaştığı güzel bir kıza âşık oldu.
“Beni buraya kısmetim çekip getirmiş.” dedi ve kızın peşine takıldı. On dakika kadar ilerledikten sonra kız büyük bir bahçe kapısından içeri daldı; arkasından da Keloğlan. Bahçenin ortasındaki köşke giren kızın çıkmasını beklemek üzere çiçeklerin arasına saklandı.
Köşkün öte tarafında bir sürü kaz ve ördeğin dolaştığını gördü. O tarafa gitti; koynundan mavi boncuğu çıkardı. Dudaklarına sürdükten sonra “Yapışın!” diye bağırdı. Kazlarla ördekler hemen birbirlerine yapıştılar. Tılsımlı boncuğu veren kocakarının yalan söylemediğine bu şekilde kanaat getiren Keloğlan, son derece memnun oldu.
Meğer o bahçe, kasabanın en zengin adamına aitmiş. Bu adam, kaz ve ördek meraklısı imiş.
Biraz sonra gelip onları yapışmış bir hâlde görünce şaşıp kaldı. Bir de baktı ki ilerideki ağaçlardan birinin altında bir kel oğlan oturuyor; köşkün pencerelerine bakıyor. Yanına gidip sordu:
“Burada ne geziyorsun Keloğlan? Yoksa ördeklerle kazları sen mi yapıştırdın?”
Keloğlan, pervasız bir sesle:
“Evet.” dedi. “Bu benim maharetimdir. İstersen onlara seni de yapıştırayım.”
Bahçe sahibi fena hâlde korktu çünkü kellerden korkulması gerektiğini gayet iyi biliyordu.
“Aman Keloğlan!” dedi. “Ördeklerimle kazlarımı birbirinden ayır da benden ne istersen iste!”
Keloğlan, fırsatı kaçırmadı:
“Ağam....” dedi. “Benim para ile işim yoktur. Bana sadece kızını versen yeter.”
Ağa, ne dediyse bir faydası olmadı. Kızını vereceğine dair namusu üzerine yemin etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Keloğlan, “Ayrılın ey kazlar, ördekler!” dedi.
Başlarına böyle iş gelmeyen zavallı hayvanlar birbirlerinden ayrıldılar. Ağa, köşke girip meseleyi kızına açtı. Gerçekten eşi az bulunur güzellerden olan kız, babasına çıkıştı:
“Dünyadaki delikanlıların kökü mü kurudu? Yer yerinden oynasa ben o kel kafalıya varmam! Hem sen ne biçim adamsın böyle? Benim nişanlı olduğumu hiç aklına getirmiyor musun?”
Ağa, kızına karşı haksızlık yaptığını biliyordu fakat Keloğlan’ın elinden kurtulmanın imkânı yoktu. Kazlarla, ördeklerle yapışık olarak yaşamak asla işine gelmiyordu:
“Kızım....” dedi. “Sana yerden göğe kadar hak veririm. Ne yapayım ki başka türlü hareket etmek elimde değil. Sen bu işe razı olmuş görün; sonra baş başa verip bir kurtuluş çaresi düşünür; başımıza musallat olan bu kelden yakamızı sıyırırız. O zaman ikimizin de başı dinç olur.”
Böylece düğün hazırlığına başladılar. Keloğlan’ı atlatmak için güzel bir plan yapmışlardı. Gerdeğe başka biri girecekti. Keloğlan her nasılsa bu planı öğrendi fakat hiç sesini çıkarmadı. Gerdek gecesi ansızın ortadan kayboldu. Gerek kız gerek babası son derece sevindiler. Asıl damat olacak delikanlının adamakıllı yüzü güldü.
Yatsı namazından sonra damat ile gelini bir odaya kapattılar. Meğer Keloğlan tavan arasına çıkıp saklanmış; ufak bir delik açmış, gelin odasını gözetlemeye başlamış.
Damat, gelinin boynuna yüz görümlüğü takarken Keloğlan tavan arasından “Yapışın!” diye bağırdı. İkisi birbirlerine yapıştılar. Neye uğradıklarını bilemediler; korkularından feryat figan etmeye başladılar. Bütün ahali içeri doldu. Kızın babası, darbenin nereden geldiğini anladı:
“Bu işi mutlaka Keloğlan yapmıştır; onun elinden kurtulmanın imkânı yoktur.” diye mırıldandı.
Tam o sırada Keloğlan içeri daldı:
“Ağa!” dedi. “Bende hünerin haddi hesabı yoktur. Köşkünle beraber havalanıp sonra düşerek parça parça olmak istemiyorsan kızını mutlaka bana vermelisin; bu sefer yaptığın hileyi hoş görüyorum. İkinci bir hile yapmaya kalkışırsan kendini ölmüş bil!”
Kızın babasından evvel davranan damat:
“Ey Keloğlan!” dedi. “İşte kız, işte sen! Güle güle oturun fakat vakit geçirmeyip beni bu vaziyetten kurtar.”
Keloğlan, kendisine yalvaran damadı kurtarmak için “Ayrılın!” dedi. Bu söz üzerine kurtulan damat, bir ölüm tehlikesi atlatmış gibi derin bir oh çekti ve gitti. Onun yerine Keloğlan’ı güvey yaptılar.
Fakat kız, kocasından hiç memnun olmadı. Kendisini zorla alan bu kel kafalı gençten yakasını kurtarmak için çare aramaya başladı. Aradan birkaç hafta geçince:
“Baba....” dedi. “Bizim için memleketi değiştirmekten başka kurtuluş çaresi yoktur. Eğer Keloğlan’dan habersiz kaçabilirsek ne âlâ.... Arkamızdan o da gelirse ileride bir deniz var; oraya varınca Keloğlan’ın yatağını tam denizin kıyısına yayalım. Gece yarısı olunca onu denize itelim. Elinden başka türlü kurtulamayız.”
Baba, kızının bulduğu çareyi çok beğendi. Hemen yol hazırlığı yaptılar. Kız, kendilerine iki hafta yetecek kadar gözleme yaptı, bir çuvala doldurdu.
Hâlbuki Keloğlan, onların konuşmalarını dinlemişti. Bir kolayını bulup gözleme çuvalının СКАЧАТЬ