“Kuvveti nasıl?”
Dimne cevap verdi:
“Kuvveti yok. Yanına yaklaştım ve kendi dengimle konuşur gibi konuştum, muhavereler yaptım. Bana hiçbir şey yapamadı.”
Aslan anlattı:
“Onun bu hâline aldanma ve onu küçümseme! Çünkü en kuvvetli rüzgâr, otlara kıymet vermez. Fakat hurmaların en uzununu ve ağaçların en kuvvetlisini devirir.”
Dimne anlattı:
“Ondan yana asla endişe etmeyin ve onu büyük bir şey sanmayın. Ben, onu size getirir, sizi dinleyen ve emrinize boyun eğen kullarınız arasına katarım.”
Aslan:
“Pekâlâ, dilediğini yap bakalım!” dedi.
Dimne, hemen öküzün yanına gitti, zerre kadar korkmadan ve aldırmadan dedi ki:
“Aslan beni, sizi yanına götürmek üzere gönderdi. Bana şu emri verdi: Hemen itaat eder ve yanına gidersen şimdiye kadar huzuruna gitmek hususunda gösterdiğin kusuru affedecek. Şayet gecikir ve karar vermezsen hemen geri dönüp vaziyeti kendisine bildireceğim.”
Şetrebe sordu:
“Seni bana gönderen bu aslan kim? Nerededir ve ne hâldedir?”
Dimne anlattı:
“Bu aslan buradaki yırtıcı hayvanların kralıdır ve şurada oturur. Emrinde şu kadar asker vardır.”
Şetrebe, aslan ile yırtıcı hayvanlardan bahsolunması üzerine korktu ve dedi ki:
“Sen bana dokunulmayacağına dair ant verirsen seninle beraber hemen giderim!”
Dimne, öküzün kabul edeceği andı hemen verdi. Öküzü yanına alarak aslanın huzuruna götürdü. Aslan, öküze çok iyi davrandı. Yanına yaklaştırdı ve ona buralara ne zaman, nasıl ve niçin geldiğini sordu. Şetrebe de başından geçenleri anlattı. Aslan ona:
“Burada benimle kal. Bana arkadaş ol. Ben seni ağırlarım!” dedi.
Öküz aslana dua etti ve onu övdü.
Sonra aslan gittikçe öküzü daha çok ağırladı, kendine yaklaştırdı, sırlarını ona emanet ederek her işi ona danışmaya başladı. Gün geçtikçe öküze karşı hayranlığı artıyor, iltifatı çoğalıyor, onu kendisine yaklaştırdıkça yaklaştırıyor; bu sayede öküz, onun en yakın dostu oluyordu.
Dimne, öküzün herkes içinde aslanın en yakın dostu olduğunu, aslanın her şeyi ona danıştığını, onunla baş başa verip konuştuğunu, eğlencelerinde onunla düşüp kalktığını görünce öküzü fena hâlde kıskandı. Ona karşı derinden kin bağlayarak kardeşi Kelile’ye şikâyette bulundu ve dedi ki:
“Görüyor musun kardeşciğim? Ne kadar budalaca hareket ederek kendime neler ettiğimi!.. Aslana yaranayım derken kendimi ihmal ettiğimi ve aslanın yanına bir öküz getirerek kendi mevkimi kaybettiğimi gördün mü?”
Kelile de şu cevabı verdi:
“Zahidin başına gelen senin başına gelmiş!”
Dimne sordu:
“Zahidin başına ne gelmişti?”
Kelile anlattı:
Derler ki zahidin birine padişahlardan biri muhteşem bir elbise vermiş. Hırsızın biri bunu görmüş, “Şunu zahidin elinden alayım.” demiş. Bunun üzerine zahide giderek demiş ki:
“Ben sana arkadaş olmak, senin bildirdiklerini öğrenmek ve senin ilminle hareket etmek istiyorum.”
Zahit de:
“Pekâlâ!” diyerek onu yanına almış.
O ne yapıyorsa hırsız da aynını yapmış, üstelik zahide hizmet etmiş. Bunun neticesi olarak bir gün hırsız, elbiseyi alıp sıvışabilecek hâle gelmiş ve alıp götürmüş.
Zahit elbiseyi arayıp bulamayınca arkadaşının bunu alıp götürdüğünü anlar, onu bulmak için şehirlerin birine doğru yürür. Zahit yolda iki yaban keçisinin boynuz boynuza vuruştuklarını görür. İki keçinin vuruşa vuruşa kanları akar. Bu kanları gören bir tilki gelir, kanları yalamaya başlar. Tilki bu kanları yalayıp duruyorken dövüşen iki yaban keçisi adım adım onun kanları yaladığı yere varır ve tilki ikisinin boynuzları arasında kalarak bu çarpışmanın kurbanı olur!
Zahit, bu manzarayı gördükten sonra gide gide şehre girer fakat gece kalmak için bir kadının evinden başka bir yer bulamaz. Buraya iner ve misafir edilmesini ister. Meğer bu kadın, bazı genç kızları fuhşa sevk ederek geçinmekte olan bir ahlaksız imiş. Ev sahibi kadının ücret mukabilinde çalıştırdığı kızlardan biri, eve gelenlerden genç bir adamla sevişiyormuş. Fakat bu hâl, ev sahibi kadının kazancına engel olduğu için, zahidi misafir ettiği gece bu genci öldürmeye karar vermişti. Bu adam, her vakit gibi gelince ona içki verirler; adam sarhoş olarak sızar; genç kadın da yanı başına yatar. İkisi de uykuya iyiden iyiye dalınca ev sahibi kadın, erkeğin ağzına üflemek üzere bir kamışın içine koyduğu zehri alır, adamı öldürmek için yanına yaklaşır. Fakat tam zehri üfleyeceği anda adam birdenbire aksırır, zehir kadının boğazına kaçar ve kadın oraya düşerek ölür.
Zahit bütün bunları gözüyle görüyor ve kulağıyla işitiyordu.
Bunları gördükten sonra kalkar, başka bir ev bulmak ister ve bir eskicinin evinde misafir olur. Bu adam karısını çağırarak:
“Bu zahit adama bak. Kendisini ağırla, hizmetinde bulun! Ben bir arkadaşım tarafından içkiye davet olundum, oraya gideceğim!” der ve kalkıp gider.
Meğer kadının bir dostu varmış, hacamatçılık ile geçinen bir adamın karısı da bunların arasında aracılık ediyormuş. Eskicinin karısı, hacamatçının karısına haber göndererek:
“Kocam içki içmek için bir arkadaşının evine gitti. Her hâlde sarhoş olarak dönecektir. Dostuma haber ver, hemen gelsin, sen de ayrıca gel.” der.
Kadının dostu gelir, kapının önünde oturarak içeri girmek için izin bekler.
Bu sırada eskici gelerek herifi görür ve hâlinden şüphelenerek hiddet içinde karısının yanına girer, karıyı fena hâlde döver, sonra evin bir direğine bağlayarak yatağına girip sızar.
Bu sırada hacamatçının karısı gelerek kadına, dostunun uzun uzadıya beklediğini ve içeri girmek için izin istediğini söyler. O da der ki:
“Dilersen ve bana iyilik etmek istersen beni çözersin, ben de seni yerime bağlarım, dostuma gider ve süratle dönerim.”
Hacamatçının karısı razı olur. Kadını çözer, o da dostuna gider, kendisi onun yerine bağlı durur.
Fakat eskici, karısının dönmesinden evvel СКАЧАТЬ