“Ey balıkçın, neden bu derece üzgün ve tasalısın?” dedi.
O da şu cevabı verdi:
“Nasıl tasalanmayayım ve kederlenmeyeyim ki! Şuracıkta balık avlayarak geçiniyordum. Bugün ise buradan iki balıkçı geçti. Biri diğerine dedi ki:
‘Burada bol balık var. Önce bunları avlayalım.’
Öteki de:
‘Ben daha başka bir yerde, daha bol balık gördüm. Oradan başlayarak buraya gelelim. Ve ne kadar balık varsa bitirelim.’
İşte, bu balıkçıların bu işi bitirmeleriyle buraya da geleceklerini ve ne kadar balık varsa avlayıp gideceklerini anladım. Bunu yaparlarsa ben de açlıktan geberirim.”
Yengeç, bu sözleri dinledikten sonra hemen giderek işi balıklara bildirir, onlar da balıkçına gelerek akıl danışmak isterler ve derler ki:
“Biz, sana akıl danışmak için geldik. Çünkü akıllı bir kimse, düşmanından da akıl öğrenmeyi ihmal etmez.”
O da der ki:
“Avcıların gücüne karşı gelemem. Bulduğum çare, şuracıkta bulunan suyu bol, sazları çok ve balıkları bereketli olan bir ırmağa gitmektir. Siz de oraya geçmeyi başarırsanız kurtulur ve çoğalırsınız.”
Balıklar:
“Bu iyiliği olsa olsa senden bekleriz!” dediler.
O da kabul etti. Ve her gün iki balık taşıyarak götürmeye başladı. Fakat bunları bir tepeye götürüyor ve orada yiyordu. Vaziyet bir müddet için böyle devam ettikten sonra, yengeç dedi ki:
“Ben de buradan sıkıldım ve korkmaya başladım. Beni de o ırmağa götürüver.”
Balıkçın razı oldu. Onu da taşıyarak uçtu ve balıkları yediği tepeye götürürken yengeç, balık kılçıklarının toplu olarak durduğunu görünce, giden balıkların nereye gittiğini ve kendisinin de aynı sona uğrayacağını anlayarak kendi kendine:
“Bir kimse dövüşse de dövüşmese de öleceğini bildiği bir yerde düşmanıyla karşılaştı mı, canını korumak ve şerefini kurtarmak için dövüşmelidir.” dedi ve çengelleriyle balıkçının boynunu sıkarak onu öldürdükten sonra, kendi canını kurtararak balıklara döndü ve işi anlattı.
“Ben sana bu örneği, birtakım hilelerin, hile sahibini mahvettiğini anlatmak için söyledim. Fakat ben sana öyle bir şey öğreteyim ki yapabildiğin takdirde kendini tehlikeye atmadan yılanı öldürür ve kendini kurtarırsın.”
Karga sordu:
“Bu nedir?”
Çakal da anlattı.
“Şöyle bir uçar ve dikkat edersin. Kadınların süslendikleri mücevherlerden birini kapar gelir, bu mücevherleri onun yuvasına atarsın. İnsanlar bunu görürlerse mücevherleri kurtarmak için yılanı öldürürler. Sen de rahat edersin.”
Karga bu aklı öğrendikten sonra uçtu ve büyüklerden bir adamın kızının damda yıkandığını, elbiselerini ve mücevherlerini bir kenara koyduğunu gördü. Hemen alçalarak kızın mücevherlerinden bir gerdanlık kaparak uçtu. Onun bir gerdanlık kaptığını görenler peşine düştüler, o da gözlerden kaybolmayarak uça uça yılanın yuvasına vardı ve gerdanlığı oraya attı. Bunu görenler derhâl koştular, yılanı öldürdüler ve gerdanlığı alıp gittiler.
“Sana bu olayı anlatışımın sebebi, hilenin kuvvetle yapılmayacak işi yaptığını göstermek içindir.”
Kelile yine itiraz etti:
“Öküz, kuvvetiyle beraber düşünceli bir kimse olmasaydı iş dediğin gibi olurdu. Fakat öküz, kuvvetiyle beraber akıl ve dirayet sahibidir. Buna karşı ne yapabilirsin?”
Dimne şu cevabı verdi:
“Öküz, kuvvetçe ve dirayetçe dediğin gibidir. Fakat benim kendisine üstün olduğumu inkâr edemez. Ve ben onu tavşan aslanı nasıl mahvettiyse öyle mahvedeceğim.”
Kelile sordu:
“Bu nasıl oldu?”
Dimne cevap verdi:
Derler ki: Aslanın biri suyu, sazı bol bir yurt içinde idi. Bütün bu taraflarda yaşayan hayvanlar suyun ve otların bolluğuna rağmen aslandan korktukları için bunlardan faydalanamıyorlardı. Günün birinde hayvanlar toplanarak aslanın yanına gelmiş, şunları söylemişlerdi:
“Sen bizim içimizden bir hayvanı yakalamak için bir hayli yoruluyorsun. Biz buna karşı senin işine de bizim işimize de yarayacak bir çare bulduk. Sen bizim emniyet içinde yaşamamıza razı olur ve bizi korkutmazsan biz de sana her gün yemek vaktinde bir hayvan göndermeyi kabul ederiz.”
Aslan bu teklife razı oldu ve bu esas üzere hayvanlarla barıştı. Onlar da sözlerini yerine getirdiler.
Günün birinde kura bir tavşana isabet etti ve o gün aslan bu tavşanı yiyecekti. Tavşan hayvanlara dedi ki:
“Size hiçbir zarar getirmeyecek tarzda bana biraz kolaylık gösterirseniz, ben de sizi bu aslandan kurtarmayı umarım!”
Hayvanlar sordular:
“Ne istiyorsun?”
“Beni aslanın yanına kim götürecekse benim geride kalarak gecikmemi hoş görsün ve beni zorlamasın!”
Hayvanlar:
“Pekâlâ!” dediler.
Tavşan da ağır aksak yürümeye başladı ve bu yüzden aslanın yemek yiyeceği vakit geçti. Tavşan daha sonra tek başına yavaş yavaş ilerledi. Aslan acıkmış, kızmış ve yerinden kalkarak tavşana doğru yürümeye başlayarak sormuştu:
“Sen nereden geliyorsun?”
Tavşan cevap verdi:
“Ben yabani hayvanların elçisiyim. Yanıma bir tavşan vererek beni yanınıza göndermişlerdi. Fakat yolumuzda bir aslana rast geldik. O da getirdiğim tavşanı alarak:
‘Ben, buraya sahip olmaya daha layığım. Ve buradaki hayvanların bana bağlı olmaları gerektir.’ dedi.
Ona:
‘Ayol, bu benim hükümdarımın yiyeceğidir. Buradaki hayvanlar bunu ona gönderdiler. Sen de bizim hükümdarımıza karşı gelme!’ dedim. Fakat sözümü dinlemedikten başka size sövüp saydı.
Ben de koşa koşa gelip bunu size bildirmek istedim.”
Aslan emretti:
“Haydi, СКАЧАТЬ