Türk masalları. Ignác Kúnos
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türk masalları - Ignác Kúnos страница 7

Название: Türk masalları

Автор: Ignác Kúnos

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-19-1

isbn:

СКАЧАТЬ onu evlat bilen arabacıyı çağırmış. “Bu gülü al, Şehzade’nin sarayına götür baba. Sonra da dünyada eşi benzeri olmayan bir gül sattığını haykır herkesin duyacağı şekilde. Saraylı kadın gelirse, ona gülü para karşılığı satmadığını, ancak bir insan gözü karşılığında vereceğini söyle.”

      Adam da ona söyleneni yapmış, gülü alıp sarayın önünde dikilmiş ve bağırmaya başlamış: “Satılık gül! Satılık gül! Hiçbir yerde bulamazsınız böylesini.” Güllerin mevsimi bile değilmiş henüz. Saraylı kadın adamın birinin gül sattığını duyunca, “Kızımın saçına koyarım, şehzade de onu gerçek gelin zanneder,” diye düşünmüş. İhtiyar adamı çağırarak gül için ne kadar istediğini sormuş. “Para istemem,” demiş adam. “Bir insan gözü karşılığında satılıktır.” Saraylı kadın gidip Gül Güzeli’nin gözlerinden birini getirmiş ve gülü almış. Daha sonra bu gülü kızının saçına takmış. Şehzade gülü görünce aklına rüyalarındaki peri düşmüş. Birdenbire nereye kaybolduğunu anlayamamış bir türlü. Yine de onu bulmak üzere olduğunu düşünerek kimseye tek söz etmemiş.

      Bu sırada ihtiyar adam aldığı gözü kulübesine götürüp Gül Güzeli’ne vermiş. Gül Güzeli gözünü yerine takarak her şeye kâdir olan Allah’a kalpten bir dua etmiş. Derken tek gözüyle yeniden görmeye başlamış. Zavallı kız öylesine mutluymuş ki gülümsemeden edememiş ve birden bir gül daha bitmiş oracıkta. Kız onu da babasına vererek sarayın önüne gitmesini, bu gülü de insan gözü karşılığında satmasını söylemiş. İhtiyar adam gülü alıp yola koyulmuş. Sarayın önüne gelip de bağırmaya başlar başlamaz saraylı kadın onu duymuş. “Tam zamanında geldi,” diye düşünmüş. “Şehzade güllerle süslediğim kızımı sevmeye başladı. Bu gülü de alabilirsem kızımı daha da çok sever ve o hizmetçi aklından tamamen çıkıp gider.”

      Böylece arabacıyı çağırıp gül için kaç para istediğini sormuş ama adam yine gülü para karşılığında satmayacağını, ancak bir insan gözü karşılığında vereceğini söylemiş. Saraylı kadın da ona Gül Güzeli’nin diğer gözünü vermiş. İhtiyar adam gözü aldığı gibi aceleyle evine dönüp kızına ikinci gözünü vermiş. Gül Güzeli ikinci gözünü de yerine takıp Allah’a şükretmiş. Yaşam ışığı saçan iki parlak gözü olduğu için öylesine sevinmiş ki bütün gün gülümsemiş ve her tarafında güller bitmiş. Artık her zamankinden daha güzelmiş kız. Derken bir gün Gül Güzeli yürüyüşe çıkmış. Yürürken durmadan gülümsüyormuş ve etrafında sürekli güller bitiyor, ayağını bastığı yerde taptaze otlar yeşeriyormuş. Saraylı kadın onu görüp dehşete kapılmış. Bu kıza yaptıklarım ortaya çıkarsa başıma neler gelir diye düşünmüş. Yoksul arabacının nerede yaşadığını biliyormuş. Tek başına yollara düşüp kulübeye varmış ve adama bu evde kötü bir cadı olduğunu söyleyerek onu korkutmuş. Zavallı adam daha önce hiç cadı görmediğinden ölesiye korkmuş ve saraylı kadına ne yapması gerektiğini sormuş. “Önce gücü nereden gelirmiş, onu bul,” demiş saraylı kadın. “Ben gelir gerisini hallederim.”

      Gül Güzeli eve döndüğünde ihtiyar adam ilk iş nasıl olup da sıradan bir fani olduğu hâlde bunca esrarlı gücü olduğunu sormuş ona. Kız hiçbir şeyden şüphelenmeyerek gücünü üç periden aldığını; tılsımı canlı olduğu sürece incilerin, güllerin ve taze otların kendisine eşlik edeceğini anlatmış.

      “Nedir bu tılsım?” diye sormuş ihtiyar adam.

      Genç kız, “Tepede yavru bir geyik yaşar. Ne zaman ki o ölür, ben de ölür kalırım,” diye yanıtlamış.

      Saraylı kadın ertesi gün gizlice çıkıp gelmiş, arabacıdan her şeyi öğrenmiş ve büyük bir mutlulukla saraya dönmüş. Kızına yakınlardaki tepede bir yavru geyiğin yaşadığını, kocasından o geyiği istemesini söylemiş. Sultan hiç zaman yitirmeden kocasına gidip tepedeki yavru geyikten bahsetmiş ve o geyiğin kalbini getirip ona yedirmesi için yalvarmış. Şehzade’nin adamları kısa sürede geyiği yakalayıp öldürmüşler ve kalbini çıkarıp Sultan’a vermişler. Geyikle aynı anda Gül Güzeli de ölmüş. Arabacı genç kızı gömmüş ve derin bir yasa gömülmüş.

      Küçük geyiğin kalbinde kimsenin fark etmediği küçük, kırmızı bir mercan parçası varmış. Sultan geyiğin kalbini yerken o mercan düşüp yuvarlanmış ve sanki gizlenmek istermiş gibi merdivenlerin arasına sıkışmış.

      Aradan dokuz ay on gün geçmiş, Şehzade’nin karısı, ağladığında gözünden inciler dökülen, güldüğünde yanaklarında güller biten, bastığı yerde otlar yeşeren küçük bir kız bebek doğurmuş.

      Şehzade derin düşüncelere dalmış; zira küçük kız onu doğuran kadına benzemiyormuş, Gül Güzeli’nin ise bir kopyasıymış âdeta. Bir gece Gül Güzeli rüyasına girene kadar hiçbir gece huzurlu bir uyku çekememiş. O gece rüyasına giren Gül Güzeli, “Ah, şehzadem! Ah, sevgilim! Ruhum bu sarayın basamaklarında, bedenim mezarda, senin kızın aslında benim kızım ve tılsımım küçük mercan taş,” demiş.

      Şehzade uyanır uyanmaz merdivenlere koşmuş ve her yeri köşe bucak aramış. Bir aralıkta ne görsün? Küçük mercan bir taş! Taşı alıp odasına götürmüş ve masanın üzerine koymuş. Bu sırada küçük kızı da odaya girerek mercanı görmüş. Taşı eline alır almaz sanki hiç var olmamış gibi yitip gitmiş. Üç peri, küçük kızı alıp annesinin mezarına götürmüş. Küçük kız mercanı ölü kadının ağzına koyar koymaz Gül Güzeli yeni bir yaşama uyanmış.

      Fakat Şehzade’nin içi hiç huzurlu değilmiş. Mezarlığa gidip bir tabutun içinde kollarında kızıyla Gül Güzeli’ni bulmuş karşısında. Hem ağlayıp hem gülerken ikisinin de gözünden inciler dökülüyor, dudaklarından yere güller saçılıyormuş. Şehzade’ye doğru ilerlerken bastıkları her yerden yemyeşil otlar fışkırmış.

      Saraylı kadın ve kızı yaptıklarının cezasını çekerken Gül Güzeli, babasıyla ve sultanın kızı olan annesiyle yeniden bir araya gelmiş. Bunun şerefine kırk gün kırk gece davullar çaldırmışlar.

      Yarım Akıllı Mehmet

      Evvel zaman içinde, develer tellal iken, kurbağalar kanatlanıp uçar iken, bense havada süzülüp yeryüzünde yürüyerek dereleri tepeleri aşarken, birlikte yaşayan iki kardeş varmış.

      Babalarından onlara kalan, birkaç öküz ile birkaç hayvan, bir de hasta analarıymış. Günün birinde, küçük kardeşin içine malları bölüşme arzusu düşüvermiş (Allah yardımcısı olsun, biraz da yarım akıllıymış bu kardeş). Abisine gidip demiş ki, “Bak şimdi abi, şuradaki iki ahırı görüyor musun? Biri olabildiğince yeni, diğeri ise eski ve harap. Gel bizim hayvanları buraya getirip serbest bırakalım. Yeni ahıra gidenler benim olsun, diğerleri de senin.”

      “Öyle olmaz Mehmet,” demiş abisi. “Eski ahıra gidenler senin olsun.” Bizim yarım akıllı Mehmet kabul etmiş. Hemen gidip öküzleri getirmişler. Zavallı, ihtiyar ve kör bir öküz dışındaki bütün öküzler yeni ahıra gitmiş. Mehmet tek laf etmeden gidip kör, ihtiyar öküzü almış, otlamaya çıkarmış. Her sabah gelip öküzünü alıyor, otlamaya götürüyor, akşamları da geri getiriyormuş. Bir gün yolda giderken birden öyle bir rüzgâr çıkmış ki yolun kenarındaki devasa ağacın СКАЧАТЬ