Название: Tarihimizdeki garip olaylar 2
Автор: Sabri Kaliç
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-68-9
isbn:
Çocuğa ad veren yaşlı kişi, gerek şamanlarda, gerekse Müslümanlarda, şu alkışı (duayı) söyler:
“Adın Yaşar olsun. Beşik bağın berk olsun!
Arkanda küçük, önünde büyük kardeşlerin olsun!
Beşik bağın kopmasın! arka eteklerini davar, at sürüleri bassın! ön eteklerini çocuklar bassın!
Benim gibi ak sakallı, sarı dişli ol!
Ak dişlerin Sararsın, kara saçların ağarsın!”
Bu dua sonunda Müslüman Türkler ‘Amin’, şamancı Türkler ateşe yağ atarak ‘opkuruy!’ derler.
Cenaze Töreni 1
Eski Türklerde ataya tapmak (Manizm) yoktu. Ancak, ölmüşlerin ruhlarının yakınlarına çok tehlikeli olabileceği düşünülür, ölen için topluca ağlaşılırdı. Buna yuğ adı verilirdi. Yuğcular bir araya gelerek kendi kendilerini yaralarlar, yüzlerini yırtarak kan içinde bırakırlardı. Bilge Han’ın yuğuna Çin’den, Kırgız’dan, Tatar’dan, Türkeş’ten özel yuğcular gelmişti. Tabut, ölenin toplumdaki durumuna göre, çeşitli değerli taşlarla süslenir, mezara giderken hizmetçileri, adamları, cariyeleri eskisi gibi onun hizmetine hazır bulunurlardı. Cenaze götürülürken genç yiğitler de onunla birlikte giderler, ortalık kararıp ay görünür görünmez savaş oyunu oynamaya başlarlar ve bunu ayın batışına kadar sürdürürlerdi.
Cenaze Töreni 2
Göktürkler, ölen kişi ömründe bir tek adam öldürmüşse, mezarı üzerine bir taş koyarlar. Kimi ölülerin mezarlarında bu taş sayısı yüzü, bini bulur.
Eski şaman Türklerin gömme törenlerine ilişkin birçok gelenek, göçebe Türk uluslarının destanlarında derin izler bırakmıştır. Şamanlık izlerini en çok koruyan Manas destanında üç yerde gömme töreninden söz açılır. Bunlardan biri Han Köketey’in gömme törenine ilişkin söylentidir.
Ölüm döşeğinde yatan Han Köketey, halkına şunları vasiyet eder:
“Halkım, ilim! Gözlerim yumulduğunda, vücudumu kımızla yıkayınız. Etimi keskin kılıçla sıyırınız, zırhımı giydiriniz, deriye sarıp beyaz kefenimi başımın altına koyunuz. Başımı doğu’ya yöneltiniz! Kızıl buğralara (erkek develere) kızıl çuha (kumaş), kara buğalara kara kadifeler yükletiniz. Kırk buğradan kurulmuş bir kervanla benim çatma haneme (kütüklerden yapılan evime) geliniz. Küme küme kadınlar gelir; onlara kumaşları dağıtınız. Kervanbaşı, kara sert seksen keçinin yağıyla karıştırın tuğla hazırlansın. Büyük ve küçük yolların kavşaklarında aya benzer ak saray, göğe benzer gök saray yapınız.
İlim, halkım! Bana hizmette kusur etmeyiniz.”
Ölü Aşı
‘Ölü aşı’ töreninin en ilkel biçimi, Tayga ormanlarında kalmış olan şaman boylarda görülmüştür. Bunlar arasında öyle kocakarılar vardır ki, koyunlarına ya da çocuklarına bir hastalık geldiği zaman yemek ve içki alıp gider kocasının mezarına koyar. “Ye, iç! Bize dokunma! Hain seni! Hâlâ doymadın!” diye bağırır.
Ölü aşının amacı, ölülerden gelebilecek zararlarından kurtulmak için baş vurulan bir kurban, bir adaktır.
En büyük aş törenleri, ölüm yıldönümlerinde yapılır. Bütün akraba ve dostlar toplanır, mezara gelirler. Mezar üzerine yemekleri, içkileri koyarlar, kendileri de yiyip içerler, ölünün kocası ya da karısı, mezar başında üç kere, güneşin geçişi yönüne göre dolaşır ve, ‘Ben seni bırakıyorum!’ der. Bundan sonra dul kadın ya da erkek evlenebilir.
Genellikle Moğollarda ölüler kültü, onunla bağlı şamanlık ayinleri, göçebe Türk kavimlerine göre daha ilkel ve daha barbarca bir karakter taşırdı. Han’ın öldürdüğü ya da onun için öldürülen adamlar öbür dünyada ona hizmet edeceklerdir. Orhun Türklerinde bu düşüncenin yankısı olarak, Han tarafından öldürülen adamların heykelini (balbal) dikmek âdeti vardı. Moğollarda ise bu inanç, Han’ın öldüğü yerden mezarına kadar ölüsünü götüren alaya rastlayan adamları öldürmeleriyle ifade bulurdu. Marko Polo’nun anlattıklarına bakılırsa, böylece öldürülen adamlara: ‘Bizim Hakanımıza hizmet etmek için öbür dünyaya git!’ diyorlardı. Marko Polo, Mönke Han’ın ölümünden sonra bu nedenle öldürülenlerin sayısının 20 bin kişiyi bulduğunu söylüyor.
Oğuzlar, Anadolu’da, kahramanları ölürken: ‘Ak-boz atımı boğazlayıp aşımı veriniz!’ diye vasiyet ediyorlardı.
Demir Bayramı
Ergenekon’dan çıkan Oğuz Türklerinde her yılın belli bir gününde demir bayramı kutlanırdı. Bir demir parçası ateşte kızdırıldıktan sonra Hakan’a özgü altın örs üzerine konulurdu. Hakan, elindeki altın çekiçle demire vurarak demirci taklidi yapardı. Bundan sonra oyunlara, koşulara, yarışlara geçilirdi.
Potlaç
Eski Türklerde bir boyun bir boyu, bir kavmin bir kavmi boyunduruk altına alması iki biçimde olurdu.
1) O kavmi veya boyu, savaş sonunda yenerek,
2) O kavme veya boyu, karşılığını yapmaktan yoksun kalacağı ölçüde gösterişli ve meydan okuyucu bir şölen çekerek.
Bu son derece masraflı şölene ‘potlaç’ denir, PotIaç’a karşılık veremeyen kavmin totemi elinden alınırdı. Toteminin elinden alınmasına razı olmuş kavim, diğerinin buyruğuna girmiş, buyruk altında yaşamayı kabul etmiş sayılırdı.
Yağma Şöleni
Yağma şöleni, potlaç’ın en üst derecesidir. Şöleni yapan Bey, çağrılılarını yedirip içirdikten, giydirip donattıktan ve borçlarını verdikten sonra, hatununun koluna girerek otağdan çıkardı. Bütün çağrılılar, çağrı sahibinin otağını, sürülerini ve öbür mallarını yağma ederlerdi.
Dede Korkut kitabının on ikinci hikayesinde, Salur Kazan’ın malını nasıl yağmalattığı şöyle anlatılır:
“Üç ok, Boz ok yığınak olursa, Kazan evini yağmalatırdı. Yine evini yağmalattı. Ama, Dış Oğuz birlikte bulunmadı. Yalnız İç Oğuz yağmaladı. Ne zaman Kazan evini yağmalatırsa, helalinin elini alır, dışarı çıkardı. Ondan sonra bütün mallarını yağma ederlerdi.”