Tarihimizdeki garip olaylar. Sabri Kaliç
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihimizdeki garip olaylar - Sabri Kaliç страница 6

Название: Tarihimizdeki garip olaylar

Автор: Sabri Kaliç

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-46-7

isbn:

СКАЧАТЬ çocukları Leonardo Marsilli ve Margherita Marsilli isimlerinin Yazılı olduğu soyağacında daha sonra her iki kardeşin de soyunun devamı ayrı ayrı belirtiliyor. Leonardo’nun ağacında Cesara Marsilli, Alessandro Marsilli, Laura Marsilla ve Fabio Chigi isimleri yazılı. Dr. Marmara bu soyağacına kısa bir not düşmektedir: “Laura Marsilli’den sonra soyadı Chigi’ye dönüşüyor. Görülen o ki Laura Marsilli, Vatikan’ın en önemli ailelerinden olan Chigi ailesinden birisiyle evlenmiş ve bu evlilikten de Fabio Chigi yanı Papa 7. Alessandro dünyaya gelmiş”

      Soy ağacının diğer ucunda ise tanıdık iki isim görülmektedir: Sultan Süleyman ve La Rossa (Kızıl) lakaplı Margherita Marsilli. Bu iki ismin hemen altında Selim, İbrahim ve Mehmet isimleri yazılıdır. Dr. Marmara’ya göre: “Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın oğlu Selim, 11. Osmanlı padişahı olarak tahta çıktı. Soyağacında Selim’den sonraki diğer padişahların adı belirtilmemiş ve 18. Osmanlı padişahı 1. İbrahim ile 19. Osmanlı Padişahı 4. Mehmet’in adı yazılmış. 4. Mehmet’in adının altına da “Hükmeden Padişah” notu düşülmüş. Demek ki bu belge hazırlandığında Osmanlı tahtında 4. Mehmet oturuyordu.”

      Rinaldi’nin araştırmalarında bulduğu bir belgeye göre de “Hürrem Sultan bugüne kadar sanıldığı gibi yoksul bir Ukraynalı köle değil, hem İtalyan hem de zengin bir ailenin kızı. Hatta ailesinin şatosu var. Ancak bu belge Hürrem Sultan ile ilgili hazırlanmamış. Bu belgenin üçüncü sayfasında bir soyağacı çıkartılıyor. Bu soyağacına göre ise Hürrem Sultan’ın soyundan gelen Padişah 4. Mehmet ile erkek kardeşi Leonardo’nun soyundan gelen Papa 7. Alessandro akrabadır.”

      KOL VE SAKAL MESELESİ

      Osmanlı donanmasının ilk defa bozguna uğradığı İne-bahtı Deniz Savaşı’ndan sonra, II. Selim’in emriyle yeni bir donanma kurulur. Donanmayı kurmakla görevlendirilen Kılıç Ali Paşa bahar ayında donanmayı her şeyi ile hazırlamıştı. İnebahtı Savaşı bozgunundan sonra Sokollu6 Mehmet Paşa 7 Mart 1573’de Venedik Büyükelçisi Barbaro’ya:

      “Biz sizden Kıbrıs’ı alarak kolunuzu kestik. Siz ise donanmamızı İnebahtı Savaşı’nda yenmekle bizim sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür biter!”

      SUMATRA’DAKİ TÜRK ÇANI

      Sumatra adasındaki en büyük kilisenin çanı eski bir Türk topundan yapılmıştır ve üzerinde II. Selim’in tuğrası vardır. 1570 yılında Sumatra’dan gelen bir istek üzerine oraya gönderilen silahlar arasında Açe elçisinin II. Selim’e hediye olarak verdiği bir torba Sumatra biberine ithafen, ‘lada seçupak’ (bir torba biber) adlı dev top da bulunmaktaydı. Bu top 16’ıncı asırda Sumatra Müslümanlarına yardım için İstanbul’dan gönderilen Türk döküm ustaları tarafından orada dökülmüş, üzerine de bu ada Müslümanlarının Osmanlı’ya tabiiyetinin alâmeti olarak bu padişahın tuğrası konmuştu.

      II. Selim’in Tuğrası

      GARİP HUYLU BİR VEZİR

      16. yüzyılın en namlı vezirlerinden Gürcistan Fatihi Özdemiroğlu Osman Paşa (1528 – 1585) geceleri yatakta yatmazdı. Her akşam saz, söz ve köçek oyunlarıyla eğlenirdi. Önünde kurulmuş bir işret sofrası bulundurmazdı; el çırpar saki içkisini getirir, diğer içoğlanları da ellerinde tabaklarla önünde diz çökerek çeşitli mezeleri sunarlar ve sonra edeple çekilirlerdi. İçki, saz ve köçek faslı bitince, Osman Paşa, mutemet hizmetkarı olan sakisini çağırır, başını bu gencin omzuna dayar öylece birkaç saat uyurdu, sonra kalkar, abdest alır, teheccüd namazına durur, hüngür hüngür ağlayarak ibadet ederdi. Öyle ki seccadeden kalktığı zaman seccadenin gözyaşlarıyla bir bardak su dökülmüş gibi ıslanmış olduğunu görürlerdi.

      MAYMUNLARIN İDAMI

      Osmanlı Türklerinin maymunları donanmada görevlendirdikleri, bu hayvanları gemilerin serenlerine çıkartmak suretiyle gözcülük yaptırdıkları eskiden beri bilinmektedir. Akdeniz’i Türk gölü haline getiren Osmanlılar, özellikle II. Bayezit’ten sonra gemicilik sanatıyla, deniz seferlerinin incelikleriyle daha fazla meşgul oldular. Bu arada, uzağı görme yeteneği son derece gelişmiş olan eğitimli maymunlardan yararlanma yoluna gidilmişti. Kısaca söylemek gerekirse, ünlü denizcilerimiz maymunları birer dürbün veya teleskop gibi kullanıyorlardı. Kuzey Afrika’dan getirilen iri maymunları Gelibolu ve İstanbul tersanelerinde bir güzel eğittikten sonra, savaş gemilerinde gözcü olarak görevlendiriyorlardı. İşte böyle ciddi bir şekilde terbiye edilen gözcü maymunlar gemilerin serenlerine ve cundalarına çıkıyorlar, ufukları gözetliyorlar, engin denizlerde kendilerine doğru yanaşmakta olan bir gemi görünce, kendilerine özgü yöntemlerle derhal aşağıya haber verip gerekli önlemlerin alınmasına vesile oluyorlardı…

      Eski İstanbul’da yelken, halat, makara, zift, varil… Kısacası bütün gemici ihtiyaçlarının satıldığı yer Galata’da, iki köprü başı arasındaki saha idi. Gazi Köprüsü başında, Sokollu Mehmet Paşa Camii (Azapkapısı Camii) civarında da bir sıra maymuncu dükkânı vardı; burada tersane gemileri ve tüccar gemileri için eğitimli maymunlar satılırdı. III. Murat’ın hocası olup daha sonra da Rumeli kazaskerliği yapan Molla Abdülkerim Efendi gayet tutucu, sinirli, her aklına geleni yapan, padişah üzerindeki nüfuzuna dayanarak hiç kimseden korkmayan bir adamdı. Güzel konuşur, camilerde vaaz ettiği zaman dinleyicileri çok memnun ederdi. Bir gün, bu hoca bir kitapta “maymun cinselliğe âlet olur” diye bir yazı okumuş, sinirinden ateş kesilmişti. Hemen arkasına binlerce insan toplayarak Azapkapısı Çarşısı’na gitmiş, maymuncu dükkânlarını basmış, ne kadar maymun varsa yakalatıp hayvancıkları oradaki ağaçlara astırarak idam ettirmişti. Bu olaydan sonra hocaya da “Maymunkeş7 İmam” lakabı takılmıştı.

      TOP GÜLLESİ YAPILARAK İDAM EDİLEN ADAM

      Osmanlı’da yakalanan ağır suçluların işkencelerle idam edilmesi yaygın bir uygulamaydı. Bu işkenceler bazen de çengele asma, çarmıha germe, hatta kazığa oturtma biçimlerinde yapılırdı. 16. yüzyıl sonlarında, Bostancıbaşılardan Ferhat Ağa bir defaya mahsus olarak bir de “topla atma” cezası icat etmişti: Suçlu genç bir yeniçeri idi, bir imamın nikâhlı genç karısını kandırıp kaçırmış, kadının saçlarını keserek oğlan kıyafetine sokmuş, bir müddet yanında pervasızca gezdirmişti. Üsküdar’da yakalandı, Tophane’ye götürüldü. Ferhat Ağa o kadar kızmıştı ki o dönemde yaygın olan çengel, çarmıh, kazık gibi ağır cezaları az gördü; delikanlıyı çırılçıplak soydurttu, bilek, dirsek, diz ve ayak eklemlerini demir çekiçlerle kırdırıp zavallıyı yağlı paçavralara sararak bir havan topunun namlusuna gülle gibi tıktırttı, sonra topu ateşleterek havaya fırlattı, paramparça etti.

      GAZİ KOÇ

      16. yüzyıl sonlarında Almanlar, Macaristan’daki Sobotska kalemizi kuşattılar. Bu kuşatma bir Kurban Bayramı arifesine rastlamıştı. Kalenin muhafızları bayramda kesmek için gayet büyük bir koç beslemişlerdi; kendilerine imdat gelmeyeceğini anlayan 100 kadar muhafız atlarına bindiler ve kaleden yalınkılıç çıkarak düşmanın kuşatma hatlarını yardılar СКАЧАТЬ



<p>6</p>

Bazı ciddi kaynaklarda bile “Sokullu” yazılışına rastladığımız bu sadrazamın asıl adı “Bajo Nenadić”tir ve Sırp Ortodoks olarak doğmuş, 1516 yılında devşirme olarak Osmanlı’ya alınmıştır. Doğduğu yerin adı Sırpçada “Sokolovići”, Osmanlıcada “Sokol” olduğu için “Sokollu” lakabını almış olması çok doğaldır… (Bu konuda Prof. Mustafa İmamović’in makalesi okunmaya değer: http://web. archive.org/web/20091027141616/http://www.geocities.com/famous_bosniaks/MEHMED_PASA_SOKOLOVICH.html )

<p>7</p>

Maymunkeş: Halkın yanlış bir dilbilgisiyle, “Maymuncu” anlamına getirmek isteyerek kullandığı bu söz aslında “maymun çeken” (esrar çekmek gibi) anlamına gelen Arapça+Türkçe+Farsça bir tamlama olmuş…