Safiye sultan. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safiye sultan - Turhan Tan страница 19

Название: Safiye sultan

Автор: Turhan Tan

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-33-7

isbn:

СКАЧАТЬ Gibi Tutuşan Gönül!

      Harem halkı, güllere, zambaklara, karanfillere el sürmeyi bile aşağılık bir şey sayan, en güzel kızlara ayağını öptürdükten sonra yanağını zorla uzatan Şehzade hazretlerinin bir kadınla el ele ve güle güle geldiğini görünce hayretten parmaklarını ısırmaya koyulmuştu. Geceyarısından sonra olsa efendilerinin fazla içtiğine ve ne yaptığını bilmediğine hükmedip şu halini hoş göreceklerdi. Fakat daha gün batmadan onun böyle kütükleşmesini mantıklarına sığdıramadıklarından şaşkın tavuğa dönmüştü, bulundukları yerde kalıvermişlerdi.

      Onların, o dizi dizi ve düzine düzine kızların, kadınların, harem ağalarının aklını altüst eden bu durum aynı zamanda zavallıları kıskançlık ateşine atmıştı. Şehzadenin güpegündüz bir kızla sarmaş dolaş oluşunu -çünkü bu zavallılar, bir erkeğin bir kadına el vermesini, sarılıp oynaşmaktan farksız görürdü- değil, bir kızın şehzade üzerinde hakimiyet kurmasını kıskanıyorlardı. Harem ağaları da bu kıskançlığa ortaktı. Zira şehzadenin bütün dünya kadınlarıyla sevişmesini sağlayan, hatta gerekli bulan bu zavallılar aynı adamın tek bir kadın tarafından harcanmasına dayanamazdı ve efendilerinin ancak kendi etkileri altında yaşamasını isterdi. Şimdi bir kadının Şehzadeyi kendine aşık ettiğini görüyor ve için için kuduruyorlardı.

      Bunlar ilk hislerdi. Biraz sonra duygular büsbütün karışık hale geldi. Çünkü Şehzade tarafından sürüklendiği halde Şehzadeyi ardında sürüklüyormuş hissini uyandıran kızın güzelliği, bu sersemleşmiş, şaşılaşmış gözlere çarptı ve yürekler bir daha sızladı. Şimdi Şehzadenin küçülmesiyle ilgilenmiyor, bir kızın kendilerinden üstün tutulmasına içleniyorlardı. Eşine az rastlanır bir güzelliğin ışığı içinde derin ve acı dolu bir hayret dakikası geçiriyorlardı.

      Göklerde uçtuğuna inanan Şehzade Murat bir an önce son menzile ulaşmak azminde ve hevesindeydi. Kamaşmış gözler, yanık yürekler arasından süzülüp geçiyor, Bafo’yu da beraber uçuruyordu. Başkalarına ihtiyacı olduğunu ancak kendi dairesi önünde hatırladı, sabırsızlığını hissettire hissettire duraladı, halayık ve köle gruplarına başını çevirip haykırdı.

      “Kahya Hatun nerede! Çabuk yanıma gelsin!”

      Ve dairesinin esrarlı boşluğuna dalar dalmaz Bafo’yu belinden yakalamak, doymaz bir iştahla sevip okşamak istedi. Şeyh Şüca’nın odasında içine düşen ihtiras kıvılcımı, kızın parmaklarından sızan ateşle beslene beslene üç beş dakika içinde yaman bir yangına dönüşmüş ve acıktığı yerde sofrayı kurdurmaya, susadığı yerde pınarları akıtmaya alışkın olan genç prensin iradesi bu yangında yanıp kül olduğundan işte bu hamleyi yapmıştı.

      Tanrı’nın tek yarattığına inandığı kızın o eşsiz güzelliğinden orada, ayaküstü bir iki yudum almak istiyordu. O hazineyi iradesine mahkum, keyfine boyun eğmiş sanarak acele etmişti. Bir ve hatta yarım saniye içinde dudaklarının ilahi bir tad alacağına ve mutlu olacağına inanıyordu.

      Fakat bu düşünceler yine bir saniye içinde eridi, tat hazinesinin bir meyve dolabına, bir mutfak kilerine benzemediği anlaşıldı. Çünkü Bafo, beline dolanmak istiyen ihtiras çemberinden bir dilim nur gibi sıyrılmış, uzaklaşmış ve üç adım ilerde durarak İtalyanca haykırmıştı:

      “Uslu durunuz!”

      Şehzade kırılmış bir kemer gibi iki yanında sarkıp duran kollarında bir sızı hissediyor, öfkeyle Venedik dilberini süzüyordu. Onun ne dediğini anlamamıştı. Fakat durumundan kendine kolayca boyun eğemeyeceğini anlıyordu.

      Bu hal, ona aykırı gelen bir şeydi. Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni Süleyman’ın torunu ve onlar gibi dünya padişahı olmaya aday bir şehzadeden dudağını, yanağını, hatta hayatını esirgeyecek bir kadın yeryüzünde, düşüncesine göre, bulunamazdı. Gerçi Bafo da güzellik bakımından eşsiz denilebilecek bir seviyedeydi. Lakin yine bir kadındı ve bu saraya zorla getirtildiği için de nihayet bir esirdi. Bu durumdaki bir dişinin, kendisine naz etmesi inanılamayacak cüretlerdendi.

      Bununla beraber, öfkesi, soğukkanlılığını kaybettirecek kadar artmıyordu. O sebeple biraz adil düşünmek istedi. Henüz yol yorgunluğunu üzerinden atamamış, yeni bir aleme girmek üzere bulunduğu için de sersemleşmiş toy bir kıza böyle sofalarda uluorta saldırmanın manasız olduğunu hatırladı ve kızın o hamleden korktuğunu sanarak acıdı.

      “Haydi,” dedi, “odaya gidelim. Korkma seni incitecek değilim.”

      Kızın Türkçe bilmediğini unutuyor ve bu sözlerinin anlaşıldığını zannediyordu. Lakin Bafo, onun gözlerinde insaflı davranma eğilimini gördü ve elini uzattı. Fakat yine emir verdi.

      “Rehberim olunuz, fakat çocukluk etmeyiniz.”

      Bu emir karşısında hiçbir şey düşünemeyen Murat’ın aklının o pençeye takılması zor olmadı ve iki genç el yine birleşti, işte tam bu sırada kahya hatun Raziye de yetişmişti. Şehzadeyi etekleyerek, Bafo’yu da selamlayarak rehberliğe başlamıştı. Fettan bir mahluk olduğu bakışlarından, gülümseyişlerinden kolayca anlaşılan kahya hatun, bir yandan yan yan yürüyor, bir yandan da soruyordu.

      “Efendimiz büyük odaya mı, çinili sofaya mı, hamamlı daireye mi gitmek istiyorlar?”

      Şehzade Murat, elindeki misler gibi kokan eli hafifçe sıktı, hülya dolu gözlerini Bafo’nun muhteşem vücudu üzerinde dolaştırarak cevap verdi:

      “Hamamlı daireye! Elbette sen hamamı yaktırmışsındır, değil mi?”

      “Yaktırmaz olur muyum hiç? Her gün ilk işim efendime dua etmekse ikinci işim de hamamı yaktırmaktır. Güneş söner, efendimizin hamamı sönmez!”

      Şehzade Murat’ın karakteristik zevklerinden biri de hamam eğlencesi idi. Padişah olduktan sonra Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı zarif ve muhteşem dairenin yanı başında da hamam vardı. Manisa’da ise İstanbul gibi son derece geniş bir çevreye ve bol sayıda eğlence araçlarına sahip olmadığından, gününün, gecelerinin büyük bir kısmını saray hamamında geçirirdi.

      Şimdi Bafo’ya da ilk sevgi gösterisi olmak üzere bir hamam sefası teklif edecekti. Kızın deminki sert durumunu unutmuştu. Alçak bir düşünce ile onu, tanıştıklarının birinci saati içinde, tellak durumuna düşürmek istiyordu. Asıl garip olan nokta bu çirkin teklifi, Venedikli güzelin övünerek sevinçle kabul edeceğine inanmasıydı. Dediğimiz gibi şehzadelik bu zavallı delikanlıda çok garip düşüncelerin doğmasına sebep olmuştu. Dahası her düşündüğünü mutlaka yapacağına ve yaptıracağına inanıyordu.

      Hamamı, kafesli bir kapı ardında olduğu için yabancı gözlere kolay kolay görünmeyen gösterişli daireye girildiği vakit Bafo, elini Şehzadenin elinden çekerek bir sedire oturuvermiş ve tavandaki, duvarlardaki çinileri, resimleri seyretmeye başlamıştı. Murat Sultan onun böyle teklifsiz davranmasından, ömründe görmediği bir şey olduğu için, hoşlanıyordu. Yan gözle kızın durumunu süzüp gülümsüyor ve aynı zamanda Raziye Hatun’la konuşuyordu.

      “Nasıl bu kız?”

      “Efendimize layık bir güzel, güle güle eğlenin.”

      “İyi СКАЧАТЬ