Название: Hint masalları
Автор: Joseph Jacobs
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-14-6
isbn:
“Kemiği çıkararak seni bu dertten kurtarabilirim dostum fakat beni yiyeceğinden korktuğum için ağzından içeri girmeye cesaret edemiyorum.”
“Lütfen, korkma dostum. Seni yemem. Hayatımı kurtar, tek dileğim bu.”
“Pekâlâ,” dedi turna ve aslandan sol tarafı üzerine yatmasını istedi. Ama içinden, “Bu hayvanın ne yapacağı belli olmaz,” diye geçirdi. Aslanın iki çenesi arasına küçük bir sopa yerleştirerek ağzını kapamasını engelledi. Sonra başını aslanın ağzına sokup hayvanın boğazına sıkışmış kemiğe gagasıyla vurdu. Bunun üzerine kemik düştü. Kemiği çıkarır çıkarmaz turna, küçük sopaya gagasıyla vurdu ve sopa, aslanın ağzından dışarı fırladı. Sonra da bir dala tünedi. Aslan kısa sürede iyileşti. Yine bir gün öldürdüğü bir bufaloyu yiyordu. Bunu gören turna kendi kendine, “Şunun bir ağzını arayayım,” diye düşündü. Aslanın hemen tepesinde bir dala yerleşip ilk dizeyle sözü açtı:
“Ey Hayvanların Kralı! Sana güzel hizmet ettim elimden geldiğince.
Peki, karşılığında ne alacağım sizce?”
Buna cevaben Aslan ikinci dizeyi okudu:
“Kandan beslenmek için daima av peşinde koşarım
Bir zamanlar dişlerim arasında olup da şu an hâlâ hayatta kalman ödülün.”
Buna yanıt olarak turna, dört dize ile cevap verdi:
“Kıymet bilmez, iyilik etmez. Kendine gösterilen saygıyı başkasına göstermez.
Minnettarlık bilmez bu krala hizmet etmek faydasızdır.
Dostluğu, belli ki güzel işlerle kazanılmaz.
En doğrusu, kıskanmadan ve incitmeden yanından uzaklaşmaktır.”
Bu sözleri söyledikten sonra turna kanat çırpıp uçarak uzaklaştı.
Büyük Öğretmen Buddha Gautama bu hikâyeyi anlatıp ekledi: “O aslan Hain Devadatta’nın ta kendisiydi, beyaz turna ise benden başkası değildi.”
Raja’nın Oğlu, Prenses Labam’ı Nasıl Kazandı?
Ülkenin birinde bir Raja yaşardı. Tek evladı olan oğlu, her gün avlanmaya giderdi. Bir gün annesi Rani dedi ki: “Bu üç tarafta dilediğin gibi avlanabilirsin ama şu dördüncü tarafa sakın gitme.” Kadın böyle bir uyarıda bulundu çünkü dördüncü tarafa gittiği takdirde oğlunun güzel Prenses Labam’ın varlığından haberdar olacağını, sonra da Prenses’i bulmak için anne ve babasını bırakacağını biliyordu.
Genç Prens annesini dinledi ve bir süre boyunca onun sözünden çıkmadı. Fakat gitmesine izin verilen üç tarafta avlandığı bir gün, annesinin dördüncü taraf hakkında söyledikleri aklına geldi. O tarafta avlanmasının neden yasaklandığını öğrenmeye karar verdi. O tarafa vardığında kendini bir ormanda buldu ve burada papağanlardan başka kimse yoktu. Genç Prens, içlerinden birine nişan alınca hepsi kanat çırpıp göklere uçtu. Biri hariç. Bu kuşun adı, Hiraman papağanıydı ve ormandaki kuşların rajasıydı.
Hiraman papağanı yalnız başına kaldığını görünce diğer papağanlara seslendi: “Uzaklara uçup da beni burada Raja’nın oğlunun ateşi altında, yalnız başıma bırakmayın. Beni terk ederseniz, Prenses Labam’a anlatırım.”
Bunun üzerine bütün papağanlar tekrar Rajalarının yanına geldi. Prens inanılmaz şaşırdı ve dedi ki: “İnanamıyorum, bu kuşlar konuşabiliyor!” Sonra papağanlara döndü: “Prenses Labam da kim? Nerede yaşar?” Ama papağanlar, Prenses’in nerede yaşadığını ona söylemeyeceklerdi. “Prenses Labam’ın ülkesine asla ulaşamazsın.” Ağızlarından başka bir laf alamadı.
Prens, papağanların başka bir şey söylememesine çok üzüldü. Silahını yere atıp evine gitti. Dili tutulmuş gibi tek kelime etmedi, yemeden içmeden de kesildi. Dört beş gün yatağında yattı, çok hasta görünüyordu.
Nihayet anne babasına Prenses Labam’ı görmek istediğini söyledi. “Gitmek zorundayım,” dedi, “Nasıl biri olduğunu görmek zorundayım. Ülkesinin nerede olduğunu bana anlatın.”
“Nerede olduğunu bilmiyoruz,” dedi annesiyle babası.
“O hâlde arayıp bulmalıyım,” dedi Prens.
“Olmaz, katiyen olmaz,” dedi anne ve babası. “Bizi bırakamazsın. Sen bizim tek evladımızsın. Yanımızda kalmalısın. Hem, Prenses Labam’ı bulman imkânsız.”
“Bulmak zorundayım,” dedi Prens. “Hem Tanrı bana bir yol gösterecektir. Hayatta kalır da onu bulursam, size geri döneceğim. Belki de ölürüm, o zaman sizi bir daha göremeyeceğim. Bunu biliyorum ama yine de gitmek zorundayım.”
Oğullarının gitmesine izin vermek zorunda kaldılar. Ondan ayrılırken çok ağladılar. Babası, güzel giysilerle güçlü bir at verdi oğluna. Sonra Prens; tabancası, ok ve yayı dışında birçok silaha kuşandı, “Zira,” dedi, “bunlara ihtiyacım olabilir.” Ayrıca babası yüzlerce rupi verdi.
Prens, yolculuk için atını hazırlayıp anne ve babasıyla vedalaştı. Annesi, şekerleme ve tatlılarla doldurduğu mendilini oğluna verdi. “Çocuğum,” dedi, “karnın acıkınca bu şekerlemelerden ye.”
Ardından Prens, yolculuğuna başladı. Bir ormana varana dek atını sürdü. Burada su dolu bir sarnıç ve etrafını gölgelendiren ağaçlar vardı. Sarnıçtaki suyla kendini ve atını yıkadı, sonra bir ağacın altına oturdu. “Şimdi,” dedi kendi kendine, “annemin verdiği şekerlemelerden biraz yiyip su içeyim. Sonra yoluma devam ederim.” Mendilini açıp bir tane şekerleme çıkardı. Şekerin üzerinde karınca vardı. Sonra başka bir tane çıkardı. Sonra bir tane daha, derken bütün şekerlemeleri çıkardı ama hepsi karıncalıydı. “Neyse,” dedi, “şekerlemeleri yemeyeceğim. Karıncalar yesin.” Bunun üzerine, Karıncaların Rajası gelip tam karşısında durdu: “Bize çok iyi davrandınız. Başınız derde girerse, beni düşünün. Biz imdadınıza yetişiriz.”
Raja’nın oğlu karıncaya teşekkür edip atına atladı ve yoluna devam etti. Başka bir ormana varana dek atını sürdü. Burada acıyla kükreyen bir kaplan gördü, hayvanın ayağına diken batmıştı.
“Ne diye inliyorsun böyle?” diye sordu genç Prens. “Neyin var?”
“On iki yıldır ayağımda diken var,” diye cevapladı kaplan. “Çok canım yanıyor. O yüzden inliyorum.”
“Pekâlâ,” dedi Raja’nın oğlu, “dikeni çıkaracağım ayağından. Ama seni derdinden kurtarınca, beni yemeyeceğin ne malum? Ne de olsa kaplansın.”
“Yo, hayır,” dedi kaplan, “asla yemem seni. Beni şu illetten kurtar, yeter.”
СКАЧАТЬ