Kolomb bir zamanlar Amerika’nın “kâşifi” olarak nitelendirilmiş olsa da, yerliler aslında binlerce yıldır bu topraklarda yaşamaktaydı ve Vikingler kendisinden birkaç yüzyıl önce bu bölgeye yerleşmişlerdi. Unutulan bir başka gerçek ise, yaptığı dört yolculukta da Karayiplere ve Güney Amerika kıyılarına çıkan Kolomb’un hiç Kuzey Amerika’ya ayak basmadığıdır. Buna ek olarak, Küba’ya ilk gelişinde burayı Asya kıtasının bir parçası sandığından bölge sakinlerine “indios” ismini vermiş ve Batı dillerinde “Hintli” ile “Kızılderileri” kelimelerinin aynı olmasına sebep olmuştur. Seyahatlerinin ardından neredeyse üç yüz yıl boyunca pek bahsi geçmeyen Kolomb’un anısı, Amerikan Devrimi sonrasında, Amerikalıların İngiliz Monarşisi’ne bağlı olmayan tarihi figürler bulma arayışı sonucunda canlanmıştır. Bu dönemde onun hayatı çeşitli kurumlar aracılığıyla masallaştırılarak kitap ve şarkılarda yer almıştır. Örneğin, ABD’nin ulusal marşı olarak kabul edilen “Hail Colombia” 1798’de yazılmıştır. 1930’lu yıllarda Başkan Franklin D. Roosevelt, partisinin kısmen önemli destekçileri İtalyan asıllı Amerikalıları memnun etmek için, “Kolomb Günü” adı verilen bir resmi bayram ilan ederek bu miti canlandırmıştır. Roosevelt dünyayı ve doğayı fethe çıkmış Kolomb’un ruhunun her Amerikalının içinde yaşadığını şöyle öne sürmektedir: “Ulusun çıkarı adına doğayı fethetmiş kadın ve erkeklerden oluşan bir nesle çok da uzak değilsiniz!”
Avrupa’nın ilk bilinen frengi salgını Kolomb’un tarihi yolculuğunun hemen ardından patlak verse de, bu hastalığın Avrupa’ya taşınmasından o sorumlu değildir. Yeni kaynaklar sayesinde frenginin Avrupa’daki varlığının MÖ 1. yüzyıla kadar uzandığı düşünülmektedir. Dolayısıyla, “hatalı tarihin” bir başka örneği olarak Amerika’ya ulaşan ilk Avrupalı sanılıp saygınlık kazanan veya eski ve yeni kıtalar arasında birtakım hastalıkların yayılmasına neden olduğu düşünülen Kolomb sonunda temize çıkmıştır.
Yahudi Soykırımı’nda Temel Katliam Alanları Auschwitz ve Almanya’daki Toplama Kamplarıydı
Yahudi Soykırımı (Holokost) denince Batı Avrupa’daki pek çok insanın aklına Auschwitz ve Alman toplama kampları gelmektedir. Avrupa’daki Yahudi nüfusunun yok edildiği ana ölüm adresleri olarak görülen bu kamplarda toplu katliam, özellikle gaz odaları aracılığıyla endüstriyel bir boyut kazanmıştır. Şu anda yakından tanıdığımız ve bizi dehşete düşüren olayları anlatan anılar, fotoğraflar, kamera görüntüleri ve romanlar, 20. yüzyılın bu en çirkin vahşetlerinden birine tanıklık etmektedir.
“Toplama kampı” terimi Nazi Almanyası tarafından her türlü kamp için kullanılsa da, toplama kampı ile imha kampı arasında açık bir fark bulunmaktaydı. İlki bir hapis olarak kurulmaktayken, diğerinin ardında yatan tek amaç çok büyük boyutlarda bir toplu katliamdı. Timothy Snyder’in çığır açan kitabı Blood Lands’de (Kan Toprakları) yazdığı gibi, “Savaş bitene kadar toplama kamplarında gerçekten de yüz binlerce insan öldürülmüştü, ama ne kadar öldürücü olurlarsa olsunlar bu kamplar toplu ölümler için planlanmamışlardı.”
Naziler’in İmha ve Toplama Kampları
Alman işgali altındaki Polonya’da Birkenau yakınlarında inşa edilen Auschwitz hem toplama kampı hem de bir imha kampı olarak hizmet görmüştür. 1944’e gelindiğinde Nazi Almanyası’nın temel imha noktası haline gelen bu kampta Şubat 1943’ten itibaren öldürülenlerin sayısı, Holokost sırasında ölen 5.7 milyon Yahudi’nin yaklaşık altıda birine denk gelmektedir. Gene de Auschwitz ve Almanya’daki toplama kampları, Nazilerin Avrupalı Yahudileri ve yaşamayı hak etmediğini düşündükleri diğer insanları yok etmek için korkunç bir şekilde ve gizlice planladıkları bu kamp sisteminin sadece bir yüzüydü. Synder’in vurguladığı gibi, “Avrupa’daki toplu ölümler genellikle Holokost’la, Holokost ise hızlı ve endüstriyel ölümlerle ilişkilendirilir. Fakat bu resim oldukça basit ve temizdir.” Gerçekte, Almanlar işgal ettikleri bölgelerde çoğu toplama kamplarının dışında uygulanan başka birtakım ilkel yöntemler de kullanmışlardır. Örneğin açlık, angarya, ani infaz ve toplu halde kurşuna dizme gibi.
Sovyetler Birliği karşısında geri çekilmeye başlayan Almanya’nın Sovyet Yahudilerini toplu halde kurşuna dizmeye devam edememesi üzerine, Auschwitz 1944’te Holokost’un merkezi haline gelmiştir. Bununla beraber, Kızıl Ordu’nun gittikçe yaklaşması Polonya’daki Reinhard ölüm kamplarının kapatılmasını sağlamıştır.
Normalde Alman nüfusunun sadece yüzde birine denk gelen iki yüz bini Alman Yahudisi olmak üzere üç yüz bin kişiden oluşan Nazi kontrolündeki Yahudi nüfusu, Polonya’nın işgaliyle birlikte iki milyon civarına yükselmiştir. İşgal sonrasında Polonyalı siviller, Yahudi olup olmadıklarına bakılmadan, binlercesi bir arada Einsatzgruppen adı verilen ölüm mangaları tarafından kurşuna dizilmişlerdir. 1940’tan itibaren Yahudi nüfusun başka bir yere sevk edilene kadar kalacağı ve çalışma kampı olarak düzenlenen gettolar oluşturulmuştur. Yüz binden fazla Yahudinin sürüldüğü Varşova gettosunda yaklaşık altmış bin kadar insan açlık ve yoksulluk sonucu hayatını kaybetmiştir.
Baltık Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin batısının 1941’de işgal edilmesiyle beraber, toplamda beş milyona varan bir Yahudi nüfusu Alman Devleti’nin kontrolü altına girmiştir. Aynı yıl Hitler, Himmler ve Goering’e tüm Yahudilerin yok edilmesi emrini vermiştir ve 1941 yılına gelindiğinde ağırlıkla Doğu Polonya, Litvanya, Letonya, Estonya ve Sovyetler Birliği’nin batısındaki, Molotov-Ribbentrop Hattı’nın doğusuna denk gelen bölgelerde kurşuna dizmeler korkutucu boyutlara ulaşmıştır. (Bakınız, yukarıdaki harita) Sık sık yerel polis ve görevlilerinden yardım alan Einsatzgruppen, kurşuna dizmelerin büyük bir kısmını gerçekleştirdikten sonra, SS takviye güçleri devreye girmekte ve erkek, kadın, çocuk demeden tüm topluluğu ortadan kaldırmaktaydı. Eylül 1941’de, Kiev’deki işgalci Alman askerlerini öldüren bir bombalama olayının rövanşı olarak, tüm Yahudilere yeniden yerleştirileceklerine dair her zamanki yalan söylenerek şehrin bir noktasında toplanmaları emredilmişti. Bunun yerine, hepsi Babi Yar Vadisi’nin uçurumuna sürüldü ve her bir tanesi kendi ölümünü getirecek kurşun sesini duyana kadar dağ gibi yükselen cesetlerin üstünde yatmak zorunda bırakıldı. Toplam otuz altı saat süren bu olay otuz üç bin yedi yüz altmış bir insanın hayatına mal olmuştur. 1941 sonuna kadar ise benzer şekilde öldürülenlerin sayısı bir milyona yaklaşmıştır.
Sivilleri toplu bir halde kurşuna dizmeler 1942 yılı boyunca devam ederken, öncelikle Sovyet asker tutsakları üzerinde denenen gaz kamyonlarının kullanımı da Alman işgali altındaki topraklara yayılmıştır. Benzer öldürücü gaza dayalı faaliyetler aynı şekilde Molotov-Ribbentrop Hattı’nın batısına da yansımış ve Polonya’da Belzec, Sobibor ve Treblika imha kampları kurulmuştur. Görece az bilinen bu kamplar Gestapo Şefi Reinhard Heydrich’in СКАЧАТЬ