Haremin sultanları. Fazlı Necip
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Haremin sultanları - Fazlı Necip страница 4

Название: Haremin sultanları

Автор: Fazlı Necip

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-36-8

isbn:

СКАЧАТЬ kaptan bir an düşündü. Kızlar Ağası ile Mekke Kadısının ayağına gelerek kendisinden özür dilemeleri hoşuna gidecekti.

      “Hele bir kere gelecek olsunlar,” dedi.

      Zeynel Ağa oradan Kızlar Ağasının yanına gitti. Mekke Kadısı da orada idi. Onlara tehlikenin büyüklüğünü, neticelerini, bütün felâketleri, kendisinin esarette geçirdiği günleri uzun uzadıya anlattı. Onları yumuşatmayı başardı. Daha beş on gün kalmaya razı oldular. Şimdi iş onların gemi reisine gidip Rodos’ta kalmayı kabul ettiklerini, geminin bugün hareket etmemesini söylemelerine kalmıştı.

      Zeynel Ağa bunu teklif edince Kızlar Ağası yerinden fırladı.

      “Ne? Ben, saraylarda padişahlarla sultanlar arasında yaşamış Darüssaâde Ağası, bu miskin gemicinin ayağına mı gideyim? Onun gibi bin gemiciye ayağımı öptürmüşüm, ayağına gider miyim?”

      Mekke Kadısı da zencinin bu gururunu, inadını görünce ondan aşağı kalmak istemedi. İlmiye payesinin büyüklüğünden, şerefinden bahsediyor; kaptanın ayağına gitmeye, ondan özür dilemeye katiyen razı olamayacağını anlatıyordu.

      “Fakat sizin gururunuz, inadınız yüzünden gemideki bütün insanların hayatı müthiş tehlikelere itiliyor.”

      “Bundan ben sorumlu değilim. Onu reis denen Çelebiye anlat.”

      “O, inatçı bir cahil. Söz anlamıyor, Bana korkak dediler. Korkak olmadığımı anlasınlar, özür dilesinler, diyor. Siz bu cahilin aklına uymayın.”

      Her ikisi bir ağızdan bağırdılar.

      “Mümkün değil! Biz o miskin herifin ayağına gidip ne özür dileriz, ne de yalvarırız. O korsanlardan korkmuyorsa, biz hiç korkmayız.”

      Bu inat karmaşasında uyuşma sağlayabilmek için Zeynel Ağa bir yandan diğer yana koşturuyordu. Onca uğraşa rağmen hiçbir tarafı ikna etmeyi başaramadı. Nihayet gemi yola çıktı.

      İşte korkulan felâket de bunun sonucu gerçekleşti.

***

      Rodos’tan hareket ettikleri zaman Zeynel Ağa şiddetli bir öfke ve sinirlilik içindeydi. Bu inatçı, cahil, anlayışsız heriflere küfürler ediyordu. Oturdukları kaptan kamarasının kapısına geldiği zaman durdu, düşündü. Şimdi ne yapacaktı? Tehlikeyi, korkularını Nurü’l-ayn ve Suphi’ye anlatmalı mıydı? Kendi kendine, “Belki korsanlara rastlamaz, felâkete uğramayarak sağ salim Mısır’a gideriz. Şimdiden bu zavallı gençlere müthiş endişeler, heyecanlar yaşatmaya gerek yok!” dedi.

      İçeri girdiği zaman davetin nedenini sordular.

      “Geminin reisi ile Kızlar Ağası ve Mekke Kadısı kavga etmişler. Onları barıştırmaya çalıştım,” dedi.

      Nurü’l-ayn sordu:

      “Barıştırabildiniz mi?”

      “Hayır.”

      “Neden kavga etmişler?

      “Biri diğerine korkak demiş.”

      “Neden korkak, korkulacak bir şey mi varmış?”

      “Adam sende, nemize lazım! Biz burada kendi zevkimize bakalım. Şuradan dolu bir kadeh daha ver de, başladığın tatlı hikâyeye devam et.”

      Güzel kız, Zeynel Ağa’ya bir kadeh şarap sundu. Sonra oturdu. Konuşmasını büyük bir şevkle bekleyen Suphi’ye tebessümler ederek başladı. Çocukluk hayatını ve esarete nasıl düştüğünü anlatıyordu.

      “Misafir çocuklarıyla şatonun bahçesinde, ağaçların altında oynuyorduk. Şatodan iyice uzaklaşmıştık. Birdenbire kilisenin çanı tehlike, felâket bildiren bir ahenkle acı acı çalmaya başladı. Arkasından da gürültüler, çığlıklar koptu.

      Hep çocuktuk. Fakat en küçüğümüz on yaşında vardı. Ani bir felâket geldiğini anlayabilmiştik. Şatoya doğru koşarken etraftan silah sesleri ve naralar gelmeye başladı. Savaş oluyordu. Şato düşman hücumuna uğramıştı. Henüz tereddütler içinde şatoya kaçmak için koştuğumuz sırada, çılgınca koşturdukları atlarla bize doğru gelen sekiz on kadar sarıklı, sırmalı cepkenli, korkunç suratlı süvarinin karşısında donup kaldık. Korkumuzdan bağırıp ağlayamıyorduk bile.

      Bu süvarilerden biri parmağını dudaklarının üstüne koyarak bize sus işareti yaptı. Yanımıza yaklaştı. Her birimizin boyunu, bosunu, yüzünü inceledi. İçimizden üçünü seçti ve hayvanlarının terkisine bindirerek güzelce bağladı. Bu esir alınan kızlar içinde ben de vardım.

      Ağlamak, bağırmak isteyenleri müthiş tehditlerle susturuyorlardı. Bizi şatodan bir saat kadar uzaktaki ormana götürdüler. Orada birçok süvari, esir alınmış diğer Macar kızlarla çocuklar, pahada ağır yükte hafif eşyalar vardı.

      Birkaç saat bekledik. Bizden sonra da birtakım süvariler, esirler ve eşya geldi. Meğer bunlar huduttan gelen Türk akıncıları imiş. Yıldırım hızıyla etrafı talan eden akıncılar burada toplanınca dönüş başladı. Günlerce hayvan üstünde gittik. Türk akıncılarının geçtiğinden haberdar olan bütün Macar köylüleri dağılıp gizlenmişlerdi. Kırlarda, köylerde kimselere tesadüf etmiyorduk.

      Sınıra geldiğimiz zaman dağıldık. Benim Macar asilzadelerinden olduğumu, sesimin güzelliğini, iyi saz çaldığımı anladıkları zaman beni Budin Valisine gönderdiler. Vali Mustafa Paşa da biraz zaman geçtikten sonra beni İstanbul’a, Padişahın kız kardeşi Belkıs Sultan’a hediye yolladı.

      Sultanın eşi Nakkaş Paşa Mısır Valisi idi. Oraya servet toplamaya, zengin olmaya gitmişti. Belkıs Sultan İstanbul’da eşinin getireceği hazineleri beklerken büyük bir ihtişam ve debdebe içinde yaşıyordu. Sarayında benim gibi yüzlerce cariye ve kölesi vardı.

      Sultan beni pek beğendi ve sevdi. Kendi evladı olmadığı için, beni bir evlat gibi terbiye ederek büyütmeye çalışıyor, eğitimde gösterdiğim kabiliyetten pek memnun oluyordu. Kısa zamanda Türkçeyi öğrendim. Okuyup yazmaya başladım. Rebap çalıyor; doğu müziğinden anlıyor, zevk alıyordum.

      Belkıs Sultan’ın sarayında bir prenses gibi büyüdüm. On dört yaşına gelmiştim. Mazimi, içinde bulunduğum durumu, geleceğimi düşünebiliyordum. Beni en çok Macaristan’daki ailem, onların hali düşündürüyordu.

      Bir gün derdimi Belkıs Sultan’a açtım. Beni lütfen Bu-din Valisinin yanına kadar gönderin. Oradan Macaristan’a geçeyim. Bir kere ailemi bulup, onlarla görüşeyim. Onlar da benim hayatta ve mutlu olduğumu anlasınlar. Yine buraya gelirim, diye yalvardım. Sultan güldü.

      Çocuk, dedi. Aklın mı ermiyor, beni aldatmak mı istiyorsun? Ailenin yanına gittikten sonra bir daha onlar seni bırakırlar mı? Demek burada benim evladım gibi yaşamaktan memnun değilsin ki…

      Vallahi çok memnunum. Sizden ayrılmak istemem. Fakat ne yapayım? Devamlı onları düşünüyorum. Anamı, babamı bir kerecik olsun görmek istiyorum. Annem benim için kim bilir ne kadar ağlıyordur.

      Bu СКАЧАТЬ