“Madem buna mecbursun, öyle olsun,” dedi Dadı. “Ama elbiselerini yırtma sakın, ayaklarını da ıslatma.”
Böylece Lionel çıkıp gitti.
Lionel Canavarlar Kitabı’nı bir kez daha gül bahçesine götürürken mavi kuş eskisinden de güzel şakıyor, kelebek daha parlak renklerle ışıldıyordu. Lionel korkup fikrini değiştirmemek için kitabı çabucak açtı. Kitap neredeyse tam ortasından açılıverdi. Sayfanın altında “Hipogrif”3 yazıyordu. Lionel resimde ne olduğuna bakmaya fırsat bulamadan kocaman kanatlar pır pır etmeye başladı. Ardından hızla yere vuran toynak sesleri işitildi. Bunu tatlı bir kişneme sesi izledi. Nazik ve dost canlısı bir sesti bu. Kitaptan güzel mi güzel beyaz bir at çıktı. Upuzun, bembeyaz bir yelesi ve yine upuzun beyaz bir kuyruğu vardı. Kocaman kanatları bir kuğununkini andırıyordu. Dünyanın en şefkatli ve içten bakışlarına sahipti. Orada, güllerin arasında duruyordu.
Hipogrif ipek gibi yumuşacık ve süt gibi beyaz burnunu küçük Kral’ın omzuna sürttü. Küçük Kral şöyle geçirdi içinden: “Şu kanatların olmasa, kaybettiğim sevgili sallanan atıma ne kadar çok benziyorsun!”
Sonra birden Kral, Kızıl Ejderha’nın o kötücül vücudunun gökyüzünde yayılarak yaklaştığını gördü. Ne yapması gerektiğini hemen anlamıştı. Canavarlar Kitabı’nı kapıp yumuşak huylu, güzel Hipogrif’in sırtına atladı. Hayvanın keskin ve beyaz kulağına eğilerek fısıldadı: “Uç sevgili Hipogrif, olanca hızınla Çakıl Taşı Çölü’ne uç.”
Ejderha onların harekete geçtiğini görünce hemen dönüp peşlerinden uçtu. Koca kanatları günbatımındaki bulutlar gibi birbirine çarpıyordu. Hipogrif’in kanatları ise ayın doğuşundaki bulutlar gibi kar beyazdı.
Şehir halkı Ejderha’nın Hipogrif ile Kral’ın peşinden uçtuğunu görünce onları izlemek için evlerinden dışarı çıktı. Gözden kaybolduklarını görünce en kötü ihtimalin gerçekleştiğinden emin olup sarayda düzenlenecek yas töreni için ne giyeceklerini düşünmeye başladılar.
Fakat Ejderha, Hipogrif’i yakalamayı başaramamıştı. Kızıl kanatlar, beyaz kanatlardan büyüktü ancak onlar kadar güçlü değildi. Ejderha’nın takip ettiği beyaz kanatlı at uzaklara uçup gitti, ta ki Çakıl Taşı Çölü’ne varana kadar.
Çakıl Taşı Çölü sahilin kumsuz kısımları gibi bir yerdi. Etrafa yayılmış yuvarlak, kaygan taşlardan başka bir şey yoktu burada. Yüz mil mesafede ne çim ne de tek bir ağaç gözüküyordu.
Lionel, Çakıl Taşı Çölü’nün ortasında beyaz atın sırtından atladı. Canavarlar Kitabı’nın tokalarını çabucak çıkarıp kitabı açık halde çakıl taşlarının üzerine koydu. Tekrar beyaz atının sırtına binmek için çakıl taşlarının arasında tıkırtılar çıkartarak aceleyle koştu. Tam atın sırtına atlamıştı ki Ejderha geldi. Dermansız bir halde uçuyor ve bir ağaç bulabilmek için etrafı kolaçan ediyordu. Çünkü saat on ikiyi vurmak üzereydi. Güneş mavi gökyüzünde atın sarısı bir beçtavuğu gibi parlıyordu. Yüz mil mesafede tek bir ağaç dahi yoktu.
Beyaz kanatlı at, kuru çakıl taşları üzerinde acı içinde kıvranan Ejderha’nın etrafında uçtu durdu. Ejderha iyice ısınmıştı. Hatta vücudunun bazı kısımlarından duman tütmeye başlamıştı. Bir ağaç altına saklanamazsa, bir dakika içinde alev alacağını biliyordu. Kızıl pençelerini Kral ile Hipogrif’e saplamak istedi ama onlara erişemeyecek kadar güçten düşmüştü. Ayrıca daha da ısınmaktan korktuğu için kendini zorlamaya cesaret edemiyordu.
İşte o sırada çakıl taşları üzerinde açık duran Canavarlar Kitabı’nı gördü. Altında “Ejderha” yazan sayfa açıktı. Kitaba bakıp tereddüt etti. Sonra bir kez daha baktı. Nihayet Ejderha, son bir öfkeli hamleyle kıvrılarak resme geri girdi ve palmiye ağacının altına oturdu. İçeri girerken sayfanın kenarını biraz yakmıştı.
Lionel Ejderha’nın neden kitaba girip kendi palmiye ağacının altına oturması gerektiğini anladı çünkü etrafta bundan başka ağaç yoktu. Hemen atından atlayıp kitabı sertçe kapattı.
“Yaşasın!” diye haykırdı. “Gerçekten başardık.”
Kitabın yakut ve firuze taşlı tokalarını sıkıca taktı.
“Ah, benim biricik Hipogrif’im,” dedi. “Sen dünyanın en cesur, en sevimli, en güzel…”
“Şşş,” diye fısıldadı Hipogrif tevazuyla. “Yalnız değiliz, görmüyor musun?”
Hakikaten Çakıl Taşı Çölü’nde büyük bir kalabalık sarmıştı etraflarını: Başbakan ile milletvekilleri, futbolcular, yetimhanedekiler, Mantikor ve sallanan at, yani Ejderha’nın mideye indirdiği herkes oradaydı. Anlayacağınız üzere, Ejderha’nın onları yanına alıp kitabın içine götürmesi mümkün değildi. Bir tek ejderha için bile yeterince küçüktü içerisi. Bu nedenle onları dışarda bırakmak zorundaydı.
Tüm insanlar bir şekilde evlerine varıp ve sonsuza kadar mutlu yaşadı.
Kral nerede yaşamak istediğini sorunca Mantikor, kitaba geri dönmek için yalvardı. “İnsanlar arasında yaşamak bana göre değil,” dedi.
Elbette kendi sayfasına nasıl gideceğini biliyordu. Kitabı yanlış sayfada açıp Ejderha’yı salıvermesi gibi bir tehlike sözkonusu değildi. Bu sayede kendi resmine döndü, bir daha da dışarı çıkmadı. İşte bu yüzden ömrünüz boyunca resimli kitaplardan başka hiçbir yerde Mantikor göremeyeceksiniz. Tabii ki kedileri ve süt kutularını dışarıda bırakmıştı çünkü kitapta onlar için yer yoktu.
Sonra sallanan at, kitabın Hipogrif’e ait sayfasına gidip orada yaşamak için yalvardı. “Ejderhaların bana bulaşamayacağı bir yerde yaşamayı isterim,” dedi.
Böylelikle beyaz kanatlı güzel Hipogrif ona kitabın içine giden yolu gösterdi. Sallanan at, Kral onu büyük büyük büyük büyük büyük torunlarının oynaması için dışarı çıkarana kadar orada kaldı.
Hipogrif’e gelince, Kral’ın Şahsi Sallanan Atı mevkisini kabul etti. Ahşap atın emekliliğe ayrılmasıyla bu pozisyon boş kalmıştı. Mavi kuş ile kelebek bugün bile saray bahçesindeki güller ve zambaklar arasında şakıyıp pır pır etmektedir.
II. James Amca ya da Mor Yabancı
Prenses ile bahçıvanın oğlu arka bahçede oyun oynuyordu. “Büyüyünce ne yapacaksın, Prenses?” diye sordu bahçıvanın oğlu.
“Seninle evlenmeyi çok isterim, Tom,” dedi Prenses. “Sence bir mahsuru var mı?”
“Hayır,” dedi bahçıvanın oğlu. “Mahsuru yok. İstersen evlenirim seninle, tabii zamanım olursa.”
Zira bahçıvanın СКАЧАТЬ
3