Ahmak Wilson'ın Trajedisi. Марк Твен
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ahmak Wilson'ın Trajedisi - Марк Твен страница 7

Название: Ahmak Wilson'ın Trajedisi

Автор: Марк Твен

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-78-8

isbn:

СКАЧАТЬ ve iyi bir dövüşçüydü. Güçlüydü, çünkü sade bir şekilde beslenmişti; iyi dövüşüyordu, çünkü Tom sayesinde -yani Tom’un nefret ettiği ve korktuğu beyaz çocuklar üzerinde- epey pratik yapmıştı. Chambers, okul yolunda Tom’un daimi korumasıydı. Teneffüslerde onu korumak için hazır bulunurdu. Öylesine hayranlık uyandırıcı bir şöhret edinmişti ki zamanla Tom’un giysilerini giymeye başladı ve Sir Kay, Lancelot’un zırhını giydiğinde olduğu gibi “huzur içinde yol aldılar.”

      Chambers yetenek oyunlarında da iyiydi. Tom meşe oyununda onu ortaya sürer, sonra kazandıklarının hepsini elinden alırdı. Kış gelince Chambers, Tom’un eski giysilerini giyer, “kutsal” kırmızı eldivenler, “kutsal” ayakkabılar ve pantolonuyla sımsıkı giyinmiş Tom için kızak çekerdi, ama kendisi hiç binmezdi. Tom’un talimatlarına göre kardan adam ve kaleler yapardı. Kartopu oynamak istediğinde Tom’un sabırlı hedefi olurdu ve kartoplarına karşılık veremezdi. Chambers, Tom’un patenlerini nehre kadar taşır, ayaklarına bağlar ve dilediğinde hazır bulunmak üzere etrafında dolanırdı ama kendisi paten süremezdi.

      Yazın Dawson’s Landing çocuklarının en sevdiği şey -kırbacıyla kafalarını yarması tehlikesine rağmen- çiftçinin meyve arabasından elma, şeftali ve karpuz çalmaktı. Tom, bu hırsızlıklarda pek hünerliydi, ama aslında çalan o değildi tabii. Çalma işini Chambers yapar ve bu işten payına şeftali ve elma çekirdekleriyle karpuz kabukları düşerdi.

      Tom yüzmeye giderken Chambers’ı da daima yanına alır ve koruması olarak bekletirdi. Tom sıkılınca yüzmeyi bırakır, Chambers’ın gömleğine düğümler atıp suya batırır ve düğümlerin çözülmesini iyice zorlaştırırdı. Sonra da giyinip oturur, çıplak Chambers’ın inatçı düğümleri titreye titreye dişleriyle çekiştirmesini kahkahalarla izlerdi.

      Tom, mütevazı yoldaşına bu kötülükleri kısmen doğasındaki fenalık nedeniyle, kısmen de Chambers kendisinden güç, cesaret ve akıl bakımından üstün olduğu için yapıyordu. Tom dalış yapamıyordu, çünkü daldığı zaman başı ağrıyordu. Chambers hiç sıkıntı çekmeden dalabiliyordu ve bundan zevk alıyordu. Bir gün bir kanonun kıçında taklalar atıyordu. Bunu gören beyaz çocuklar Chambers’a öyle hayran kaldı ki Tom’un şevki kırıldı ve Chambers havadayken kanoyu altına doğru ittirdi. Chambers’ın başı kanoya çarptı. Çocuk bilinçsizce yatarken Tom’un kadim düşmanları, uzun zamandan beri bekledikleri fırsatı buldu ve sahte varise öyle bir dayak attılar ki Tom, Chambers’ın yardımıyla bile eve zar zor gidebildi.

      Çocuklar on beşine basmıştı. Bir gün Tom nehirde “gösteriş” yaparken kramp girdi ve imdat diye bağırdı. Kramp girmiş gibi yapıp imdat diye inlemek, özellikle de yakınlarda bir yabancı varsa, çocukların sıkça başvurduğu bir hileydi. Yabancı hiç beklemeden yardıma koşar, çocuk da o yaklaşana kadar çırpınıp inlemeye devam ederdi. Sonra inlemenin yerini alaycı bir gülümseme alırdı. Kasabadaki çocuklar ise ahmak kurtarıcıya alay ve kahkahalarla saldırırdı. Tom bu şakayı daha önce hiç denememişti ama şimdi denemeye çalışıyordu. Bu sebeple diğer çocuklar ihtiyatla geri duruyordu. Fakat Chambers efendisinin ciddi olduğuna inanmıştı. Hemen yüzmeye başladı ve tam zamanında Tom’a ulaşıp hayatını kurtardı.

      Bu son damla oldu. Tom her şeye katlanmıştı ama herkesin önünde ve sürekli olarak bir zenciye, hem de bu zenciye karşı böyle bir yükümlülük altında kalmak, işte bu çok fazlaydı. Ciddi olarak ondan yardım istediğini sanmış “gibi” yaptığı için Chambers’a hakaretler yağdırdı. Ancak kalın kafalı bir zenci anlayamazdı şaka yaptığımı, diyerek onu yalnız bıraktı.

      Tom’un düşmanları çok güçlüydü. Dolayısıyla fikirlerini özgürce ifade edebildiler. Tom’a güldüler ve korkak, yalancı, sinsi deyip bir sürü ad taktılar. Chambers’a da yeni bir ad verdiklerini söylediler, artık kasabada “Tom Driscoll’un zenci babacığı” diye tanınacaktı ve bu yeni varlığın mimarı, Chambers’tı.

      Tom bu sataşmalar karşısında iyice öfkelendi ve bağırarak:

      “Kafalarını kopar, Chambers! Kopar kafalarını! Ellerin cebinde ne diye dikilip duruyorsun orada?” dedi.

      Chambers itiraz etti: “Ama Sahip Tom, sayıları çok fazla, onlar…”

      “Duyuyor musun beni?”

      “Lütfen, Sahip Tom, yapmayın! Çok fazlalar…”

      Tom, Chambers’ın üstüne fırlayıp cebindeki çakıyı iki üç kez sapladı. Diğer oğlanların yetişip yaralı çocuğa kaçma fırsatı vermelerinden önce oldu bu. Chambers yaralanmıştı, ama durumu ciddi değildi. Eğer bıçak biraz daha uzun olsaydı, her şey o anda sona ermiş olurdu.

      Tom uzun zaman önce Roxy’ye “yer”ini öğretmişti. Onu okşamaya veya bir sevgi sözü söylemeye son kez cesaret etmesinin üzerinden çok zaman geçmişti. Bir “zenci”nin bu tür şeyler yapması ona iğrenç geliyordu. Roxy’yi mesafesini koruması ve kim olduğunu unutmaması için uyarmıştı. Roxy, bir tanecik bebeğinin onun oğlu olmaktan giderek uzaklaştığını görüyordu. Bu detayın tamamen yok olduğunu fark ediyordu. Geriye kalan sadece efendi olmuştu, üstelik bu, zarif bir efendi de değildi. Anneliğin ulviliğinden çıkarak değişmez köleliğin kasvetli derinliklerine daldığını hissediyordu. Oğlu ve kendisi arasındaki ayrılık uçurumu tamamlanmıştı. Artık onun eşyasıydı sadece; hizmetçisi, köpeği, yalaka ve çaresiz kölesi, havai öfkesinin, kötü tabiatının mütevazı ve ona karşı koyamayan bir kurbanıydı.

      Bazen, hatta yorgunluktan bitap düştüğü zamanlarda bile uyuyamıyordu; çünkü oğlunun o gün yaşattıkları yüzünden öfkeden çılgına dönüyordu. Kendi kendine mırıldanıp dururdu:

      “Bana vurdu, hem de hiç suçum yokken. Herkesin içinde yüzüme vurdu. Bir de bana “zenci cadı” diyor, “sürtük” diyor, daha bir dolu kötü söz söylüyor, onun için her şeyi yapmama rağmen. Ah, Tanrım. Onun için neler yapmadım! Ben olmasam o bi hiç olcaktı! Bana verdiği karşılığa bak!

      Belli bir hakaretin öfkesi kalbini yaktığı bazı zamanlarda, intikam planları yapıp onun aslında bir sahtekâr ve köle olduğunu dünyaya ilan etme fikriyle neşelenirdi. Fakat bu sevincin ortasında bir korku kaplardı içini. Onu çok güçlendirmişti. Hiçbir şey kanıtlayamazdı. Hem, Tanrı korusun, nehrin aşağısında satılabilirdi! Bu yüzden planları sonuçsuz kalırdı. İntikama aç yüreğini doyurmak için, böyle bir şey gerektiğinde kullanmak üzere, o unutulmaz günde yanında bir şahit bulundurmamakla aptallık ettiği için kendine ve kadere kızarak planlarını bir kenara koyardı.

      Ancak Tom ona iyi davrandığında -arada sırada oluyordu bu- bütün yaraları iyileşiverirdi. Mutluluk ve gururla dolardı. Çünkü beyazlar arasında efendilik yaparak ırkına karşı olan suçlarının intikamını alan bu çocuk, onun oğlu, onun zenci oğluydu. 1845 sonbaharında, Dawson’s Landing’de iki büyük cenaze vardı. Ölenlerden biri Albay Cecil Burleigh Essex ve diğeri Percy Driscoll’du.

      Ölüm döşeğindeki Driscoll, Roxy’ye hürriyetini verdi ve kendisine tapınılan, gösterişli oğlunu, hâkim olan ağabeyiyle onun karısına teslim etti. Çocuğu olmayan karı koca buna çok sevinmişti. Çocuğu olmayan insanları sevindirmek zor değildir.

      Hâkim Driscoll, bir ay kadar önce gizlice kardeşine gidip Chambers’ı satın almıştı. Tom’un babasına çocuğu nehrin СКАЧАТЬ