Ahmak Wilson'ın Trajedisi. Марк Твен
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ahmak Wilson'ın Trajedisi - Марк Твен страница 5

Название: Ahmak Wilson'ın Trajedisi

Автор: Марк Твен

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-78-8

isbn:

СКАЧАТЬ Driscoll’un ayaklarını öptüler. Bu iyiliğini hiç unutmayacaklarını ve yaşadıkları müddetçe ona duacı olacaklarını söylediler. Samimiydiler, sonuç olarak kudretli elini bir tanrı gibi uzatıp cehennem kapılarını kapatmıştı onlara. Asil ve güzel bir şey yaptığını kendisi de biliyordu ve gösterdiği yüce gönüllülük nedeniyle memnundu. O gece bu olayı günlüğüne geçirdi ki yıllar sonra oğlu okuyabilsin, böylelikle de babasının nezaket ve insanlık eylemlerinden etkilensin.

      Roxy, Kurnazca Bir Oyun Oynar

      Hayatı öğrenecek kadar uzun yaşayan kimse, insan neslinin ilk büyük hayırseveri olan Âdem’e ne büyük bir teşekkür borcumuz olduğunu bilir. Dünyaya ölümü o getirmiştir.

Ahmak Wilson’ın Takvimi

      Percy Driscoll, evindeki köleleri nehrin aşağısına gitmekten kurtardığı gece rahat uyudu; ancak Roxy gözünü bile kırpmadı. Derin bir korku kaplamıştı her yerini. Çocuğu büyüdüğünde nehrin aşağısında satılabilirdi. Bu düşünce onu korkudan çılgına çevirdi. Biraz dalıp kendinden geçse, hemen ayağa kalkıp bebeğinin beşiğine bakardı orada mı diye. Sonra yavrusunu kalbine götürerek sarıp sarmalardı. Durmadan bebeğini öpüp ağlayarak sevgisini gösterir ve “Yapamazlar, yok yok, hayır! Anacığın öldürür seni ama onlara vermez!” derdi.

      Bir defasında, bebeğini beşiğine geri koyarken mışıl mışıl uyuyan diğer çocuk dikkatini çekti. Gidip uzun süre bebeğe baktı ve kendi kendine şöyle dedi:

      “Benim zavallı yavrum naaptı da senin gibi talihli olamadı, ha? Hiçbir şey yapmadı. Tanrı sana torpil yaptı. Ona neden yapmadı? Seni nehri aşağısında satamazlar. Nefret ediyom babandan! Vicdansız herif, hele de zencilere karşı. Ondan nefret ediyom. Yapabilsem öldürürüm onu!” Biraz durup düşündü, sonra yine hıçkırıklara boğuldu. Yüzünü çevirip “Ah, çocuğumu öldürcem, yapcak başka bi şey yok. Çocuğum ölürse, nehrin aşağısına gitmekten kurtulur. Ah, mecburum, zavallı annen kurtulman için seni öldürmek zorunda çocuğum.” Bebeğini göğsüne aldı ve sımsıkı sarıp okşamaya başladı. “Anacığın seni öldürmeye mecbur. Nassı yapcam? Yoook yok, annen seni bırakır mı be?O da seninle gitcek, kendini de öldürcek. Gel canım, haydi benimle gel. Nehre atlayalım da kurtulalım bu kahrolasıca dünyanın derdinden. Öteki taraftaki nehirde zencileri satmazlar ya.”

      Kapıya baktı uzun uzun. Bebeğini bir ninniyle susturmaya çalışırken birden durdu. Pazar ayini için aldığı uzun elbiseye gözü takıldı. Patiskadan ucuz bir şeydi. Cırtlak renkli ve aşırı süslüydü. Efkâr ve arzu dolu gözlerle inceledi elbiseyi.

      “Daha hiç giymedim,” dedi, “baksana, ne güzel.” Sonra aklına hoş bir şey geldi, başını salladı ve ekledi: “Hayır, üstümde bu eski püskü şeyle olmaz. Orda herkes bana bakcak.”

      Çocuğu yerine koyup üstünü değiştirdi. Aynaya baktığında güzelliği karşısında şaşkına döndü. Ölüm elbisesini mükemmel bir hale getirmeye karar verdi. Başındaki mendili çıkardı ve parlak gür saçlarını “beyaz insanlar” gibi yaptı. Birkaç parlak kurdele taktı. Biraz da o berbat yapma çiçeklerden iliştirdi. Son olarak o zamanlar “bulut” denen kabarık bir şeyi sardı omuzlarına, onunki kırmızı renkliydi. İşte şimdi mezara girmek için hazırdı.

      Bebeğini yeniden kucağına aldı ama bu sefer de gözleri, çocuğun o sefil haldeki kısa ve gri renkli keten gömleğine takıldı. Yavrusunun yoksul pejmürdeliğiyle kendisindeki cehennemlik görkemin adeta volkan gibi patlayışı arasındaki karşıtlığı fark etti. Anne yüreğine dokundu bu, utanç duydu.

      “Hayır evladım. Anacın sana böyle yapmaz. Annen sana hayran, melekler de hayran olcak. Hatta böööyle tutulup kalcaklar, elleriyle gözlerini kapatıp Davut ve Golyat’a ve öbür peygamberlere diycekler ki ‘Şu çocuk buraya hiç uygun giyinmemiş.’ “

      Çocuğun gömleğini çıkarmıştı. Bu küçük çıplak yumurcağa, Thomas à Becket’ın bembeyaz, uzun bebek tulumlarından birini giydirdi. Üzerinde açık mavi fiyonklar ve fırfırlı süsler vardı.

      “İşte, şimdi oldu.” Çocuğu bir sandalyeye oturttu ve incelemeye koyuldu. Gözleri şaşkınlık ve hayranlıkla açıldı. Ellerini çırpıp bağırdı: “Hepsinden güzel benim oğlum! Ben bile çocuğumun bu kadar güzel olduğunu bilmezdim. Sahip Tommy senden sevimli diil, hem de hiç diil.”

      Gidip diğer bebeğe baktı. Sonra kendisininkine bir bakış attı. Ardından yine evin varisine bir baktı. Gözlerinde tuhaf bir ışık belirdi ve bir an için kendi düşüncelerinde kayboldu. Adeta kendinden geçmişti. Kendine gelince mırıldandı: “Dün küvette onları yıkarken, kendi babası bile ‘Hangisi benimki?’diye sordu.”

      Sanki rüyadaymış gibi dolanmaya başladı. Thomas à Becket’ın üstündeki her şeyi çıkardı. Mercan kolyesini kendi çocuğunun boynuna taktı. Sonra çocukları yan yana koyup ciddi bir incelemenin ardından kendi kendine alçak sesle:

      “Sırf üstünüzü değiştirmekle böyle olacağı kimin aklına gelirdi, ha? Bırak babasını, ben bile ayırt ediyorsam kör olayım,” dedi.

      Yavrusunu Tommy’nin zarif beşiğine koyup şöyle dedi:

      “Sen Sahip Tom’sun artık. Sık sık tekrarlayıp yeni adını aklıma sokmam lazım çocuğum. Yoksa hata yaparım ve işleri tamamen batırırım. İşte, uslu uslu dur ve artık üzülme, Sahip Tom. Ah, şükürler olsun Tanrım! Kurtuldun, kurtuldun! Artık anacığının bi taneciğini kimse nehrin aşağısında satamaz!”

      Evin varisini kendi bebeğinin boyasız beşiğine koydu ve uyuyan çocuğa bakarak:

      “Üzgünüm, canım. Tanrı şahidim olsun ki çok üzüldüm ama başka naapıcaktım ki? Baban, onu nehrin aşağısında satcaktı. Buna nası dayanırım, ha, nası?”

      Yatağına atlayıp düşüncelere daldı. Birden doğruldu, rahatlatıcı bir düşünce geçmişti kaygılı aklından.

      “Günah değil ki bu. Beyazların işi! Günah falan değil, Tanrı’ya şükür günah falan değil! Onlar yaptılar. Evet, hem onlar da en kalitelisindendi, kraldılar!”

      Düşünmeye başladı; bir zamanlar dinlediği bir hikâyeden aklında kalanları hatırlamaya çalışıyordu.

      Sonunda dedi ki:

      “Buldum işte, şimdi hatırladım. Illinois’den gelip zenci kilisesinde vaaz veren o yaşlı zenci vaiz anlatmıştı. Hiç kimse kendini kurtaramaz, demişti. İnanarak, çalışarak kimse bunu yapamaz. Hiç yolu yok. Lütuf bunun tek yoludur ve lütuf sadece Tanrı’dan gelir. Tanrı, dilediğine verir lütfunu, ister günahkâr ister aziz olun, fark etmez. Çünkü O yaratıcıdır. Ona uygun herhangi birini seçer, yerine bir diğerini koyar ve birincisini sonsuza dek mutlu kılar, diğerini ise şeytanla yakar. Bir zamanlar İngiltere’de yaptıkları gibi, demişti. Kraliçe bir gün bebeğini ortada bırakıp dışarı çıkmış. Çoğunlukla beyazların olduğu bu yerdeki zencilerden biri ortalıkta yatan bebeği görmüş, kendi bebeğinin giysilerini kraliçenin bebeğine giydirip sarıp sarmalamış. Sonra kendi çocuğunu orada bırakıp kraliçenin çocuğunu zenci semtindeki evine götürmüş ve hiç kimse farkı anlamamış. Zaman içinde kendi çocuğu kral СКАЧАТЬ