Название: Abdülhamit ve afrodit
Автор: İskender Fahrettin Sertelli
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-40-5
isbn:
Padişah’ın Cevdet Bey’e fevkalade güveni vardı. Abdülhamit, İzzet ve Fehim Paşaların sadakatinden emin olmakla beraber, onların her şeyi abarttıklarından emindi. Fakat kalemi çok kuvvetli olan Cevdet Bey’in şimdiye kadar verdiği jurnaller hiç de boş ve mânâsız şeyler değildi. Cevdet Bey ne yazarsa, Padişah onun doğruluğuna inanır ve derhal o işin icabına bakardı. Saray dışındaki inzibat ve asayişin devlet adamları ve memurları tarafından temin edileceğinden şüphesi yoktu. Abdülhamit’in en büyük düşünce ve endişesi, saray içinde kendi şahsını ilgilendiren dedikodulardı.
Özellikle İzzet Paşa’nın ihbarı onu büsbütün çileden çıkarmıştı.
Hakikaten günün birinde yatak odasına bir bomba koyacak olsalar, Padişah’ın hali ne olurdu? Abdülhamit yalnız bunu, kendi hayatını düşünüyor ve gözüne uyku girmiyordu.
Bir haremağası ile Cevdet Bey’i çağırttı. Cevdet Bey, Padişah’ın bütün sırlarını bilirdi. Abdülhamit ancak onunla fikir alışverişi yaptığı zaman teselli olur ve birkaç saat rahat uyku uyuyabilirdi.
Huzura girdiği zaman Cevdet Bey evvela Padişah’a bakar, yüzündeki hatların mânâsına göre konuşmaya girişirdi. Bu defa Padişah asabi adımlarla odanın içinde geziniyordu. Cevdet Bey gözünün ucuyla Hünkâr’ı incelemek fırsatını bulmuştu.
Abdülhamit, Cevdet Bey’e meselenin vahameti hakkında birçok söz söyledikten sonra, bu sadık ve kurnaz kölesine hitaben, “Cevdet! Bana karşı göstermiş olduğun sadakat ve fedakârlığa memnun oldum. Yazdıklarının hepsi doğru, güzel… Meselenin şiddetle takibini emrettim. Beyanname neşrederek halkı kışkırtmaya cesaret edenlerin herhalde cezaları verilecektir. Fakat sarayda bu tehlikenin önüne nasıl geçmeli? Cevdet! Hele bir defa da bu işi sen düşün bakalım!” dedi.
Cevdet Bey, Padişah’ın gözünde büyüttüğü bu meselenin halledilmesinin mümkün olduğunu ima ederek cevap verdi:
“Efendimiz, merak buyurmayınız! Sarayda Zat-ı Şahaneleri uğrunda ölmeyi şeref bilenler az değildir. Her türlü olasılığı düşünerek muhtelif cephelerde önlem almak doğru olur kanaatindeyim.”
“Ne yapmak lazımsa söyle, Cevdet!”
“Efendimiz, İzzet Paşa’ya sarayın gözü kulağı olmasını ferman buyurmuşsunuz! O da bütün kızları Başmabeyinci kulunuzla sıkıştırıp duruyor. Halbuki bu işi ayağa düşürmeden takip etmek daha uygun değil midir, Sultanım?”
“Hiç kimsenin fikir ve kararları, akıl ve mantığıma seninkiler kadar uygun gelmiyor. Sen olayı uzaktan gören ve bütünüyle değerlendiren gayet akıllı bir adamsın, Cevdet! Gidince İzzet’e söyle, ortalığı karıştırmasın. Kimden şüpheleniyorsa bana haber versin. Sana gelince; bu hususta ne tedbir düşünüyorsan açıkça söyle bakayım!”
Cevdet Bey, Padişah’ın ona duyduğu güven ve sevgiden cesaret aldı.
“Ferman buyurulursa, saraylılar arasında bu işi araştırması için Melahat’e talimat verelim.”
Bu teklif Hünkâr’ın hoşuna gitmişti.
“Melahat’i çağırınız, gelsin!” dedi.
ABDÜLHAMİT’TEN MELAHAT’E TALİMAT
“Seni bir iki günden beri göremiyordum. Nasılsın bakayım?”
“Ömrü şahanenize dua ediyorum, Efendimiz!”
“Seninle biraz gizli olarak görüşmek istiyorum. Babanın meşgul olduğu bazı önemli meseleler var, fakat bunlar hakkında ağzından bir kelime bile kaçırmayacaksın!”
Cevdet Bey söze karışmak fırsatını bularak, “Hiç merak buyurmayınız, Efendimiz! Melahat gayet ketumdur,” dedi.
Abdülhamit, Cevdet Bey’e hitap etti:
“Sen bizi yalnız bırak, Cevdet! Ben Melahat’e talimat vereceğim.”
Cevdet Bey huzuru hümayundan memnuniyetle çıkıp doğruca dairesine gitti.
Padişah, Melahat’i görünce gevşemiş, hiddeti geçmişti.
Abdülhamit’in çok garip ve değişken bir ruhu vardı. Bir günü diğer gününe, bir saati diğer saatine uymazdı. En ziyade güvendiği bir adamla görüşürken veya en çok ilgi gösterdiği bir kızı sever ve okşarken, ilgi ve sevgisi o saate, o dakikaya has kalırdı.
Abdülhamit’in kalbi esrarengiz bir kutuya benzerdi. Onun içinde muhabbet, kin ve ihtiras vardı. Fakat tüm bunların üstünde bir şey daha vardı: korku!
O her zaman ve her şeyden korktuğu için kimseye tam anlamıyla güvenemez ve kimseyi candan sevemezdi.
Melahat saraya yeni girdiği için saray entrikalarını henüz öğrenememişti. Padişah bu düşünceyle Melahat’e daha fazla iltifat ediyor ve onun zekâsından faydalanmak imkânını arıyordu.
“Melahat!” dedi. “Kaç günden beri sarayda dikkat çekici hiçbir şey işitmedin mi?”
“Hayır, bir şey işitmedim.”
“Saraylılarla konuşmuyor musun?”
“Konuşuyorum, Efendimiz! Fakat onlar bana karşılar.”
“Sana karşılar mı?”
“Çok soğuk duruyorlar. İmkân bulsalar gözlerimi oyacaklar âdeta.”
Padişah, Melahat’in hal ve tavrından o kadar hoşlanıyordu ki, en ufak bir sebepten dolayı rahatsız olmasını istemiyordu. Melahat’i dizinin yanına oturtarak bir çocuk gibi okşamaya başlamıştı.
“Senin o güzel gözlerine yan bakanın canını derhal cehenneme gönderirim. Yavrum, söyle bana, seni cidden rahatsız edenler var mı?”
“Kadınlar arasında bazı kıskançlıklar olur, Efendimiz.”
“Yalnız kıskançlık mı?”
“Evet.”
“Onun önemi yok. Başka bir şey varsa söyle. Korkma!”
“Hayır, bir şey yok, dünya cennetinde yaşayan mesut ve bahtiyar bir cariyenizim!”
Abdülhamit, kolunu genç kızın boynuna doladı.
“Benimle konuşurken daima önüne bakıyorsun. Bunu sana tembih mi ettiler, yoksa hakikaten utanıyor musun?”
Melahat utanarak güldü.
Padişah, genç kızı kollarının arasında sıkıştırıp öperken, aynı zamanda da onun zekâsından ve yeniliğinden faydalanmanın şekillerini düşünüyordu. Melahat’e bu işleri kısmen anlatacak olursa, acaba Melahat bu sırrı gizli tutabilecek miydi? Herhalde Melahat’in tahsil ve zekâsı, bu gibi işleri başarabilmesi için yeterliydi.
Padişah СКАЧАТЬ