Gönül. Natsume Soseki
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gönül - Natsume Soseki страница 10

Название: Gönül

Автор: Natsume Soseki

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-28-3

isbn:

СКАЧАТЬ gerçekleri değil bizzat kendisinin tüm şiddetiyle acısını tattığı bir gerçek, kanını kaynatacak, nabzını durduracak bir gerçek yatıyordu işin altında.

      Bu benim kendi sezgilerimle tahmin ettiğim bir şey değil. Bizzat hocam öyle olduğunu itiraf etmişti. Lakin bu itiraf üst üste yığılı bir bulut kümesi gibiydi. Dimağım aslı meçhul bir korku perdesiyle örtülmüştü. Neden korktuğumu ben de bilmiyordum. İtirafı belirsizdi. Buna rağmen açıkça sinirlerimi altüst etmişti.

      Hocamın bu hayat görüşünün temelinde şiddetli bir aşk hikâyesi yattığı tahminini yürüttüm. Elbette hocam ve hanımefendi arasında geçmiş olan bir hikâye… Hocamın önceki “Aşk suçtur,” lafından yola çıkarsak bu oldukça iyi bir başlangıç noktası olabilirdi. Fakat hocam halen hanımefendiye âşık olduğunu bana itiraf etmişti. Yani ikisi arasındaki bir aşktan böyle karamsar bir sonuç çıkması mümkün görünmüyordu. Hocamın önceden dediği “Vaktinde dizimin dibinde el pençe divan durdunuz; sonradan başımı ayaklarınız altına almak isteyeceksiniz,” ifadesi, günümüzde sıradan biri hakkında söylenecek bir söz olmakla birlikte, hocam ve hanımefendiye yakışmayacak bir şeydi.

      Zōşigaya’daki, kimin olduğunu bilemediğim mezar… Bu da ara sıra aklıma gelirdi. Hocamla bu mezar arasında köklü bir bağlantı olduğunu biliyordum. Hocamın yaşamına yakınlaşmakla beraber, kafasındaki yakınlaşamadığım hayatın bir parçası olan bu mezar benim kafamda da yer etmişti. Ancak benim için bu mezar, tamamen ölmüş bir şeydi. İki kişinin arasındaki hayat kapısını aralayan bir anahtar değildi. Daha çok özgürlükten alıkoyan kötü bir ruh gibiydi.

      Derken hanımefendiyle karşılıklı görüşmemizi icap ettirecek başka bir fırsat doğdu. Günlerin kısalmak bilmediği, havanın soğuğunu herkese hissettiren bir güz mevsimiydi. Hocamın muhitinde üç dört gündür hırsızlık vakaları görülüyordu. Hepsi de akşamüstü meydana gelmişti. Önemli bir şeyini çaldıran bir hane yoktu ama hırsız her girdiği evden muhakkak bir şeyler götürüyordu. Hanımefendi tedirgindi. Üstüne hocamın bir akşam evden ayrılmasını gerektirecek bir işi çıkmıştı. Hemşerisi olup bir taşra hastanesinde çalışmakta olan bir arkadaşı Tokyo’ya geldiğinden, hocamın başka iki üç ahbabıyla birlikte bu arkadaşını yemeğe götürmesi gerekiyordu.

      Hocam durumu anlatıp kendisi eve dönene kadar beklememi rica etti. Hemen kabul ettim.

      16

      Gittiğimde lambaların yeni yeni yakılacağı bir alacakaranlık vardı ki tedbiri elden bırakmayan hocam evden gideli çok olmuştu. “Geç kalmak olmaz deyip az önce çıktılar,” diyen hanımefendi beni kütüphane odasına buyur etti.

      Kütüphanede masa ve sandalyeden başka birçok kitabın alımlıca yan yana dayalı sırtları, vitrin camından süzülen elektrik lambasının ışığıyla aydınlanıyordu. Hanımefendi hibaçinin26 önüne koyduğu mindere beni oturtup, “İsterseniz oradaki kitaplara göz atarak oyalanın,” diyerek odadan ayrıldı. Ev sahibinin gelmesini bekleyen bir ziyaretçiymişim hissine kapılıp sıkıldım. Öylece oturup sigara içmeye koyuldum.

      Hanımefendinin ça no ma’da27 hizmetçi kıza bir şeyler dediği duyuluyordu. Kütüphane oturma odasının kenarıyla kesişen köşeye tekabül ettiğinden konumu itibarıyla misafir odasına nazaran daha sakindi. Bir an hanımefendinin sükûtuyla ortam sessizliğe büründü. Ben de hırsızı bekler bir edayla derin bir teyakkuz halinde etrafa göz kulak oldum.

      Yarım saat kadar sonra hanımefendi, kütüphane girişinde tekrar belirdi. “Aaa!” deyip gözlerinde hafif bir şaşkınlık ifadesiyle bana baktı. Bir misafir gibi öylece resmi bir tavır takınmış halde duruşumu garipsemişlerdi.

      “Biraz sıkılıyorsunuz herhalde.”

      “Yok sıkılmıyorum.”

      “Ama herhalde sıkıcı olsa gerek.”

      “Yok, yok. Hırsız gelir mi endişesi sıkılmama imkân vermiyor.”

      Hanımefendi elinde çay kâsesi olduğu halde gülerek orada dikiliyordu.

      “Burası köşede kaldığından nöbetçilik için iyi bir konumda olmasa gerek,” dedim.

      “O zaman bir zahmet biraz daha öne gelebilir misiniz? Sıkılmışsınızdır diye düşünüp çay koymuştum. Lütfederseniz oturma odasında ikram edeyim.”

      Hanımefendinin peşi sıra kütüphaneden ayrıldım. Oturma odasında narin bir nagahibaçinin28 üstünde çaydanlık fokurduyordu. Hanımefendi bana çay ve şeker ikram etti. Kendisi “Uykum kaçar,” diyerek çaydan almamıştı.

      “Galiba hocam ara sıra böyle meclislere iştirak ediyor gibi, değil mi?”

      “Hayır, hemen hemen hiç gitmezler. Son zamanlarda insan yüzü görmekten iyice hoşlanmaz oldular.”

      Hanımefendide bunları söylerken pek o kadar telaş ifadesi olmamasından cesaret aldım.

      “O zaman sadece hanımefendi bir istisna mı oluyor?”

      “Hayır, ben de nefret edilenlerdenim.”

      “Bu doğru değil,” dedim.

      “Bunun yalan olduğunu bildiğiniz halde böyle söylüyor olmalısınız.”

      “Neden ki?”

      “Bana kalırsa hanımefendiyi sevince âlemden nefret etmeye başladılar da ondan.”

      “Tahsilli bir kişi olmanız itibarıyla boş varsayımlar uydurmakta epey iyi sayılırsınız. Buna ‘Âlemden nefret etmesiyle birlikte benden de nefret eder oldu,’ da diyemez miyiz aynı mantıkla?”

      “İkisi de mümkün olmakla beraber bu durumda benim dediğim doğru.”

      “Felsefe yapmayı da hiç sevmem. Gariptir ki erkekler pek iyi yapar. Öylece usanmadan boş sake kadehlerini değiştirip dururlar diye düşünürüm.”

      Hanımefendinin sözleri biraz sertti. Ancak sözlerinin rahatsız ediciliği açısından bakılırsa, pek o kadar dehşet verici de denemezdi. Hanımefendi, kendisinin de akıl sahibi olduğunu karşısındakine tasdik ettirerek gururu dışa vuracak kadar modern biri değildi. Ondan ziyade derinlerde saklı bir kalbe daha fazla önem veriyor gibiydi.

      17

      Daha diyeceklerim vardı. Ancak hanımefendi tarafından şımarıkça mantık dalaşına giren bir erkek gibi algılanırsam iyi olmaz diye düşünüp kendimi tuttum. Hanımefendi içip bitirdiğim çay kupasının dibine gözlerini dikmiş olan beni rahat ettirmek istercesine, “Bir bardak daha alır mısınız?” dedi.

      Hemen bardağı uzattım.

      “Kaç tane olsun? Bir, iki?”

      Garip bir aletle küp şekerleri alan hanımefendi, yüzüme bakarak çay kupasına atacağı şeker sayısını soruyordu. Hanımefendinin tavırları beni şımartır cinsten olmasa СКАЧАТЬ



<p>26</p>

Kelime anlamı Ateş Kâsesi’dir. Geleneksel Japon ısınma aletidir. Yuvarlak, üstü açık şekildedir. İlerleyen bölümlerde maltız kelimesi kullanılacaktır. (ç.n.)

<p>27</p>

Geleneksel Japon evinde günün büyük bir bölümünün geçirildiği oda. İlerleyen bölümlerde “oturma odası” ifadesi kullanılacaktır. (ç.n.)

<p>28</p>

Kuzineye benzeyen uzunca bir maltız türü. (ç.n.)