Название: Huzursuz Adam
Автор: Хеннинг Манкелль
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Kurt Wallander
isbn: 978-625-99813-1-4
isbn:
Louise’in yaklaştığını duymamış, kadın birdenbire kapının girişinde belirivermişti. Yaşadığı duygu boşalmasının bütün izleri gitmiş, yüzü yeni pudralanmıştı. Elindeki çizgi romanı havaya kaldırdı.
“Bunu neden tutuyordu?”
“Sanırım ona bir arkadaşı tarafından özel bir günde verilmişti. Bana ayrıntılarını hiç anlatmadı.”
Kadın onu yine kendi işiyle baş başa bırakmıştı. Wallander kalan son büyük çekmeceyi açtı: Bel hizasında, kaide görevi gören yanlardaki iki büyük dolabın arasında kalan orta çekmeceyi. Bunun içindekiler düzenli olmaktan çok uzaktı. Mektuplar, fotoğraflar, eski uçak biletleri, bir doktor raporu, birkaç fatura. Neden her şey burada karmakarışıktı da diğer yerler düzgündü? Bu çekmecenin içindekilere şimdilik dokunmamaya karar verip açık bıraktı. İçinden aldığı tek şey doktor raporuydu.
İzini bulmaya çalıştığı adam pek çok kez aşı olmuştu. Daha üç hafta önce sarı humma aşısı olmuştu, ayrıca tetanoz ile sarılık aşısı da yaptırmıştı. Doktor raporuna zımbalanmış sıtmaya karşı ilaç reçeteleri vardı. Wallander’in kaşları çatıldı. Sarı humma mı? İnsanın buna karşı aşı olmasının gerekmesi için nereye yolculuk yapıyor olmalıydı? Bir cevap bulmadan evrakı yeniden çekmeceye bıraktı.
Wallander ayağa kalkıp dikkatini kitaplığa çevirdi. Kitaplara bakılırsa Håkan von Enke, İngiltere tarihi ve yirminci yüzyılda denizcilik alanında yaşanan gelişmelere büyük ilgi duyuyordu. Aralarında genel dünya tarihi ve bir sürü siyasi anı kitabı da vardı. Tage Erlander’in anı kitabının Stig Wennerström’ün otobiyografisinin hemen yanında durduğunu fark etti. Von Enke’nin İsveç şiir edebiyatına da ilgi duyduğunu görünce daha da şaşırdı. Aralarında Wallander’in tanımadığı isimler vardı, bazı şairleri ise biraz biliyordu, örneğin Sonnevi, Tranströmer gibi. Kitapların bir ikisini eline alıp inceleyince okunmuş olduklarını belli eden işaretler gördü. Tranströmer’in kitaplarından birinde, sayfa kenarına birisi notlar almıştı, bir yerine de ‘mükemmel bir şiir’ diye not düşülmüştü. Wallander şiiri okuyunca hak verdi. Çam ormanlarının iç çekişini anlatan bir şiirdi. Ivar Lo-Johansson’un bütün eserleri var gibiydi ve Vilhelm Moberg’in de öyle. Ortadan kaybolan adam hakkında Wallander’in sahip olduğu fikir giderek değişiyor, derinleşiyordu. Komutanın gösterişçi ve sanata ilgi duyduğunu dünyaya ispatlamaya çalışan bir insan olduğu kanısına varmasına neden olacak hiçbir şey yoktu ortada. Wallander böyle tiplerden nefret ederdi.
Kitaplığı bırakıp bu kez uzun dosya dolabına geçti ve çekmeceleri birer birer açmaya başladı. Dosyalar, mektuplar, raporlar, birkaç özel günlük ve “komuta ettiğim türler” diye etiketlenmiş denizaltı çizimleri vardı. Her şey düzgün, yerli yerindeydi, ortadaki o çekmece dışında. Durumda ismini koyamadığı, kendisini huzursuz eden bir şeyler vardı. Tekrar masaya geçip oturdu ve açık duran dosya dolabına bakıp düşünmeye başladı. Odanın bir köşesinde kahverengi deri bir koltuk, bir sehpa ve kırmızı bir abajur duruyordu. Wallander yazı masasındaki koltuktan okuma köşesindeki koltuğa geçti. Sehpanın üstünde iki kitap vardı, ikisi de açıktı. Biri eski bir şeydi, Rachel Carson’ın Silent Spring’i. Wallander bunun Batı uygarlığının ilerleyişinin, yeryüzünün geleceği açısından ileride bir tehdit oluşturacağı konusunda uyarıda bulunan ilk kitaplardan biri olduğunu biliyordu. Diğer kitapsa İsveç’te görülen kelebeklerle ilgiliydi; kısa bilgi aktaran paragraflarla renkli resimlerden oluşan bir kitaptı. Kelebekler ve tehdit altında bir gezegen, diye düşündü Wallander; ve karmakarışık bir masa çekmecesi. Bu birbirinden farklı verilerin birbiriyle nasıl bağdaştığını göremiyordu.
Sonra koltuğun altından bir derginin köşesini fark etti. Eğilip aldı; donanma gemileriyle ilgili İngiliz veya belki Amerikan basımı bir dergiydi. Wallander sayfalarını karıştırmaya başladı. Uçak gemisi Ronald Reagan hakkında yazılmış makalelerden, hâlâ çizim aşamasında olan denizaltı eskizlerine kadar içinde her şey vardı. Wallander dergiyi elinden bırakıp yeniden dosya dolabına baktı. Görmeden bakmak. Rydberg’in kendisine yaptığı bir uyarıydı bu: Gerçekte aradığın bir şeyi fark edememek. Dosya dolabını bir kez daha araştırdı ve çekmecelerden birinde bir toz bezi buldu. Demek burada her şeyi tertemiz tutuyor, diye düşündü Wallander. Kâğıtlardan hiçbirisinde tek bir toz zerreciği bile yok, her şey pırıl pırıl. Tekrar yazı masasının koltuğuna oturup, açık duran, öteki yerlere hiç benzemeyen karman çorman hâldeki yazı masasının gözüne baktı. Dikkatle içindekileri elden geçirmeye başladı ama şaşırtıcı hiçbir şey bulamıyordu. Kendisini tek huzursuz eden şey çekmecenin karışıklığıydı. Acıyan bir parmak gibi rahatsız ediyordu bu durum onu, Håkan von Enke’nin eşyalarını düzenleyiş tarzına uymuyordu. Yoksa kendisine normal gelen şey karışıklıktı da düzeni bozan bu intizam mıydı?
Ayağa kalktı, gidip sıra dışı yükseklikteki dosya dolabının en üstünde elini gezdirdi; bakınca görülemeyen bir yerinde eline bir klasör geldi, alıp aşağı indirdi. Kamboçya’daki siyasi durum üzerine yazılmış bir rapor vardı içinde. Robert Jackson ve Evelyn Harrison tarafından hazırlanmıştı, artık her kimlerse. Wallander raporun ABD Savunma Bakanlığı tarafından gönderilmiş olduğunu görünce şaşırdı. Mart 2008 tarihliydi, henüz yeni yayımlanmıştı. Raporu okuyan her kimse, kendini konuya kaptırdığı belliydi: Bazı cümlelerin altını çizmiş, sayfa kenarına büyük belirgin ünlem işaretleri dolu notlar almıştı. Raporun başlığı, Kamboçya’daki Sorunlar Üzerine, Pol Pot Rejimi’nin Bıraktıkları Hakkında idi.
Tekrar salona geri döndü. Çay fincanları toplanmıştı. Louise pencerelerden birinin yanında durmuş caddeyi seyrediyordu. Wallander hafifçe öksürünce, kadın sanki korkmuş gibi irkilip hızla arkasına döndü ve bu durum Wallander’in aklına Djursholm’deki partide kocasının yaptığı şeyi getirdi; o da aynı tepkiyi vermişti, diye düşündü. Her ikisi de tedirgin, korkuyorlar ve sanki bir tür tehlike içindeler.
Bu soruyu sormayı planlamamıştı ama Djursholm’ü hatırlayınca kendiliğinden ağzından döküldü.
“Bir silahı var mıydı?”
“Hayır. Artık yoktu. Håkan görevli olduğu zamanlarda mutlaka bir tane kullanmıştır. Ama burada evde, hayır, burada hiç silahı olmadı.”
“Bir yazlığınız var mı?”
“Bir yer almaktan hep söz ederdik ama bunu gerçekleştirme imkânı hiç bulamadık. Hans küçükken yaz mevsimini Utö Adası’nda geçirirdik. Son yıllarda ise Riviera’ya gitmeye ve orada bir daire kiralamaya başlamıştık.”
“Silah saklayabileceği başka yerler var mı?”
“Hayır. Neden soruyorsunuz?”
“Belki depo gibi bir yeri olabilir diye. Bu evde tavanarası var mı veya bodrum katı?”
“Eski eşyaları ve çocukluk hatırası olan şeyleri sakladığımız bir oda var bodrumda. Ama orada bir silah olabileceğini sanmıyorum.”
Kadın odadan çıkıp bir anahtarla geri döndü. Wallander onu cebine koydu. Louise ona biraz daha çay isteyip istemediğini sordu ama Wallander istemedi; yerine bir fincan kahve istediğini ise söyleyememişti.
Çalışma СКАЧАТЬ