“Bir şey buldun mu?”
“Hayır.”
“Andersson’un söyleyecek bir sözü var mı?”
“Hangi konuda? Adli tıp incelemesinde mi?”
Wallander devam etmeden önce içinden sessizce ona kadar saydı.
Nyberg’in aksiliği üstündeydi. Yanlış bir şeyler söylerse, adamla bir daha konuşması imkânsız olurdu.
“Ne olduğunu tespit edemiyor,” dedi Nyberg bir süre sonra. “Güç kesintisine sebep olan bir ceset mi, yoksa canlı bir insan mıydı, bunu ancak patoloji doktoru söyleyebilir. Belki o bile anlayamayabilir.”
Wallander başıyla onayladı. Kol saatine baktı. Saat gece üç buçuktu. Daha fazla kalmanın bir manası yoktu.
“Ben çıkıyorum artık. Ama sabah sekizde toplantımız var.”
Nyberg anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. Wallander orada olacağım demek istediğini algıladı. Sonra Martinson’un notlar aldığı arabaya döndü.
“Gidiyoruz,” dedi. “Beni eve götürmen gerek.”
Sessizce Ystad’a döndüler. Wallander evine girer girmez küveti doldurmaya başladı. Küvet suyla dolarken son ağrı kesicilerini içti ve mutfak masasındaki listeye ekledi. Çaresizce bir daha ne zaman eczaneye uğrayabileceğini merak etti.
Ilık suya girince vücudunun âdeta buzları çözüldü. Bir süre uyukladı, zihni bomboştu ama sonra görüntüler geri geldi. Sonja Hökberg ve Eva Persson. Olayları kafasında yavaş yavaş tekrar canlandırdı. Hiçbir şeyi unutmamak için sakin ve adım adım ilerledi. Mantığa uymuyordu hiçbiri. Lundberg neden öldürülmüştü? Hökberg ve Persson’u bunu yapmaya iten güdü neydi? Rastgele bir dürtü olmadığından emindi. Paraya gerçekten ihtiyaç duymuşlardı ya da olay tamamen başka bir şeydi.
Trafoda buldukları çantanın içinde sadece 30 kron vardı. Soygundan ele geçirdikleri paraya polis el koymuştu.
Hökberg kaçtı, diye düşündü Wallander. Birdenbire bir firar fırsatı görmüştü. Saat sabah ondu. Önceden planlanmış bir şey olamazdı. Emniyetten çıktıktan sonra on üç saat boyunca kayıptı, ta ki sonunda Ystad’ın sekiz kilometre ötesinde cesedi bulununcaya dek.
Oraya nasıl gelmiş, diye düşündü Wallander. Otostop çekmiş olabilir. Aynı zamanda birisini arayıp onu almasını istemiş de olabilir. Peki ya sonra? Beni şuraya götür demiş de orada intihar mı etmiş? Yoksa orada öldürülmüş mü? Peki ya kimin çelik kapıyı açacak anahtara erişimi var da demir kapıların anahtarına erişimi yok?
Wallander banyodan çıktı. Çok önemli iki soru var, diye düşündü. Hökberg intihar etmeye karar verdiyse neden trafoyu seçti ve buranın anahtarlarına nereden ulaştı? Cinayete kurban gittiyse, o zaman neden? Peki onu kim öldürdü?
Wallander yatağa girip yorganı çenesine kadar çekti. Saat dört buçuktu. Başı dönüyordu ve düşünemeyecek kadar yorgundu. Uyumak zorundaydı. Işığı söndürmeden önce alarmını kurdu. Saati yatağından mümkün olduğunca uzağa itti, böylece alarmı kapatmak için yataktan kalkmak zorunda kalacaktı.
Uyandığında sanki sadece birkaç dakika uyumuş gibi hissetti. Yutkunmaya çalıştı. Boğazı hâlâ ağrıyordu ama bir önceki güne göre daha iyiydi. Alnına dokundu. Ateşi düşmüştü ama burnu tıkalıydı. Wallander banyoya gitti, burnunu temizledi, aynadaki yansımasına bakmadı. Yorgunluktan bütün vücudu ağrıyordu. Kahve suyunun ısınmasını beklerken camdan dışarıya baktı. Hava hâlâ rüzgârlıydı ama yağmur bulutları kaybolmuştu. Hava 5 dereceydi. Araba işini halletmeye ne zaman fırsat bulabileceğini düşündü.
Sabah sekizi biraz geçerken emniyetteki toplantı odalarından birinde toplandılar. Wallander; Martinson ve Hansson’un yorgun yüzlerine baktı ve kendi yüzünün kim bilir nasıl gözüktüğünü merak etti. Saatlerdir uyumadığını bildiği Lisa Holgersson hiç solgun görünmüyordu. Toplantıyı başlatan da oydu.
“Dün geceki, Skåne’yi vuran elektrik kesintisinin, gelmiş geçmiş en ciddi elektrik kesintisi olduğu gerçeğini açık ve net bir şekilde ortaya koymamız gerekir. Bu, güvenlik açığımızın boyutunu gösteriyor. Yaşanan şeyler imkânsız gibiydi ama yine de yaşandı. Şimdi yetkililer, enerji şirketleri ve kolluk kuvvetleri güvenlik önlemlerinin nasıl artırılabileceğini tartışmak zorunda kalacak. Şimdilik bu kadarını söyleyeyim.”
Devam etmesi için Wallander’e başıyla işaret verdi. Wallander olayların kısa bir özetini geçti.
“Bir başka deyişle, ne olduğunu bilmiyoruz,” dedi sonunda. “Kaza mı, intihar mı, cinayet mi bilmiyoruz, ancak kaza ihtimalini eleyebiliriz. Kız ya yalnızdı ya da dış kapıları kırarken biriyle birlikteydi. Görünüşe göre anahtarlara da erişimleri vardı. Her şey en uygun tabirle tuhaf.”
Masanın etrafına toplanan diğer arkadaşlarına şöyle bir baktı. Martinson birçok polis arabasının, Hökberg’i ararken trafoya giden yoldan farklı saatlerde geçtiklerini rapor etmişti.
“O zaman şuraya geliyoruz,” dedi Wallander. “Birisi onu oraya arabayla götürdü. Oralarda hiç araba izi bulundu mu?”
Soruyu, masanın karşı ucunda kan çanağına dönmüş gözler ve karmakarışık saçlarla oturan Nyberg’e yöneltmişti. Wallander adamın emekliliği nasıl iple çektiğini iyi biliyordu.
“Bizim arabalar ve Andersson’un arabası dışında, iki araca daha ait iz bulduk. Ancak dün gece müthiş bir yağmur vardı, izler pek net değildi.”
“Yani oraya iki araba daha mı gelmiş?”
“Andersson içlerinden birinin, meslektaşı Moberg’e ait olabileceğini düşünüyor. Hâlâ kontrol ediyoruz.”
“O hâlde bir lastik izinin sahibi meçhul?”
“Evet.”
Şu noktaya değin tek kelime etmeyen Ann-Britt Höglund burada elini kaldırdı.
“Bu olayın cinayetten başka bir şey olma ihtimali var mı?” dedi. “Hepiniz gibi ben de Hökberg’in intihar edeceğine inanmıyorum. Ayrıca hayatını sonlandırmaya karar vermiş dahi olsa kendini yakarak öldürmeyi seçeceğini hayal edemiyorum.”
Wallander’in aklına birkaç yıl önce yaşanan bir olay geldi. Orta Amerika’dan genç bir kadın kolza tarlasının ortasında üstüne benzin döküp kendini yakmıştı. Wallander’in en korkunç anılarından biriydi bu. Kendisi de oradaydı, kızın alev alışını görmüştü ve hiçbir şey yapamamıştı.
“Kadınlar hap içer,” dedi Höglund. “Kadınlar nadiren kendilerini silahla vurur. Ama kendilerini yüksek gerilim hattına atacaklarını sanmıyorum.”
“Sanırım haklısın,” dedi Wallander. “Yine de patoloğun raporunu beklemek zorundayız. Dün gece oraya giden hiçbirimiz ne olduğunu saptayamadık.”
Başka СКАЧАТЬ