Название: Gülümseyen Adam
Автор: Хеннинг Манкелль
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Kurt Wallander
isbn: 978-605-71714-5-0
isbn:
“Babam neşeli ve sempatik birisiydi. Eğer çok iyi tanımasaydım ondaki değişikliği fark edemezdim. Zar zor fark edilen küçük şeylerdi fakat geçen altı ay boyunca ruh hâlinde bariz bir değişim olmuştu.”
“Daha açık konuşabilir misin?”
Torstensson kafasını iki yana salladı. “Tam olarak değil. Bu sadece hissettiğim bir şeydi. Bir şeyler onu tedirgin ediyordu. Benim fark etmemi kesinlikle istemediği bir şeyler vardı.”
“Bu konu hakkında babanla konuşmuş muydun?”
“Hiç konuşmadım.”
Wallander boş bardağı bıraktı. “Sana yardım etmek isterdim ama yapamam. Arkadaşın olarak ne anlatırsan dinlerim. Ama artık polis değilim. Hatta bu kadar yolu benimle konuşmak için gelmiş olman gururumun okşanmasına neden olmalıydı ama olmadı. Kendimi yalnızca uyuşuk, yorgun ve çökmüş hissediyorum.”
Torstensson konuşacak gibi oldu fakat fikrini değiştirdi.
Ayağa kalkıp kafeden çıktılar.
Sanat müzesinin dışında ayakta dururlarken, “Elbette sözlerine saygı duyuyorum,” dedi Torstensson.
Wallander onunla arabaya kadar gidip bisikletini aldı.
Hâlden anladığını ifade etmek istercesine acemice bir teşebbüste bulundu ve “Ölümün üstesinden nasıl geleceğimizi asla bilemiyoruz,” dedi.
“Senden beni teselli etmeni istemiyorum,” dedi Torstensson. “Sadece ne olduğunu bilmek istiyorum. Bu, sıradan bir trafik kazası değildi.”
“Martinson’la bir daha görüş,” diye karşılık verdi Wallander. “Şu var ki bunu benim önerdiğimi bilmemesi daha iyi olur.”
Vedalaştılar ve Wallander kum tepelerine doğru giden arabayı izledi.
Vermesi gereken kararların kendisini sıkıştırdığını hissediyordu. Artık bir şeyleri daha fazla sürüncemede bırakamazdı. O gün öğleden sonra doktorunu ve Björk’ü arayarak polislikten istifa edeceğini söyledi.
Skagen’de on gün daha kaldı. Ruhunun bombardımana uğramış, harap bir mekâna benzediğini düşündü. Yine de, her şeye rağmen kararını verecek güce sahip olduğu için rahatladığını hissetti.
31 Ekim Pazar günü polis olarak kariyerine çizgi çekmek için bazı belgeleri imzalamak amacıyla Ystad’a döndü.
1 Kasım Pazartesi sabahı saat altıda alarm çaldığında Kurt Wallander yatakta gözleri tamamen açık hâlde uzanıyordu. Kısa süreli tedirgin uyuklamalar dışında bütün gece uyanık kalmıştı. Birkaç defa yataktan kalkıp Maria Caddesi’ne bakan pencerenin önünde durmuş, yanlış bir karar verip vermediğini düşünmüştü. Belki de hayatının geri kalanında yürüyeceği aşikâr bir yol yoktu. Buna tatmin edici bir cevap bulamadan oturma odasındaki kanepede radyoyu dinleyerek oturmuştu. Nihayet alarm çalmadan önce başka seçeneği olmadığını kabul etmişti. Hiç şüphe yok ki kaçıyordu fakat herkes er ya da geç kaçar, dedi kendi kendine. Her şey bittiğinde görünmeyen güçler bizi yener ve kimse bundan kurtulamaz.
Kalkıp giyindi, gazete almak için dışarı çıktı, eve döndüğünde kahve için su kaynatıp duş aldı. Bir günlüğüne de olsa eski alışkanlıklarına dönmesi tuhaf hissettirdi. Kurulanırken on sekiz ay öncesindeki son iş gününü hatırlamaya çalıştı. Masasını temizleyip limandaki kafeye Baiba’ya hüzünlü bir mektup yazmak için gittiği bir yaz günüydü. Bir asır önce mi yoksa daha dün mü olduğuna karar vermekte zorlandı.
Mutfak masasına oturup kahvesini karıştırdı.
O yaz günü, kim bilir ne kadar zamandır onun işteki son günüydü. Bundan sonra, işteki son günü bugün olacaktı.
Yirmi beş yıldan fazla süredir polisti. Gelecek yıllarda ne yaşarsa yaşasın, polis olarak geçen yılları onun yaşamının omurgası olacaktı ve hiçbir şey bunu değiştiremeyecekti. Kimse sahip olduğu hayatın hükümsüz sayılmasını ya da zarların yeniden atılmasını isteyemezdi. Geriye dönmenin hiçbir yolu yoktu. Asıl soru ileriye giden bir yol olup olmadığıydı.
Bu soğuk sabah saatlerinde duygularını kendi kendine tarif etmeye çalıştı fakat tek hissettiği şey boşluktu. Sanki sonbaharın sisli havası bilincine nüfuz etmişti.
İç çekerek gazeteyi eline aldı. Gazeteye göz gezdirirken daha önce tüm fotoğrafları görmüş ve tüm yazıları okumuş gibi bir izlenime kapıldı.
Neredeyse gazeteyi bırakmak üzereyken bir ölüm duyurusu gördü. Sten Torstensson, Avukat, doğum 3 Mart 1947, ölüm 26 Ekim 1993.
Gözlerini duyurudan ayıramadı. Ölen kişi Sten’in babası Gustaf Torstensson değil miydi? Sten’le Skagen’de kumsalda görüşeli bir haftadan biraz daha uzun bir süre olmuştu.
Bunun ne anlama geldiğini çözmeye çalıştı. Ölen başka biri olmalıydı. Ya da belki isimler karışmıştı. Duyuruyu tekrar okudu ama hata yoktu. On gün önce Danimarka’ya Wallander’le görüşmeye gelen Sten Torstensson ölmüştü.
Hareketsiz bir hâlde olduğu yerde kalakaldı.
Sonra kalkıp telefon defterini alarak bir numarayı çevirdi. Aradığı kişi erkenci birisiydi.
“Martinson.”
Wallander ahizeyi kapatma dürtüsüne direndi. “Ben Kurt,” dedi. “Umarım seni uyandırmamışımdır.”
Martinson cevap vermeden önce uzun bir sessizlik oldu. “Gerçekten sen misin? Araman çok sürpriz oldu.”
“Tahmin edebiliyorum. Sana sormak istediğim bir şey var.”
“Mesleği bırakacağın doğru olamaz değil mi?”
“Gidişat öyle gözüküyor. Fakat arama sebebim bu değil. Avukat Sten Torstensson’a ne oldu bilmek istiyorum?”
“Duymadın mı?”
“Ystad’a daha dün geldim. Hiçbir şey duymadım.”
Bir süre suskunluk oldu. “Öldürüldü,” dedi sonunda Martinson.
Wallander şaşırmadı. Gazetedeki duyuruyu gördüğü an bunun normal bir ölüm olmadığını anlamıştı.
“Geçen salı gecesi ofisinde vuruldu,” dedi Martinson. “İnanılır gibi değil. Ve aynı zamanda üzücü… Babası trafik kazasında öleli sadece bir hafta olmuştu. Ama belki senin bundan da haberin yoktur.”
“Evet, haberim yoktu,” diyerek yalan söyledi Wallander.
“Görevine geri dönmelisin. Bu olayı çözmek için sana ihtiyacımız var ve pek çok başka şey için de.”
“Göreve dönemem. Kararımı verdim. Görüştüğümüzde açıklarım. Ystad er ya da geç herkesle karşılaşabileceğin kadar küçük СКАЧАТЬ