Kilitli Oda. Пер Валё
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kilitli Oda - Пер Валё страница 13

Название: Kilitli Oda

Автор: Пер Валё

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Martin Beck

isbn: 978-625-99187-2-3

isbn:

СКАЧАТЬ taktikler işe yaramıştı. Şimdi artık İsveç polisi tepeden tırnağa silahlıydı. Kurşun kaleme ve bir parça sağduyuya sahip tek bir insanın çözebileceği durumlar birdenbire, otomatik silahlar ve kurşungeçirmez yelekle kuşanmış polislerle dolu bir otobüs gerektiriyordu.

      Gelgelelim uzun vadede ortaya çıkan sonuç, kimsenin öngörmediği bir şeydi. Şiddet yalnızca antipati ve nefreti değil aynı zamanda güvensizliği ve korkuyu da besliyordu.

      Sonunda, olaylar öyle bir hâl almıştı ki insanlar artık birbirinden korkmaya başlamıştı ve Stockholm dehşete kapılmış on binlerce insanla dolu bir şehir hâline gelmişti. Korkan insan, tehlikeli insandı.

      Birdenbire, altı yüz memurun çoğu, sahiden de korktukları için istifa etmişti. Evet, her ne kadar tepeden tırnağa silahlanmış olsalar da ve çoğu zaman sadece arabalarının içinde aylaklık etseler de.

      Birçoğu, ya buradan artık hoşlanmadıkları için ya da artık uygulamaları gereken muameleden tiksinmeleri nedeniyle Stockholm’den kaçmıştı.

      Sistem geri tepmişti. En derinde yatan şeylere gelince, karanlığın kisvesine sarılı kalmıştı, öyle bir karanlık ki bazı insanlar ufaktan Nazi kokusu alıyordu.

      Buna benzer manipülasyon örnekleri çoktu ve bazıları açıktan açığa eleştiriliyordu. Bir sene önce, karşılıksız çek yazanlar dikkat çekmişti. İnsanlar banka hesaplarının limitini aşarak para çekiyordu ve paranın bir kısmı yanlış ceplerde son bulmuştu. Çözülemeyen küçük dolandırıcılık vakalarının sayısı yüz kızartıcıydı ve radikal önlemler gerektiriyordu. Ulusal Polis Kurulu çeklerin, yasal ödeme aracı sayılmasına itiraz ediyordu. Herkes bunun ne anlama geldiğini biliyordu: İnsanlar yanlarında yüklüce nakit taşımak zorundaydı ve bu da şehrin sokak ve meydanlarındaki yan kesicilere yeşil ışık yaktı. Tam da öyle olmuştu. Naylon çekler elbette ortadan kayboldu ve polis, bu konuda az da olsa bir başarıyla övünebilirdi. Sayısız vatandaşın her gün dayak yemesi artık önemsiz bir ayrıntıydı.

      Tüm bunlar artan şiddetin ayrılmaz bir parçasıydı, buna tek çareyse daha fazla sayıda ve daha da çok silahlanmış polisti.

      Peki ama bu kadar polis nereden bulunabilirdi?

      İlk altı ayın resmî suç rakamları büyük bir zaferdi. Yüzde ikilik bir düşüş gösteriyordu, gerçi herkes biliyordu ki aslında muazzam bir yükseliş olmuştu. Açıklama basitti. Var olmayan polisler, suçları ifşa edemezdi. Limiti aşmış her bir banka hesabıysa kendi içinde işlenmiş bir suçtu.

      Siyasi polisin, insanların telefonlarını dinlemesi yasaklandığında, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün teorisyenleri derhâl yardımlarına koştu. Parlamento korku propagandası ve iğrenç mübalağalar yoluyla uyuşturucuya karşı verilen mücadele kapsamında insanların telefonlarının dinlenmesine izin veren bir yasa çıkardı. Bunun üstüne anti-komünistler, sakin sakin kulak misafiri olmayı sürdürdüler ve uyuşturucu ticareti daha önce olmadığı kadar dalgalandı.

      Hayır, polis olmak hiç eğlenceli değil, diye düşünüyordu Lennart Kollberg. Kendi içinde bulunduğu kurumun yavaş yavaş yozlaştığına tanıklık eden bir adam ne yapabilirdi ki? Faşizmin farelerinin, süpürgeliklerin arkasında pıtır pıtır gezindiğini duyarken? Neredeyse tüm hayatı boyunca bu örgüte sadakatle hizmet etmişti.

      Ne yapmalıydı? Aklından geçenleri söylemeli ve kapının önüne mi konmalıydı? Pek tatsız olurdu bu. Daha yapıcı bir yolu olmalıydı. Elbette her şeyi onunla aynı açıdan gören, ondan başka polis memurları da vardı. Ama kimlerdi ve kaç kişilerdi ki?

      Buldozer Olsson’un böyle sorunları yoktu. Ona göre hayat, kocaman neşeli bir oyundu ve çoğu şey su kadar berraktı. “Ama anlamadığım bir şey var,” dedi.

      “Gerçekten mi?” diye sordu Gunvald Larsson. “Neymiş?”

      “Arabaya ne oldu? Çevirme yapıldı herhâlde?”

      “Öyle görünüyor.”

      “O hâlde beş dakika içinde bütün köprülerde adamlar bekliyor olmalıydı.”

      Stockholm’ün güneyi altı tane giriş noktası olan bir adaydı. Özel ekip uzun zaman önce, Stockholm’ün merkez mahallelerinin hızla kapatılmasını sağlayan detaylı planlar çıkarmıştı.

      “Elbette,” dedi Gunvald Larsson. “Büyükşehir Emniyeti’yle temasa geçtim. Bir kez olsun her şey tık diye işlemiş.”

      “Ne modelmiş?” diye sordu Kollberg. Hâlâ bütün ayrıntılara hâkim olacak fırsatı bulamamıştı.

      “Gri ya da bej rengi bir Renault 16, plakası ‘A’ ve içinde iki tane 3 rakamı varmış.”

      “Muhtemelen sahte plaka takmışlardır,” diye ekledi Gunvald Larsson.

      “Herhâlde. Fakat Maria Meydanı ile Slussen arasında bir yerde arabayı spreyle boyayabilecek kimse yoktur sanırım. Eğer araba değiştirmişlerse de…”

      “Evet?”

      “O zaman birincisi nereye kayboldu?”

      Buldozer Olsson odada volta attı, avuçlarını alnına vurdu. Kırklı yaşlarında, tombul, ortalamadan çok daha kısa, hafif kırmızı yüzlü bir adamdı. Hareketleri de zekâsı kadar renkliydi. Şimdi tamamen kendi kendine konuşuyordu: “Arabayı metro ya da otobüs durağına yakın bir kapalı otoparka park ettiler, sonra içlerinden biri çaldıklarıyla birlikte tabanları yağladı; diğeri arabaya sahte plaka taktı. Sonra o da topukladı. Cumartesi günü arabacı adam geri dönüp arabayı sprey boyayla boyadı. Dün sabah da araba götürülmeye hazırdı. Ancak…”

      “Ancak ne?” diye sordu Kollberg.

      “Ancak adamlarımıza dün gece sabah bire kadar güneyden çıkan her bir Renault’yu kontrol ettirdim.”

      “O zaman ya kaçma fırsatını buldu ya da hâlâ burada,” dedi Kollberg.

      Gunvald Larsson hiçbir şey demedi. Onun yerine Buldozer Olsson’un hâlini tavrını inceledi ve ona çok antipatik geldi. Buruşuk açık mavi bir takım elbise, domuz pembesi bir gömlek ve çiçek desenli geniş kesim bir kravat. Siyah çoraplar ve çok da temiz olmayan, dikişli kahverengi sivri burun ayakkabılar.

      “Peki arabacı derken neyi kastediyorsun?”

      “Arabaları hiçbir zaman kendileri halletmezler. Muhakkak arabaları önceden kararlaştırdıkları bir noktada bırakırlar, sonradan onu oradan alan özel bir adam tutarlar. Genellikle Malmö ya da Göteborg gibi şehrin başka bir bölgesinden gelir. Firar ettikleri arabalara her zaman çok dikkat ederler.”

      İyice düşünceli görünen Kollberg şöyle dedi: “Onlar derken? Onlar kim?”

      “Malmström ve Mohrén tabii.”

      “Malmström ve Mohrén kim?”

      Buldozer Olsson ona şaşkınlıkla baktı. Ama sonra kendine geldi. “Ah, evet, tabii. Sen ekipte yenisin, değil mi? Malmström ve Mohrén bizim en kurnaz iki banka soyguncumuz. Çıkmalarının üstünden dört ay geçti. СКАЧАТЬ