Название: Balkondaki Adam
Автор: Пер Валё
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Martin Beck
isbn: 978-625-99813-7-6
isbn:
Kaldırımda sinirlenerek durdu, felaketin kıyısından nasıl kıl payı kurtulduğunu düşününce ürperdi ve ceketindeki şişeye elini koydu.
“Peki sence parasını öder miydi? Hiç sanmam. Norr Mälarstrand’da güzel dairesinde oturmuş, buzdolabının içi şampanya doludur ama orospu çocuğu, zavallı bir herifin içki şişesini kırsa, onun bile parasını ödemek aklının ucundan geçmez. Pislik!”
“Ama kırmadı ya,” diye sessizce karşı çıktı arkadaşı.
İkinci adam ondan çok daha genç yaştaydı; siniri zıplamış arkadaşının koluna girip onu parka soktu. Eğimi tırmandılar, diğerleri gibi havuzlara değil giriş kapısından uzağa geçtiler. Ardından Stefan Kilisesi’nden çıkan, tepeye giden patikaya saptılar. Dik bir yokuştu, hemen nefes nefese kaldılar. Yokuşun yarısında genç olan şöyle dedi:
“Bazen kulenin arkasındaki çimenlikte bozuk paralar oluyor. Bir gece önce poker oynamışlarsa tabii. Tekel kapanmadan bir yarım şişelik daha para toplayabiliriz…”
Günlerden cumartesiydi ve tekel saat birde kapanıyordu.
“Çok beklersin. Dün hava yağmurluydu.”
“Evet,” dedi genç olan iç çekerek.
Patika havuzların bulunduğu kapalı alanın etrafında dönüyordu, her taraf yüzmeye gelenlerle doluydu. Kimileri o kadar yanık tenliydi ki siyahilere benziyorlardı, bazıları gerçekten siyahiydi fakat çoğunluğu uzun bir kışın ardından Kanarya Adaları’na bile gidememiş olduklarından bembeyazdı.
“Hey, bir dakika,” dedi genç olan. “Hadi gel, kızlara bakalım.”
Yaşı daha büyük olan adam yürümeye devam edip omzunun üstünden cevap verdi:
“Hayatta olmaz. Hadi gel, susuzluktan dilim damağıma yapıştı.”
Parkın en tepesindeki su kulesine doğru yürümeye devam ettiler. Kasvetli binanın etrafından dönünce su kulesinin arkasındaki arazinin onlara kaldığını görüp sevindiler. Yaşı büyük olan adam çimenlere oturdu, şişeyi çıkarıp kapağını açmaya başladı. Daha genç olan adam diğer taraftan yokuşun en tepesine tırmanmaya devam etti, kırmızıya boyalı ahşap bir çit bel vermişti.
“Jocke!” diye seslendi. “Gel burada oturalım. Bakarsın birileri geçer.”
Jocke ayağa kalktı, burnundan astımlı gibi soluyarak, elinde içki şişesiyle diğer adamı takip etti, genç adam yamaçtan aşağı inmeye başlamıştı.
“Bak burası tam ideal,” diye seslendi genç, “şu çalının yanında…” Ansızın durup öne eğildi.
“Tanrım!” diye fısıldadı boğazı kuruyarak. “Yüce Tanrım!”
Jocke arkasından geldi, yerdeki kızı gördü, yana dönüp kustu.
Kız, vücudunun üst kısmı, bir çalının altına yarı gömülmüş vaziyette yerde yatıyordu. İki yana ayrık duran bacakları nemli kumlara uzanmıştı. Suratı bir yana dönüktü, mavimsiydi ve ağzı açıktı. Sağ kolu başının üstünde kıvrılmıştı ve sol eli avucu yukarı bakacak şekilde kalçasının dibinde yerdeydi.
Uzun, sarımsı saçları yanağının üstüne düşmüştü. Kızın ayakları çıplaktı, üstünde bir etek ve çizgili tişört vardı, tişörtü açılmış, beli ortadaydı.
Yaklaşık dokuz yaşındaydı.
Hiç kuşku yoktu ki ölüydü.
Jocke ve arkadaşı, Surbrunns Caddesi’ndeki karakola vardığında saat ona beş vardı. Vanadis Parkı’nda gördüklerini o sırada nöbette olan Granlund adlı bir polise anlatırken geveleyip durdular, oldukça gergindiler. On dakika sonra Granlund ve dört polis, olay yerindeydi. Bundan on iki saat önce bir gasp vakası için parkın başka bir noktasına dört polis çağrılmıştı. Saldırı ile ihbar arasında yaklaşık bir saat geçmişti, herkes saldırganın parktan ayrıldığını varsaymıştı. Dolayısıyla alanı detaylı incelememişlerdi ve o esnada kızın cesedi orada mıydı, değil miydi, söyleyemezlerdi.
Beş polis, kızın ölü olduğuna kanaat getirdi. Anlayabildikleri kadarıyla, kız elle boğulmuştu. Şu an için tek yapabildikleri buydu.
Olay yeri inceleme ve teknik departmandan gelecekleri beklerken oradaki görevleri, meraklı bir kalabalığın birikmesini engellemekti.
Suç mahalline göz atan Granlund, merkezdeki adamların işinin kolay olmayacağını anladı. Ceset oraya konduktan bir süre sonra çok yağmur yağmıştı. Öte yandan, kızın kim olduğunu bildiğini düşünüyordu ve bu bilgi onu pek mutlu etmedi.
Bir gece önce, saat 11’de, endişeli bir anne polis karakoluna gelmiş ve kızını aramaları için yalvarmıştı. Kız sekiz buçuk yaşındaydı. Saat yedi civarı oyun oynamak için dışarı çıkmıştı ve o saatten beri çocuktan haber alınamıyordu. Dokuzuncu bölge, merkezi alarma geçirmişti ve devriye gezen polislere kızın eşkâli gönderilmişti. Hastanelere bakılmıştı.
Maalesef, verilen tarifle bu kız uyuyordu.
Granlund’un bildiği kadarıyla, kayıp kız bulunamamıştı. Ayrıca, Vanadis Parkı yakınlarında Sveavägen’de yaşıyordu. Bundan hiç şüphesi yoktu.
Kızın anne babasının evde diken üstünde bekleyişlerini düşündü ve içten içe, onlara gerçeği açıklayan kişi olmak istemiyordu.
Nihayet olay yeri memurları geldiğinde Granlund sanki ezelden beri güneşin altında, kızın yanında dikiliyormuş gibi hissetti.
Uzmanlar işlerine koyulur koyulmaz, Granlund onları rahat bıraktı ve karakola doğru yürüdü, ölü kızın görüntüsü gözlerine kazınmıştı.
7
Kollberg ve Rönn, Vanadis Parkı’ndaki olay yerine vardıklarında, su kulesinin arkasındaki alan şeritle çevrilmişti. Fotoğrafçı işini bitirmişti ve doktor, cesedin rutin incelemesiyle meşguldü.
Zemin hâlâ nemliydi ve cesedin yakınındaki izler tazeydi, çok büyük ihtimalle kızın cesedini bulan iki adama aittiler. Kızın sandaletleri ta ileride kırmızı çitin yakınlarındaki eğimde duruyordu.
Doktor işini bitirince Kollberg ona gidip, “Eee?” diye sordu.
“Boğazlamışlar,” dedi doktor. “Bir çeşit tecavüz. Olabilir.”
Omuz silkti.
“Ne zaman?”
“Dün akşam saatlerinde. En son ne zaman yemek yemiş öğrenelim ve…”
“Biliyorum. Sence burada mı olmuş?”
“Burada olmadığına dair bir işaret bulamadım.”
“Hayır,” dedi Kollberg. “Bu kadar çok yağmur yağmasa olmazdı sanki.”
СКАЧАТЬ