Balkondaki Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Balkondaki Adam - Пер Валё страница 5

Название: Balkondaki Adam

Автор: Пер Валё

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Martin Beck

isbn: 978-625-99813-7-6

isbn:

СКАЧАТЬ yiyip Vattern Gölü’nden çıkan somonun tadına baktılar. Birkaç kadeh içki de içtiler.

      Cumartesi günü motorla gölde gezdiler. Pazar da. Pazartesi günü, motorlu tekneyi Martin Beck ödünç aldı. Salı günü de. Çarşamba günüyse Vadstena’ya gidip kaleyi gezdi.

      Motala’da kaldığı otel modern ve rahattı. Ahlberg’le iyi anlaşıyordu. Kurt Salomonson’un yazdığı Dışarıdaki Adam adlı romanı okudu. Keyfi yerindeydi.

      Hak etmişti. Kış boyunca çok çalışmıştı ve ilkbahar berbat geçmişti. Sessiz bir yaz olacağı umudunu taşıyordu hâlâ.

      5

      Gaspçının havayla hiçbir derdi yoktu.

      Öğleden sonra yağmur yağmaya başlamıştı. İlk başta bardaktan boşanırcasına, arkasından saat yedi sularında sona eren aralıksız bir çiselemeyle yağdı. Fakat gökyüzü hâlâ karanlık ve boğucuydu, yağmur herhalde tekrar yağmak üzere toplanıyordu. Şimdi saat dokuzdu, alacakaranlık ağaçların altından yayılmaya başlamıştı. Işıkların yanmasına bir yarım saat daha vardı.

      Gaspçı ince plastik yağmurluğunu çıkarmış, parktaki bankta yanına koymuştu. Ayağında spor ayakkabıları, haki bir pantolon, göğüs cebinde markası olan, düzgün, gri naylon bir kazak giymişti. Geniş, kırmızı bir bandana boynuna gevşekçe bağlanmıştı. İki saatten uzun süredir parktaydı ya da park civarlarındaydı, insanları yakından ve alıcı gözle gözlemliyordu. İki sefer yoldan geçenleri özel ilgiyle incelemişti ve her seferinde de, tek kişi değil iki kişiyi izlemişti. İlk çift genç bir oğlan ve kızdı; ikisi de ondan gençti, kız sandalet ve siyah beyaz, kısa bir yazlık elbise giymişti. Oğlan şık bir ceket ve açık gri pantolon giymişti. Parkın en korunaklı köşesindeki izbe patikalara girmişlerdi. Sonra durup sarıldılar. Kız sırtını bir ağaca vermiş duruyordu ve birkaç saniye sonra oğlan sağ elini kızın eteğinin altına soktu, külotunun lastiğinin içine girip parmaklarıyla bacaklarının arasında oynamaya başladı. “Birisi gelebilir,” dedi kız mekanik bir sesle ama ayaklarını yana açtı. Bir saniye sonra gözlerini kapatıp kalçalarını ritmik bir edayla salladı, aynı zamanda sol eliyle oğlanın ensesindeki kısacık kesilmiş saçlarını okşuyordu. Sağ eliyle ne yaptığı görülemiyordu, gerçi gaspçı onlara o kadar yakındı ki beyaz dantelli külotu seçmişti.

      Sessiz adımlarla onları takip ederek çimlerde yürümüş ve bir buçuk metre ötedeki çalının arkasında çömelip kalmıştı. Artıları ve eksileri dikkatlice tarttı. Saldırı fikri hoşuna gidiyordu ama öte yandan, kızın çantası yoktu, ayrıca çığlık atmasına engel olamayabilirdi, bu da işini zorlaştırırdı. Ayrıca oğlan ilk bakışta sandığından daha güçlü, daha geniş omuzlu duruyordu ve cüzdanında para olduğu da kesin değildi. Saldırı fikri akılsızca geldi gaspçıya, bu yüzden geldiği kadar sessizce sıvışıp gitti. Dikizcinin teki değildi, yapacak daha önemli işleri vardı; her neyse, zaten görülecek pek bir şey de yoktu. Çok geçmeden genç çift parktan çıktı, artık aralarında münasip bir mesafe vardı. Karşıdan karşıya geçmiş, tam orta sınıfa hitap eden bir apartmana girmişlerdi. Kız giriş kapısında iç çamaşırını, sutyenini düzeltti ve parmağını ıslatıp kaşlarını geriye itti. Oğlan saçlarını taradı.

      Saat sekiz buçukta gaspçının ilgisi başka bir ikiliye kaydı. Sokağın köşesindeki nalburun önünde kırmızı bir Volvo durmuştu. Ön koltukta iki adam oturuyordu. İçlerinden biri arabadan çıkıp parka girdi. Kafası keldi, bej rengi bir yağmurluk giymişti. Birkaç dakika sonra, ikinci adam da inip başka bir yönden parka girdi; tüvit ceket giyip şapka takmıştı ama paltosu yoktu. Yaklaşık on beş dakika sonra arabaya geri dönmüşlerdi, yine farklı yönlerden ve birkaç dakika arayla. Gaspçı sırtı onlara dönük, nalburun vitrinine bakarak durmuş ve adamların söylediklerini net bir şekilde duymuştu.

      “Eee?”

      “Hiçbir şey yok.”

      “Şimdi ne yapıyoruz?”

      “Lill-Jans Korusu’na gidelim mi?”

      “Bu havada mı?”

      “Eh…”

      “Tamam. Ama sonra kahve içelim.”

      “Tamam.”

      Arabanın kapılarını çat diye çarpıp yola çıktılar.

      Şimdiyse saat dokuza yaklaşıyordu ve gaspçı bankta oturmuş, bekliyordu.

      Kadın parka girer girmez gözüne ilişti ve anında hangi patikadan yürüyeceğini anladı. Paltolu, şemsiyeli ve kocaman bir çantası olan, tıknaz, orta yaşlı bir kadındı. Yağlı biri. Belki manav ya da küçük dükkânı vardı. Gaspçı ayağa kalkıp yağmurluğunu giydi, kestirmeden çimenlerden gidip çalının arkasına çömeldi. Kadın patikadan yürüdü, neredeyse tam dibindeydi. Aralarında beş saniye, taş çatlasın on vardı. Gaspçı sol eliyle kırmızı bandanayı burnunun üstüne çekti ve sağ elinin parmaklarına muştayı geçirdi. Kadın birkaç metre ötedeydi sadece. Gaspçı çabuk hareket edip ıslak çimenlerde hiç ses çıkarmadı.

      Hemen hemen hiç. Kadının yetmiş santim arkasındaydı ki kadın arkasını döndü, onu gördü ve bağırmak için ağzını açtı. Gaspçı hiç düşünmeden, ağzına olabildiğince sert vurdu. Bir çatırtı duydu. Kadın şemsiyesini düşürüp sendeledi, sonra diz çöküp çantasına iki eliyle sarıldı, sanki bebeğini koruyordu.

      Gaspçı kadına tekrar vurdu ve parmaklarındaki muştanın altında burnu çatırdadı. Kadın arkaya düştü, bacakları kıvrılırken gıkı çıkmadı. Kan revan içindeydi, şuuru açık gibi görünmüyordu ama adam yine de yerden bir avuç toprak alıp kadının gözüne attı. Çantasını açmasıyla aynı saniye kadının başı bir yana düştü, çenesi açıldı ve kusmaya başladı.

      El çantası, cüzdan, bir kol saati. Fena değildi.

      Gaspçı parktan çıkış yolundaydı. Sanki bebeğini koruyordu, diye düşündü. Çok daha temiz bir iş olabilirdi. Geri zekâlı kaltak karı.

      On beş dakika sonra evindeydi. Saat dokuz buçuk, tarih 9 Haziran 1967, Cuma’ydı. Yirmi dakika sonra yağmur yağmaya başladı.

      6

      Bütün gece yağmur yağdı fakat pazar sabahı yine güneş vardı, sadece arada sırada masmavi gökyüzünde uçuşan beyaz bulutların arkasında kalıyordu. 10 Haziran’dı, yaz tatili başlamıştı ve cuma akşamı şehirden çıkış yolunda uzun bir araba kuyruğu vardı. İnsanlar, kırsaldaki evlerinin, tekne iskelelerinin ve kamp alanlarının yolunu tutmuştu. Fakat şehir hâlâ kalabalıktı, ne de olsa hafta sonu hava güzeldi ve buradaki insanlar park ve havuzların yarattığı yapmacık kırsal hayat algısıyla yetinecekti.

      Saat dokuzu çeyrek geçiyordu ve Vanadis Havuzları giriş kulübesinde kuyruk oluşmuştu bile. Güneşe hasret Stockholm’lüler, biraz yüzme açlığı içinde Sveavägen’den çıkan patikalara üşüşmüştü.

      Frej Caddesi’nde iki şüpheli gölge kırmızı ışıkta geçti. Biri kot ve merserize kazak giymişti, diğeri siyah pantolon ve sol yandaki göğüs cebi şüpheli bir şekilde kabarık duran, СКАЧАТЬ