Kanaldaki Kadın. Пер Валё
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kanaldaki Kadın - Пер Валё страница 12

Название: Kanaldaki Kadın

Автор: Пер Валё

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Martin Beck

isbn: 978-625-99813-5-2

isbn:

СКАЧАТЬ sessizlik oldu.

      “Sence bir anlamı olabilir mi?” dedi Ahlberg nihayet.

      “Bilmiyorum,” dedi Martin Beck. “Belki de. Ne olursa olsun, iyi iş çıkardın.”

      “Eğer o gemiye binen herkes Göteborg’a vardıysa, o zaman bir anlamı yok.”

      Sesi, garip bir hayal kırıklığı ve mütevazı bir zafer taşıyordu.

      “Bütün bilgileri elden geçirmemiz lazım,” dedi Ahlberg.

      “Elbette.”

      “Hoşça kal.”

      “Hoşça kal. Ararım seni.”

      Martin Beck bir süre eli telefonda öylece kalakaldı. Sonra alnını kırıştırıp bir uyurgezer gibi oturma odasına girdi. Kapıyı arkasından dikkatlice kapattı, gemi maketinin başına oturdu, gemi direğini düzeltmek için sağ elini kaldırdı ama eli hemen geri düştü.

      Karısı gelip zorla yatağa götürene kadar bir saat daha orada öylece oturdu.

      8

      “Pek iyi görünmüyorsun,” dedi Kollberg. Martin Beck de kendisini iyi hissetmiyordu zaten. Üşütmüştü, boğazı şişmişti, kulakları ağrıyordu ve göğsü çok acıyordu. Soğuk algınlığı, gidişata göre, en kötü evresine girmişti. Bu halde bile Martin Beck hem soğuk algınlığına hem de eve kafa tutmuş, bütün günü ofiste geçirmişti. Öncelikle, yatakta kalsa onu sarıp sarmalayacak boğucu alakadan kaçmıştı. Çocuklar büyümeye başladığından, karısı büyük bir hevesle ve neredeyse delice bir kararlılıkla evdeki bakıcı rolünü üstlenmişti. Onun gözünde Martin’in tekrarlayan soğuk algınlıkları ve nezleleri doğum günleri ya da büyük tatiller kadar önemli durumlardı.

      Ayrıca, her nedense, evde kalınca vicdanı rahat etmiyordu.

      “Madem iyi değilsin, neden buralarda takılıyorsun?” dedi Kollberg.

      “Bir şeyim yok.”

      “Bu vakayı takma bu kadar. İlk kez çuvallamıyoruz. Sonuncu da olmayacak. Sen de benim kadar iyi biliyorsun. Sırf bu yüzden ne daha iyi ne de daha kötü olacağız.”

      “Tek düşündüğüm bu cinayet değil.”

      “Fazla takma. Moraline iyi gelmez.”

      “Moral mi?”

      “Evet, düşün bir, insanın çok vakti olsa ne saçmalıklar bulur. Kara kara düşünmek insanı güçten düşürür.”

      Kollberg bunu dedikten sonra çıktı.

      Olaysız ve kasvetli bir gündü, hapşırıklar, salyalar ve sıkıcı bir rutinle geçiyordu. Martin, daha çok Ahlberg’i neşelendirmek için iki kez Motala’yı aramıştı çünkü kanal havuzlarında buldukları cesetle bağlantısını kuramazlarsa, ortaya çıkardığı yeni bilginin hiçbir işe yaramayacağını düşünüyordu adam.

      “Sanırım insan onca zaman köpek gibi bir işin peşinde koşup da sonuç alamayınca bazı şeyleri abartabiliyor.”

      Ahlberg ezik ve pişman bir ses tonuyla konuşmuştu. Neredeyse iç parçalayıcıydı.

      Räng’de kaybolan kız hâlâ bulunamamıştı. Onu endişelendiren bu değildi. Bir elli üç boyundaydı, sarışındı, Bardot gibi saçları vardı.

      Saat beşte Martin eve taksi tuttu ancak metro istasyonunda inip son kısmı yürümek istedi çünkü karısı eğer onun taksiden indiğini görürse, kafayı yedirten bir tasarruf tartışması çıkacaktı ve bununla hiç uğraşacak hali yoktu.

      Hiçbir şey yiyemedi, sadece papatya çayı içebildi. “Ne olur ne olmaz, bir de midem ağrımasın,” diye düşündü Martin Beck. Sonra gidip uzandı ve anında uyuyakaldı.

      Ertesi sabah kendini daha iyi hissediyordu. Bir bisküvi yedi ve karısının, önüne koyduğu kaynamış ballı suyu sebatla içti. Sağlığı ve devletin memurlarına dayattığı makul olmayan talepler üzerine tartışma uzadıkça uzadı ve Kristineberg’deki ofisine vardığında saat onu çeyrek geçiyordu.

      Masasında bir telgraf vardı.

      Bir dakika sonra Martin Beck, ‘Rahatsız Etmeyin’ ışığı yanmasına rağmen şefinin odasına kapıyı tıklatmadan girdi. Sekiz yıldır ilk kez yapıyordu bunu.

      Her daim orada olan Kollberg ve Müdür Hammar masanın kenarına yaslanmış, bir apartman dairesinin planını inceliyordu. İkisi de hayretler içinde Martin’e baktı.

      “Kafka’dan bir telgraf aldım.”

      “Mesaiye şahane başlamışsın,” dedi Kollberg.

      “Adamın adı bu. Amerika, Lincoln’deki komiserin adı. Motala’daki kadının kimliğini teşhis etmiş.”

      “Bunu telgrafla yapabiliyor mu?” diye sordu Hammar.

      “Görünüşe göre evet.”

      Martin telgrafı masaya koydu. Üçü birlikte metni okudular.

      BU BİZİM KIZ EVET. ROSEANNA MCGRAW, 27 YAŞINDA, KÜTÜPHANE MEMURU. AYRINTILARI EN KISA ZAMANDA PAYLAŞACAĞIZ.

      KAFKA, CİNAYET MASASI

      “Roseanna McGraw,” dedi Hammar. “Kütüphane memuru. İşte bu hiç aklına gelmemiştir.”

      “Başka bir teorim vardı,” dedi Kollberg. “Kızı Mjölby’den sanıyordum. Lincoln neresi?”

      “Nebraska’da, ülkenin ortalarında bir yerde,” dedi Martin Beck. “Sanırım.”

      Hammar telgrafı bir kere daha okudu.

      “O zaman tekrar işe koyulsak iyi olur,” dedi. “Bu bize pek bir şey vermiyor.”

      “Yeter de artar bile,” dedi Kollberg. “Boş adam değiliz ya.”

      “Öyle olsun,” dedi Hammar sakince. “Ama sen ve ben önce elimizdeki vakayı kapatmak zorundayız.”

      Martin Beck odasına geri döndü, bir saniye oturup saç diplerine parmaklarıyla masaj yaptı. Bu yeni gelişmenin ilk şaşkınlığını üzerinden atmıştı biraz. Yüz davadan doksan dokuzunda ta en başında ellerinde olacak bilgiye üç ayda ulaşabilmişlerdi. Yapılması gereken esas işlerin tümü hâlâ duruyordu.

      Elçilik çalışanları ve Bölge Polis Şefi bekleyebilirdi. Ahizeyi kaldırıp Motala’nın alan kodunu çevirdi.

      “Evet,” dedi Ahlberg.

      “Kimliği tespit edildi.”

      “Kesin mi?”

      “Öyle görünüyor.”

      Ahlberg СКАЧАТЬ